Yaşam Büfesinde “Başarının Bileşenleri (2P: Metanet)

“…Başarınızı neye borçlusunuz ? Hangi değerlere sahipsiniz ? Kendinizi nasıl sorgularsınız ? Kendinize dürüstçe geribildirim (özgerildirim) verebilir misiniz ? Sahip olduğunuz değerlerin farkında mısınız ? Farkındalığınızı geliştirebilir misiniz ? Nasıl geliştirebilirsiniz ? Farkındalığınız gelişirse ne olur ? Özgüveniniz nasıl yükselir ? Sizi motive eden nedenleri bulabilir misiniz ? Pusulanın kuzeyindeki yönü belirlemek neden çok önemlidir ? Sadece ölçülebilen değerler gelişiyorsa neleri, nasıl ölçersiniz ? Üst sınırınızı belirleyen nedir ? Yaratıcı enerjiyi, potansiyeli açığa çıkarmak için ne yapmak gerekir ? Başarı Formülündeki hangi bileşen en güçlü etkiye sahiptir ? Sizce mükemmellik nedir ? Kral Arthur’un duasını biliyor musunuz ? Sorular, sorular, sorular… Sorular nasıl olmalıdır ?…”

Başarı Formülüm: En yüksek etkiye sahip olan bileşen hangisidir ? Kararlı olmak mı, yoksa disiplin mi ya da adanmışlık mı ? Veya aynı amaç için sorular şöyle mi sorulmalı : Kurumsal kararlılık için “yapı” mı, veya disiplin için “sistem” mi ya da adanmak adına “insan” mı ? ve “10S” e ulaştıran “Sistematik 10 Soru” ya dürüst özgeribildirim verebilir misin ?

Merhaba

Temmuz ayı bitecek ve ben henüz bu aya ait tek bir yazı yazmadım. Birkaç kez oturdum laptop başına (lafın gelişi, baktım laptopun oturulacak başı yok). Sıcaklardan ve de azgın, omurgalı sivirsineklerden ne yaptığını, nereye oturduğunu pek bilmiyor insanoğlu bugünlerde.

Temmuz ayında, rutinlerimizi bazı ekstraları düşündüm. Önce

  1. İkinci Zar başlıklı yazımda paylaştığım sağlık sorunumuzun ikinci adımındaki gereksiz stresten sonra “Akıllı Oğul“un mesajındaki güzelliklerle avundum bir süre. Bir hafta gecikmeyle yarına kalan operasyon için tercihlerin Acıbadem’den Medicana’ya kaymasındaki iletişim hatalarını düşündüm. Ardıllarında kimler nasıl “Düzeltici Önlem” aldı bilmiyorum; ancak blogumdaki ilk yazılardan biri olan “Müşteri Neden Terkeder ?” sorusuna meslektaşım, iş arkadaşım Doç.Dr.Ahmet Erciş‘in onbeş yıl önce verdiği yanıt gözümün önünde geldi (https://www.copcu.com/2009/01/28/yasam-bufesinde-terkeden-musteri/)
  • Ölüm (%….)
  • Taşınma (%…)
  • Arkadaşların etkisi (%….)
  • Rekabet (%….)
  • Üründen hoşnutsuzluk (%….)
  • lgisizliğimiz (%…..)

Şimdi o testin sonuçlarına ait belgelere bakıyorum da 2002 de görebildiklerim:

  • Birisinin yanıtında “Rekabetin etkisi %80; ilgisizlik ise %8”
  • Bir diğerinde “Rekabetin etkisi %70, Üründen hoşnutsuzluk %20 ve İlgisizlik %10”
  • Bir başkasında ise “Rekabetin etkisi %90, Üründen hoşnutsuzluk %5 ve ilgisizlik %2”
  • Satışta sadece rekabetten korkan bir başkasının yanıtının ise “%100 rekabet” olması da bence ürpertici (ki öylesine “ilişki” odaklı bir kurumdaş)

…Ve Bakanlık İlişkilerimizden sorumlu Ankaralı Doç.Erciş’e göre: İşin başı tümüyle ilgili olmak.

