“…Sana gönül borcum var; ödemek kolay değil. Zaman gelip geçiyor, dur demek kolay değil. Şu yalancı dünyaya yeniden gelebilsem, seni bir ömür değil, bin ömür sevebilsem (minnet ve mihnet)…; Temel ihtiyaçlarını karşılayıp orta sınıfa geçmiş bir insan, beş boyutta kendini geliştirmeye odaklanmalıdır: Entellektüel, Estetik, Etik, Teknik ve Ekonomik (MS 2016, Başarı Bilgesi-Kahramanın Kaderi Arenada Yazılır, S178)…”
Zaman gelip geçiyor, dur demek kolay değil… > Ne zaman gelirsen gel başıma taç olursun…> Öyle bir geçer zaman ki…> Yaklaşıyor günbegün ömrümüz son mevsime…> Maziye bir bakıver neler neler bıraktık…> Dönülmez akşamın ufkundayız (Timur Selçuk) NOT: ZM68DO bir hata sonucu şimdilik Tarlalı gibi görünüyor. Bir sonraki yazımda düzeltmeyi yapacağım)
Merhaba
Bu yazım EZM68 serisinin sondan bir öncesi olacaktır. Bundan önceki yazılarımda EÜZFakültesi‘nin son sınıfında dört bölüme ayrılıp ikinci beş yıllıklar, diğer bir deyişle “Ziraat Yüksek Mühendisleri” olarak mezun olan EZM68 lerin ilk üç bölümüne ait bilgileri, çizgileri, anılarımla bütünleştirip yayımlamıştım ( Zootekni Bölümü: https://www.copcu.com/2023/01/10/yasam-bufesinde-rasyon/ ; Gıda Teknolojisi: https://www.copcu.com/2023/01/07/yasam-bufesinde-dusunce-duzeni/ ; Bağ-Bahçe Bölümü: https://www.copcu.com/2023/01/04/yasam-bufesinde-cizgiler-yuvana/ ; Bağ-Bahçe Bölümü vefat edenler: https://www.copcu.com/2022/12/30/yasam-bufesine-prepost/ ).
Tarlalılar
Bu yazımda “Tarla Bölümü” bilgi ve çizgilerini derlemeye çalışacağım. Böylece andaçın sayfaları arasında ve kimilerimizde bulunan bilgiler herkesin (!) erişebileceği bir ortamda yer alacaktır. Hem de güncellenerek ve biraz da anılarla soslanarak. Önceki yazılarımdan farklı tonda olması kaçınılmazdır. Çünkü ben Tarlalıyım ve Tarladaki yakın arkadaşlarımla da ekstra yaşanmışlıklarım var, Tepecik’ten Erzurum’a uzanan farklı zaman ve mekanda paylaşılmış. Şimdi bunları grubun sabır sınırlarını fazla zorlamadan komprime edebilmeliyim. Hadi baa kolay gelsin.
Baba, Oğul ve Mühendis
Bugün “Merhaba“dan tam 60 yıl önce ya da “Hoşçakal, yolun açık ve aydınlık olsun” diyerek “vedalaşma“dan 55 yıl sonra daha bir fazla biraraya gelme sevdasına tutulmuş “Yaşam Gölünde Kulaç Atanlar” seksene az kala ve hatta aşma koşullarında sosyal medya ile avunuyorlar. Bu yazılarım onları azıcık da olsa güncelin genel paylaşımlarını “copy/paste” ya da Türkçesiyle “kopyala/yapıştır” kolaycılığından sıyırırsa ne mutlu bana.