1. İlgili olmak gerek. Mümin Sekman’dan hatırlıyorum “Bilgi”nin %80 i “İlgi” diyordu kitabında. Biz Acıbademli doktorumuzdan memnunduk; gecenin bir vaktinde gerekli müdahaleyi anında yaptı ancak ilgisizlik … tam da (ya da hem de) operasyon sabahına, dek uzanınca doğal olarak oluşan stres (adeta anksiyete) nedeniyle hem bir hafta sonraya (yarına) erteledik hem de Acıbadem’den uzaklaştık.

2.Bir diğer konu da “Sahilde Sabah Sohbeti“nde gelişen anlık bir ilişkinin iletişim ve paylaşma özlemi dolu bir gelişme ile kendime sorduğum “Başarı Formülümdeki hangi bileşen en yüksek etkiye sahiptir ?” sorusuna yanıt aramaya döndü rotatutarım ve bu yazımdaki görsellerle şekilde vardığım yargı, yaşadığım süreç…

2.Başarı Formülümün yapı taşları ardışık iki evredeki kırk yılda oluştu
3.Doktora sonrası bile kadrom yükselmedi. Bakanlık beni görmedi, umursamadı. Ta ki rahmetli Dr.Türkoğlu’nun önerisi ve inancın “Networking” etkisi ile ödül alınca yeni bir laboratuvar açıldı, şef oldum ve ertesi yıl istifa edip özel sektöre geçtim. Doçentlik ve SSTC ile şekillenen ilişki ve iletişim yönetimi iki global birleşmeye rağmen yükselen kariyer basamaklarıyla kırk yılın birikimleri 2009 a kadar sürdü

4. SSTC ile sahip olduğum üç temel değeri etkili kıldım: Kurum, Görev ve Ben

5.Her adımda kendimi sorguladım. Üç aşamalı olarak on soruyla sistematik şekilde kendimi sorguladım ve dürüst özgeribildirimle SWOT’umun gereğini yapmaya çalıştım.

6. Sonunda anladım ki “güç bende” ve “Mükemmellik, Mutluluk ve Olgunluk” sözcüklerini kendimce tanımladım. Sahip olduğum değerlerden beni motive eden nedenlere uzanan yolculuğun keyifni sürmeye çalıştım üstümdeki kırmızı tulumla

7. Doğuştan kazanılmış, bahşedilmiş yetkinliklerimi SSTC ile beceriye dönüştürmeyi öğrendim.

8.İlk adımda RAW (Cevher) Sorularıyla söylem ve eylemlerimin tutarlılıkla güçlü olmasını sağlamaya gayret ettim.

9. Ayrıca kapasite (yapmak) ve kapabilite (olmak) artışlarıyla üst sınırımı çizmeye ve yaratıcı enerjimi (potansiyelimi) açığa çıkarmak için çabaladım.

10. Bu amaçla üç MAS Sorusunun yanıtlarıyla sürdürülebilir satış ve desteklerini etkili kılmak için uğraştım. Çünkü inanıyorum ki yaptığımız her şey ya doğrudan satış (ki buradaki anlamı “ikna”) veya satışa destektir. Başarının bu bileşeni (2P) sabır ve sebat ya da inat ve ısrar demektir ki tek sözcükle “tutku” ya da daha iyisi “azim” veya “metanet”. Ve bence işin sırrı burada.

11.Bu dünyada bir denge olduğuna ve almak için önce vermenin gerektiğine inanıyorum.

12. Beni (kişileri, çalışanları, işgören ve hatta işverenleri) motivasyonda bir zamanlar “hayatta kalmak, ayakta kalmak” adına Maslow’un piramidinin tabanındaki etkenler etkilerken, daha sonra birkaç adım yükselerek havuç ya da sopa etkisi baskınlaştı ve şimdi bence artık tepeye doğru çıkıldıkça eylemin ustalık kazandırması, ya da benden bir iz bırakarak özgünlük hissettirmesi veya nihai amaca katkı sağladığım duygusunun oluşması beni motive ediyor. Artık kırmızı tulumuma eşlik eden tulumbayı tek başıma sırtıma almasını öğrendim ve öğretebiliyorum.