Kendime dönüyorum ve 1963-68 arasından başlayıp Tarla Bölümü görselini de ekleyerek yazıma amaçladığım çerçeve ile başlamak istiyorum. Hep aklıma takılan, kimi zaman tartışma konusu yapmaya çalıştığım bir sorunun etkisi altındayım. Şöyle ki;
Altmış yıl önce ben Somalı, taşralı ve Tepecik’te yaşayan ve İngilizce “…teen” ile söylenen sayılarla bugün “ergenlik” denen sınırların içinde nasıl üniversiteli olmuştum; ruh halim, gelişmişlik ve olgunluk düzeyim neydi acep ? Öte yandan bugün ABD’nin en güneyindeki Key West‘te yaşayıp da Sam’leşen Şükrü acaba Muğla’nın Saburhane’sinden gelip de bana arkadaş olduğunda hangi koşullardan sıyrılma ya da kavuşmanın etkisinde nasıl bir esnekliğe sahipti ? Kardeşi, İzmir Atatürk Lisesi’nde sınıf arkadaşım (rahmetli Kemal) olan “Deli Gönül”le, ya da mahalleden aynı kaderi paylaşan Muzaffer aynı “hoşgörü” değerlerine sahipler miydi ? Ancak aklımdaki esas soru bu değil. Beni düşündüren soru: Ben, ya da Ersin veya Gönül ya da Erol (üç Erol için de geçerli) EZM68 liler 1963 yılında mı yoksa 2023 yılında mı daha çok “hoşgörü”ye sahipler ? Diğer bir deyişle, aradan geçen altmış (ya da elli beş) yıl farklılıklarımızı “törpüledi mi” yoksa daha da “keskinleştirdi mi” ?. Bu soru neden önemli ? Cihan’ın hünerli ellerinden çıkan çizgileri alıp da andaçtaki bilgilerle bir slayt hazırlayıp cümle aleme yayımlayınca ellibeş yıl önce yazılı kılınmış esprilere ya da takıştırmalara acaba şimdi, seksenin banliyösünde alınganlık gösterirler mi ? Bu nedenle her yazımdan sonra soruyorum ve geribildirimlerini bekliyorum. Çok şükür, şimdilik bir tepki yok ve “sukut ikrardan gelir” diye düşünüp yola devam ediyorum.
Şimdi gelelim paragraf başlığına “Baba, Oğul ve…” yazınca “Kutsal Ruh” gelecek gibi oldu. Gelmese de çağrıştırdı. İyi mi oldu yoksa ayıp mı ? Takmadım kafama tokadan başka bir şey. Neden bu üçlü tanım ? Çünkü ben Tarlalı Copcu, 1963-68 arasında bu üç ana rolün temsilcisi idim. Kuşkusuz “baba” deyince “koca” olmak da var bu rollerde, hem de en önemlisi. Fakülteyi bitirip de dört bir yana savrulmayı ben “yolculuk” olarak yapılandırdım. Bundan önceki beş yıllık süreci ise “iç yolculuk” olarak yaşadım. Fakülteye başladığımda 1958 yılında Ortaokul ikinci sınıfta “komşu kızı” ile başlayan “flört” beş yılın dolduruncu ve de “bizim oğlumuz artık üniversite okuyor” algısı bana “eylem gücü”, ebeveynlerime “kabul sabrı” verince sevgi yasal desteklerle resmileşti ve 04.04.1964 de ilk adım olarak nişanlandık. Söz de verdik “Valla billa biz fakülte bitinceye kadar bekleriz”. Öyle olmadı. Bizim isteğimizden daha fazlası ebevynlerimizde gelişti. Rahmetli babam “Bizim ailede hiç kimse dede olmadı” deyince bize de 19.09.1965 de evlenmek düştü ki körün istediği bir göz Allah verdi iki göz. Ve çok geçmedi, 05.07.1966 da büyük oğlum Ümit dünyaya geldi. Talebesin ve babasın; çok güzel bir duydu. Bir diğer avantajı da “erken kalkan yol alır; erken evlenen döl alır” sözü ile elli yedi yıl sonra fotoğrafta gördüğün mutluluğu yudum yudum yaşarsın, yaşıyorum.
Şimdi bu paragrafın “babalık” kısmı ve duyduğum gurur, kıvanç ve doyumu burda bırakayım. Öykünün “Oğul ve Mühendis” kısmına yeni bir paragrafta açıklayayım.
Burs
Soma’dan İzmir’e geldiğimizde (1958) rahmetli babam bakkaldı. Tepecik-Zeytinlik arasında (1171 ve 1159 sokaklar) oturuyorduk. “Keçi Pazarı“nı bir yana bırakın “Tepecik’te Oturmanın Kuralları“nı bilir misiniz ? Yerleşik mahallelerin katı kuralları vardır. İzmir’de bunları “Eşrefpaşa ve Tepecik”te görebilirdiniz. Herneyse, konum bu kurallar değil. Dediğim gibi babam bakkaldı (Sakız Bakkaliyesi) ve dükkanımızın hemen karşısında briket atölyesi vardı. Briketi inşaat yapılan (çoğu küçük, kaçak gecekondular) eşekler taşırdı. Ortaokul ya da lisede derslerim biraz kötü gitse (ki gitmezdi hep iftihara geçerdim- lise iki hariç) babam “okumazsan sana bi eşek alırım briket taşırsın” diye uyarırdı. Bu uyarı olsa da olmasa da bizim (biz beş arkadaştık) için önemli olan okumak ve üniversite mezunu olmaktı. Babamın tehditleri olmasa da üniversite mezunu olmayı iki nedenden dolayı isterdik. İlki devlet memuru olabilmek, ikincisi askerliği er olarak yapıp da dayak yememek. Bu nedenle fakülte hayatım, özellikle evli olmanın, koca olmanın ve de üstüne üstlük baba olmanın artan sorumluluğu ile çok başarılı geçti. Hiçbir dersten iki defa sınava girmedim; sınıflarımı birincilikle geçtim. Buna mecburdum; evliydim ve baba idim. Devlet memuru olmak için “burs alma”nın faydalı ve hatta gerekli olduğunu anladım. Biz 136 kişiydik EZM68 sınıfı olarak ve sanırım yüz arkadaşa burs verildi. Ben alamadım; ya da bana vermediler (senin babanın işi var, senin ihtiyacın yok diye olsa gerek). Şimdi yine bir “yan yola sapıp” konudan uzaklaşacağım.
Dr.Baha Kitapçı
Başdurak Camii‘nden güneye doğru dönen yokuşu tırmanınca sağ tarafta bir klinik görürdük. Rahmetli Dr.Baha Kitapçı Hoca bu klinikte burs başvurusu yapanların ve hakedenlerin alt takımlarını muayene edip rapor verirdi. Acaba bu kontrol “zührevi hastalıklar” için miydi ? Bana bursa vermedikleri için ben bu kontrola gitmedim. Dr.Kitapçı sanırım dermatoloji uzmanıydı Allah selamet versin EÜTFakültesinde okuyan doktor adayı, aile dostumuz, Dr.M.Türker “Al karını dışarda beni bekle” diye beni uyardı. Nezuş’u EÜTFakültesi’ndeki bir öğretim örneği olmasından kurtarıp Baha hocaya götürmüştü. Sıkıntı (adına “stres” dendiğini bilmezdik) nedeniyle Nezuş’un başında çıkan bir kistin tedavisi için Dr.Kitapçı’nın yanındaydık iki hafta boyunca her akşam üzeri; ve de “talebe baba-ana” olduğumuz için bizden hiç para almadı. Talebeyken evlenmişsin, üstüne baba (eşin de ana) olmuşsun; bakkal dükkanı iflas etmiş ve de burs alamamışsın. Tam da “batsın bu dünya”lık durum. Ne günlerdi ama ! İşte bu koşullarda bir lokma ekmeğini seninle, eşinle ve oğlunla paylaşan ebevenylerin için bir “oğul“sun aynı zamanda. Yetersizliklerin orta yerinde üç neslin çatışmaları da cabası. Tek çare var, çalışmak (ders), çalışmak ve çalışmak. Ben de öyle yaptım ve beş yıl boyunca hiç bir