13. Üçüncü soru kümesindeki dört sorunun gerçek, dürüst yanıtlarını kendim için her zaman defterimin bir yerine açık yüreklilik yazdım her zaman: 1.Ne yapıyorum (CU…) ? > 2.Ne yapmalıyım (MU…) ? > 3.Ne yapabilirim (CA…)? > 4.Ne yapmayı istiyorum (WI….) ? https://www.copcu.com/2018/03/16/yasam-bufesinde-kontunu-densizler/ https://www.copcu.com/2020/03/25/yasam-bufesinde-corona-ve-sigara/
14.Sözün özü; Kırk yılda kendimi sorguladım. Sahip olduğum değerlerin farkına vardım. Farkındalığımı geliştirdim. Özgüvenimi yükselttim ve beni motive eden nedenleri buldum. Yetkinliklerimi SSTC ile beceriye çevirdim. Yönü belirledim. Sonuçlarla yönettim. Üst sınırı oluşturup yaratıcı enerjimi açığa çıkardım. Kapasitemi arttırdım. Kapabilitemi etkili kıldım. Üç kümeli on temel soruyu sistematik olarak sorup: Güçlü söylem ve eylemler ve sürdürülebilir satış ve destekleriyle özgün tarzımı oluşturup başarı öyküleri yazılmasında etkili oldum (Sultananın Sultanları 16>19>35>70; Polonun Cengaverleri (0.5>3.5>7.0>14.0; Malatyanın Maymunları (0.75 >6.5>11) ve Veladdalin amin… (2009).

Temmuz ayının blogumdaki yazı açısından bu denli kısır olmasının birkaç nedeni (veya bahanesi) sıralanabilir. Örneğin yakınımızdaki yangınların korkuları ile aşırı sıcakların bunaltıcı etkisi ya da Menemen ve Dalaman’ı aratmayan azgın sivrisineklerin durmadan kaşındıran etkileri veya en önemlisi de beşinci Copcu’nun iki kere anjioya uzanan kardiyolojik operasyonların yarattığı endişe… Şu an; binlerce şükür ve şükranla yola devam.

Dünden bir anı ve kimi maskelenmiş mesajlar:

Yeğenim Alper oğlu Connor’la birlikte ABD’den geldi ve iki haftalık izin sonrası bugün döndü. Dün Connor’a “güle güle” ve hastaneden çıkıp da Çeşme’ye gelen Kerem’e de “hoşgeldin” beraberliği olsun diye Nezuş emek ve hünerlerini döktürdü. Bir kazan aşure, fırında göveçte etli kuru fasulye ve özellikle Connor seviyor diye kıymalı-patatesli börek. Grubumuzda (COPCUs) duyurdum: Saat 18.00 de bekliyoruz diye bir mesajla. Ayrıca telefonla N… abiyi de özellikle davet etti Nezuş ve dolaylı olarak da yeğeni Bülo için istiyorsa o da gelsin dedi. Her ne hikmetse tam saat 18.00 de Alper ve oğlu Connor geldiler ve bir buçuk saat keyifli sohbetle sadece dördümüz vakit geçirdik. N… abi gelmedi. Nezuş tekrar aradı, biraz da ısrarcı oldu ama bir bahane ya da sebep (!) nedeniyle gelmedi. Üzülmedik desek yalan olur. Belki de bir kırgınlık ya da tepki var… Bilemem. Bülo’nun gelmeyişini bir ölçüde kabul ediyorum. Ancak oluşan durumu iyileştirmek adına bir adım atabilirdi Bülo. Atmadı. Yazık oldu. Öte yandan ertesi gün (bugün) yurttan ayrılacak olan oğlu ve torunuyla iki saat daha fazla zaman geçirmek için her şeye rağmen baba ve büyükbaba olarak gelmeliydi N…. abi. Nasipten gayrısı olmuyor; her şey nasip meselesi. Onca hazırlık ve sadece iki özel konukla önce bir mahzunlaştıksa da çok geçmedi; Alper ve Connor gittikten on dakika sonra Kerem ve Zeynep, bir saat sonra da Eraygiller geldiler ve gecenin keyfi de tam oldu. Yorulduk ama hem değdi hem de keyif aldık. Şunun şurasında kaç nefeslik ömrümüz kaldı ki birlikte olma fırastlarını boşa çevirelim. Çevirmeyelim; çevirmedik, çevirmediler. Allah razı olsun. Üç aş da tam yerine ulaştı. Saatler ilerlemesine rağmen kimileri üç tabak kurufasulye ile keyfin zirvesini simgelediler ve gece yarısına doğru ortalığı toparlarken yorgunluğumuzu bastırdı keyfimiz. Daha ne ister insan; binlerce şükür.