dersten iki defa sınava girmedim. Fakülteyi birincilikle bitirdim ve bunu kanıtlayan Fakülte Sekreteri Mustafa Şimşek imzalı ve ıslak mühürlü belgeyi Zirai Mücadele Genel Müdürlüğüne sununca Personel Daire Başkanı rahmetli Mustafa Akuğur gönüllü olarak torpilim oldu ve Bornova Zirai Mücadele Araştırma Enstitüsü‘ne tayin oldum yedek subaylığımın bittiği gün (30.09.1970). İşte üçlünün, “Baba, Oğul ve Mühendis” olmanın üçüncü adımı “Mühendis“liği de aynı bağlamda anlatmaya çalışayım. Önce “Burs” konusunu bir sonuca bağlayayım. Devlet bursu alamadım. Fakat Maktaş Makarnacılık (Piyale Makarna Fabrikası) burs vereceğini duyurunca bana verilmesi uygun görüldü fakülte yönetimince ve işte ayda 250TL sabit gelirle ve babamın da destekleriyle biz evlendik. Devlet bursu alanlar ve yurtta kalanlar, altmışların ortalarında ayda 250TL nasıl bir ayı geçirdiklerini öykülendirirler. Bunlardan bana en yakın olanı rahmetli Lâtif’ti ve hatta ay sonlarında tasarruf ettiği elli lirayla ekstra bir ergenlik ihtiyacını da giderirdi. Bir kıyaslama olsun diye yazıyorum; mühendis olup da sözünü ettiğim kuruma tayin olduğumda, henüz 657 Sayılı Personel Yasası çıkmamıştı ve ben 35 asli maaşla işe başladığımda 525TL aylık alıyordum. Aradan beş yıl geçmiş, talebeyken mühendis olmuş ve 250TL dan 525TL na terfi etmiştim. Ve bugünlere bakınca anlıyorum ki; her türlü kısıtlarına rağmen biz “68 Kuşağı” şanslıydık; daha şanslıydık ve de mutluyduk zorlukların orta yerinde bile.
2 Tarla 1 Bahçe ve Foto Ramiz
Yazımın ekindeki videonun başlarında banka oturmuş üç erkek görülüyor. Bunlardan ikisi (Mustafa ve Latif) Tarlalı, biri ise (Ziya) Bahçeli idi. Aman yanlış anİaşılmasın şimdilerin baş bunağı ile hiçbir ilgisi yok bu yakıştırmanın. Bu fotoğrafa bakıp “2Tarla1Bahçe” demiştim, ben, Lâtif ve Ziya’ya bakarak. Bunlardan ikisi yaşam gölünün karşı kıyısına erkenden ulaştı (Lâtif 05.07.1995 de; ikisine de rahmet diliyorum); biri ise görünen karşı kıyıya doğru kulaç atmayı sürdürüyor (şükür ve şükranla). Otururken bile ceketinin iki düğmesi ilikli olan, ortada oturan, gözleri kapalı olan benim. Solumdaki “Agora Ziya Rahmetli EZM68ZG)” bu fotoğraf çekildikten hemen sonrasında bana kırıldı. Nedeni çok basit. Bu fotoğraf büyük olasılıkla 1965 yılının sonlarına doğrudur. Ziya bir hafta sonra nişanlanacaktı. Nişanlandı da. Biz de (ben ve Nezuş ve Lâtif) katıldık nişanına. Ziya benden “Şu alyansını çıkarıp bana ver de bir takayım parmağıma bakalım nasıl duracak” dedi o bankta otururken ve ben vermedim. Ben o yüzüğü ömür boyu hiç parmağımdam çıkarmadım ki; Ziya’nın istediği test için olsa bile. Ziya bana sadece talebe olmanın, yolculuğun başındaki eksik esneklikle kısa süreli olarak da olsa kırıldı. Daha sonraları Ziya ile mesleki iş ilişkileri içinde pekçok günüm oldu Manisa’da ve hatta Alaşehir üzüm işleme tesislerinde.
Gelelim “Foto Ramiz“e… Ey EZM68liler “Foto Ramiz“i hatırlıyor musunuz ? Şirinyer’den gelirdi. Sabahları trende bizimle birlikte Kemer İstasyonudan trene biner bizim gibi güne başlardı. Fakülte bahçesinde ve kantinde olurdu gün boyu. Ne var ki “Foto Ramiz“in fotoculuğuna esas anlam katan etkinliğinin “Eylemli Doçent” olmanın zorunlu bir adımı olan “Deneme Dersi“nde olduğunu anladım daha sonraları mühendis olduğumda. Şimdi böyle adetler (!) kalmadı. Diplomasızı başımıza geçiren sistem artık deneme dersi falan istemiyor. İki deneme dersine katıldım. İlki Bahattin Keskin (Şeker Şirketi’nden ve eşi Türkan Hanım Zirai Mücadele Genel Müdürlüğünde çalışıyordu), ikincisi Oğuz Manas‘ın deneme dersiydi ve Bahçe Mimarisi Dershanesinde olmuştu. Ege Üniversitesi Elektronik Hesap Merkezi’ni kuran ve kısa sürede profesör olup fakülteye dönüştüren rahmetli meslektaşımı çok severdim. Bir kez daha ikisine de rahmet diliyorum. Deneme dersinde not tutuyordum, her zaman yaptığım gibi ve yanımdaki uyardı “deneme dersinde not tutulmaz”. Hala düşünürüm, neden tutulmasın ki ? Uyarının temelinde yatan deneme dersinde beklenen, anlatılanlar değil dersin verilme şekli ve özellikle de tam zamanında bitirilmesi idi. Bunun ne kadar önemli olduğunu bir simpozyumda anlayacaktım. Bunu da aşağıda kısaca açıklayacağım. Eylemli doçent olma adayının başarısı için baş rollerde Foto Ramiz olurdu. Sunumun bitmesi gereken zamandan beş dakika önce Ramiz, sunum yapılan kürsünün önüne gelir ve birkaç poz fotoğraf çekerdi. Böylece eylemli doçent adayı sona gelindiğini anlar, birkaç dakika içinde konuyu toparlar ve süreyi tam kullanma becerisiyle deneme dersini sonlandırırdı. Şimdi Ramiz’siz durumu anlatayım. Dernek yönetim kurulunda her zaman bir görev üstlendiğim için organizasyonunda etkin olduğum, Türkiye Fitopatoloji Kongrelerinden birinde “Dayanılıklık Islahında Gen by Gen Teorisi” anlatan Ege Zirai Araştırma Enstitüsü’nden Dr.C.D., süreyi aşıp oturum başkanından (Prof.Dr.Tayyar Bora) iki defa “bitir” uyarısı almasına rağmen devam edip, sorulara ayrılan çeyrek saati de kullanınca başkanın sert uyarısı karşısında “Ben daha anlatacağım yere gelmedim ki…” deme durumuna düşmesinin nedeni Foto Ramiz’in orada olmayışıydı. Agora Ziya’dan girip Foto Ramiz’den çıktım ve henüz videonun başındaki ikinci fotoğraf olan “3Tarla1Bahçe“ye gelemedim.
3Tarla1Bahçe
“Baba, Oğul ve Mühendis” olarak fakülteyi bitirip “Yaşam Gölünde Sıraya Girmek” için yolculuğa çıkmaya hazırlanan ben, önce askerlik deyip Polatlı Top ve Füze Okuluna doğru yola revan oldum. Bir de baktım ki yalnız değilim. EZM68 den arkadaşlarım da beni yalnız bırakmamış. Yazımın ekindeki videonun başlarındaki ikinci fotoğrafta “3Tarlalı1Bahçeli” görülüyor. Bahçeli olan sevgili Ersin (EZM68EO); Tarlalılar ise ben, Yıldırım ve Metin. O yılda rekor katılım vardı yedek subay okulunda (dokuz yüz kişiyi aşkın). Ve biz EZM68 lerden fotoğrafta görülmeyen yine Tarlalı Kemal ve Muhsin‘le de hep beraberdik. Özellikle yatakhanede Ersin yanımda, Kemal altımda yatardı. Şimdi tekrar “Baba, Oğul ve Mühendis” olan bugünün “Musto Dede“sinin 1968 de grupla “vedalaşarak başladığı yolculuk” için askerlik süresi sonundaki sürece kısaca bakıp yazımı bir mesaj vererek bitireyim.