Karma WhatsApp Mesajlarım (Sahilden ve Medicana’dan)

10.07.2024: “...Merhaba Oğullarım. Biraz sonra size bana gelen bir WhatsApp mesajını forward edeceğim. Önce biraz açıklama. Her sabah denize gidince ben annenizin elinden tutup denize girmesine ve çıkışta da yine elinden tutup çıkmasına yardım ediyorum; dalgalardan düşüp de diz protezi zarar görmesin diye.
Anneniz 1-1,5 saat yüzüyor. O sırada ben yaklaşık 6-7 tur atıyorum kumlarda yürürken (5000 adım demek).
İlk turda etrafı gözlüyor ve bir nylon torba arıyorum (bazen bir gübre çuvalı çıkıyor karşıma). İkinci ve üçüncü turlarda sahildeki çöpleri topluyorum torbaya. Eskisi kadar çöp çıkmıyor artık. Çünkü benden sonra belediyenin üç işçisi hemen hergün sahili temizliyorlar. Ben yine bir iki torba topluyorum. Beni görenler bazen “aferin” diyor bazen de “milletimiz pis” diye karanlığa küfrediyor. Yürüyüş sonrası sandalyeme oturup kitap okuyorum dalgaların sesini dinlerken. Merhaba, Günaydın’dan öte sohbetim olmuyor kimseyle. Sessizliği ve içimden kendimle konuşmayı yeğliyorum. Dün genç (1973) bir karı-koca geldi yanıma biraz daha yakından tanışmak için. İstanbullu. Sim.. devre mülkteymişler. Sonra kocayla telefon paylaştık ve bloğumdan bir link verdim. Bu sabah sahilde eşi bana kitap okuyacak zaman kalmayacak kadar uzunca bir sohbet etti. Özellikle çocuk-ebeveyn ilişkileri odağında. Dönüşte eşine bir mesaj daha gönderince bana doğrudan ulaşıp paylaşacağım mesajı gönderdi…”

“…Mustafa bey merhabalar, gönderinizi aldım eşim vasıtasıyla çok tşk ederim hayat yolunda eminim tecrübe, bilgi ve görgüsü ile çok dolu bir insandır eşiniz de tanımak ve sohbet edip engin tecrübe ve bilgilerinden yararlanmak isterdim kısmet artık, tarif ettiğiniz aile modelinize çok uzak bir yaşamım oldu xxxx çok istedim özlem duydum ve özendim sizin gibi şanslı olan insanlara, xxxxxxxxxx dolayısıyle biraz yaş alıp okudukça ben de çıkış yolu bulmak yoluna girdim ve mücadele ediyorum edeceğim kendi çekirdek ailemle ne kadar başarabilirsem artık zararın neresinden dönülürse kardır düsturu ile, sevgiyle kalın eşinizle bir ömür…”

“…Sevgili xxx hanım. Bu kadar kısa süreli sohbetten sonra böylesi içten bir paylaşım gerçekten çok anlamlı. Teşekkür ediyorum. Mesajınızı eşime forward edeceğim. Birbirinizi seveceğinize inanıyorum. Çünkü ikinizde de karşınızdakine ilettiğiniz pozitif enerji var. Her şey nasip meselesi. Hiçbir zaman geç değildir. Önce niyet ve zihniyet ve niyetin safiyeti. Sağlık ve esenlik dileklerimle; yolunuz açık ve aydınlık olsun…”

Çok teşekkür ederim Mustafa bey hayatımızın en büyük eksiği xxxxxxxxxx maalesef, çok sevinirim bu arada eşiniz iletişime geçerse benimle tekrar sevgiler.