Minnet (ve Mihnet) > Gönül Borcu (ve Sıkıntı) > “Sana gönül borcum var, ödemek kolay değil…”
Talebeyken evlendim ve de baba oldum. Askerlik bitti. Yuvaya döndüm. Hem de ikinci oğulla birlikte (1969 – Eray). Enstitülü oldum ve devlet memuru güvencesiyle artık özgürdüm. Yuvadan uçabilirdim. Ne mümkün ! Kısıtların ortasında lokmasını bizimle (MNÜ) paylaşan anamı babamı terk etmek ne mümkün ! Bana kalsa ayrılırdım ama Nezuş her seferinde “minnet” adına direndi; “”mihnet”e katlandı ve on yıl üç nesil birlikte yaşadık hem de biran evvel kurtulmak istediğimiz kenar mahalle kültürü içinde. İşte bu nedenle EZM68 olarak yolculuğa çıkan ve beş temel konuda kendini geliştirmek isteyen “Baba, Oğul ve Mühendis“olan ben, sevgili “Alev (EZM68AK)’in gel geli” ile 1985 yılında Cibalı olunca ve 1984 yılında annem de vefat edince 1987 yılında Karşıyakalı oldum.
Karşıyakalı ve Çeşmeli Olmak (GAT Dünyası emek ve yemek)
Biz beş kişiydik; beşli çete değildik. Tepecik’ten kurtulmak için okumak ve anlamlı bir meslek/iş sahibi olmalıydık:
*Ben (Bakkal Fahrettin’in oğlu > EZM68 oldu),
*Lâtif (Gazocak tamircisi Ömer amcanın oğlu > EZM68 Prof.oldu) >
*Mahmut (Turgutlulu çiftçi X amcanın oğlu > Almanya’da okudu ve Hava Meydanları Yüksek İnşaat Mühendisi oldu),
*Şaban (> Bakkal Abidin’in oğlu > İngiltere’de üniversiteyi okudu ve Prof.Dr.O.Manas’ın yanında prof. oldu) ve
*Nail (Tekel işçisi Y Amcanın oğlu > EÜTFakültesinden hekim oldu ve Ortopedi Uzmanı olarak mesleğini sürdürdü). Biz kurtulduk. Bu mesleki kurtuluş yanında beşimiz de Tepecik öğretileriyle ve zor koşulların bütünleştirici etkisiyle Karşıyakalı ve Bornovalı olarak dördümüz hâlâ “Yaşam Gölünde kulaç atmayı sürdürüyoruz“; gönül borçlarımızı ödemeye çalışarak.
Sözün özü; anlatacak daha neler var neler bohçamızda. Bu kadar yetsin EZM68 Tarlalılardan biri olarak. Demem o ki; bugün Nezuş ve Musto Dede olarak Karşıyakalı isek, bugün Çeşme’de sağlık ve esenlik içindeysek, C13 ün tüm bireyleri olarak Karşıyaka ve Çeşme’de kesintisiz beraberliklerimizi sürdürüyorsak, her sabah büyük oğlumuz Ümit’le (fotoğraftaki) kahve sohbetimizi yapabiliyorsak, oğullarımız EKÜ Trio ve bize kazandırdıkları eşleri PÖZTrio kızlarımızla keyif ve huzur içinde rutinlerimizi içtenlikle paylaşıyorsak, “Z Kuşağımız” olarak ABİDE Beşlimiz ya da “BE AID” Beşlimizle Hollanda’ya da uzanan gurur ve kıvançla şükür ve şükran doluysak; kimbilir hangi bedelleri ödedik 1968 den bu güne “Baba, Oğul ve Mühendis” olarak aşındırdığımız yollarda… Daha ne ister insan !
Sağlık ve esenlik dileklerimle ve EZM68 lilerle dünya gözüyle bir kez daha görüşebilmek umuduyla.
Öykücü