Ne yazık ki tatil bitti. Onlar evlerine döndüler ve “adil süreç / fair process” oluşmadığı için bizden beklenen ilişkiyi sürdürme gayreti gelişmedi ( https://www.copcu.com/2009/06/17/yasam-bufesinde-adil-surec/) Böylesi bir başlangıç sahildeki kısa sohbet ve dalgaların sesi arasında bu iki mesajın anısında yitip gitti. Seneye tekrar görüşmek nasip olur mu bilinmez. Hani çok söylenir ya: “Gidip de dönmemek var, dönüp de görmemek var” > Cama konan kırlangıç misali (https://www.copcu.com/2009/01/19/yasam-bufesinde-dod-firsat/; https://www.copcu.com/2015/06/04/yasam-bufesinde-akrostis/)

Terkeden Müşteri

İki hafta önce cuma sabahı Çeşme’de haber bekliyoruz, programlı bir sağlık operasyonu için “her şey hazır gelin sizi bekliyoruz” mesajını alabilmek için. Aksaklıklar oluyor. Yardımcı oluyoruz ve saatler ilerledikçe “sabır sınavının sınırları” zorlanıyor. Ve bir mesaj dökülüyor outlook kanalında:

“…Değerli xx Hocam; Kriz geçirdiğim zor ve stresli günde olan desteğiniz benim için çok değerli. Bu nedenle de, bende yeriniz hep ayrı olarak kalacak. Ama; hayatta gelen sinyalleri bir yere kadar görmezden gelebiliyor insan. Kaldı ki ben genel olarak hayata karşı; savaşçı ve saldırgan olmak yerine, sakin ve anlayışlı olarak tanınıyorum. Genel olarakta hayat mottomu hep mutluluk üzerine kuruyorum.

Bu son günlerde, sizin bölümünüz ile ilgili yaşadıklarım konusunda bir arkadaş tavsiyesi verebileceğimi düşündüm. Ve benim ailemin büyük bir kısmı da doktor. Tanıştınız mı bilmiyorum; ortanca abim de Plastik Cerrahi Profesörü, uzun seneler devlette çalıştıktan sonra önce MedicalPark sonrasında özel muayenesi oldu. O nedenle; doktor – hasta ilişkisini ailecek en yakından biliyor ve hissediyorum. Öncelikle; size Sonrasında abime sordum, normal olduğunu söyledi. Yine bu süreçte Tüm bu olaylara rağmen yine de sigortayı aradım ve İşin özü; sizi tanıdıktan sonra, iletişim becerilerinizin gücü ve özgüveniniz ile beni etkilemiştiniz. Fakat bu ilişki bütünü sizi de bağladığı için size olan önerim, iletişim için değişiklik yapmanızdır. Haddim olmayabilir, sadece başlıkta dediğim gibi bu mesajımın amacı küçük bir kardeş önerisidir. Sevgilerimle;…”

Sevgili Ahmet Erciş haklıymış terkeden müşteri için ilgisizlik etkisini %96 olarak yazarken. “Geribildirim şampiyonların sabah kahvaltısıdır” ya da bundan sonraki algılar için olsun en azından şu sözler: “eleştirilmek acıdır, eleştirilmemek çok tehlikelidir” ve “bana beni anlat” diyebilmek her babayiğitin harcı değildir. “Müşteri şikayet ediyorsa hâlâ sizinle ilgileniyor, size değer veriyor demektir”…Belki de yeniden kazanmanın girişimleri de olur (dese de ruhum bugün ülkemdeki hekim-doktor ilişkisindeki dengede terazinin hangi kefesinin daha ağır bastığına bakınca ve de tüm hekimlerdeki yogunluk, bıkkınlık etkilerini gördükçe umutlarım pek yüksek değil).

…Ve Copcuların kardiyologu olarak 2000 yılında benim by-passım sırasında ailemizin doktoru olan Medicanalı Prof.Dr.A.S.a yöneldi rotamız. Onunla nasıl güncellendi yazılı iletişimimiz ?

(21.06.2024)”Sevgili doktorumuz kader ağlarını örüyor ve Kerem de haftaya senin şifa veren ellerine emanet bir operasyon içinde olacak. Dualarımızla kolaylıklar diliyorum. Zamanın olursa “Google’a copcu ikinci zar” yazarsan blogumda 04.06.2024 tarihli bir yazıma ulaşırsın ve ailemin bugüne kadar olan kardiyolojik öyküsünü görebilirsin. Çeşme’den selam ve sevgilerimizle”

(21.07.2024): Çok sağolun değerli abim. Tabi ki bakacağım. Selam ve hürmetlerimle

(22.07.2024.19.24) Değerli abim iyi akşamlar. Blogunuzdaki yazıyı şimdi okudum. Öncelikle ismimi telaffuz etmenizden dolayı gurur duydum. Tam bir açıklıkla ve detayla kalp hastalığının seyri ve genetiğini yazmışsınız. Bir hasta gözüyle yaptığınız çıkarımlar çok değerlidir. Neticede biz dışardan görsek de hasta hem yaşar hem hisseder. Bir nevi kendi doktoru da olur. “Kız halaya, oğlan dayıya çeker “ atasözü sizin genetiği açıklıyor. Bu yönüyle şimdilik genetiğe müdahil olma şansımız yok. Ancak bu arka planı bilmek bizi daha dikkatli olmaya iterek fırsatlar da oluşturabilir. Bir tesbitim de, hastalıklar karşısında sakin ve kabullenmiş duruşunuzdur. Niye var ? Demektense hemen kabullenip yarışması gerekeni yapmanız ve hayatınıza devam etmenizdir. Bu ölçüyü pek çok hastam sizdeki gibi tutturamamıştır. Ben bu özdeğetlendirmelerin de size olumlu yansıdığını düşünüyorum. Bu güzel ve ders niteliğindeki yazı ve yazılarınız için kutluyorum. Bir gün hasta gözüyle hastalığa örnek bakış nasıl olmalı diye oturum düzenlersek sizin konuşmacı olmanızı çok isterim. Eve selamlar. Selam ve hürmetlerimle. Dr. A.S.”

(22.07.2024 / 20.55) Sevgili A… Çok duygulandım. Değerli zamanından fırsat bulup da okuman bir yana böylesi içten ve anlam dolu geri bildirim için de ayrıca teşekkür ediyorum. Hep söylerim insanlar iki şeye mecburlar diğer her şey opsiyonel. Mecbur olduğumuz

  1. İnsanlar ölmeye mecburlar ⁠
  2. insanlar ölünceye kadar yaşamaya mecburlar ⁠ve
  3. biri bana “Nasılsın?” diye sorduğunda bugünlerde en sevdiğim cevabım: “Dünden kötü değilim “ oluyor. Çünkü nerde olduğumu ve “Yaşam Gölünün” karşı kıyısı görünürken seksenin arifesinde “İkinci Zarla” uzatmaları oynadığımın farkındayım. ⁠
  4. Her şey için şükür ve şükran dolu olarak yolunun açık ve aydınlık olmasını diliyorum sevgili Axx.”

İşte böyle bir Temmuz 2024 geçti yaşamın içinden. Etrafımdaki yangın fiziksel olarak geçse de kaos eşiğinde yaşamak kaderini aşamayan ülkemin insanları hayat pahalılığının kıskacında envaı çeşit (türlü çeşitli !!!) yangınlarla boğuşuyorlar ve hemen herkes mucize yaratıyor ayakta durmak, hayatta kalmak için. İşin acı olan tarafı da şu ki; düştüğümüz çukurda debelendikçe daha da batıyoruz ve her çözüm beraberinde daha derin sorunlar yaratıyor. Ne tek adamın ekonomistliği ne de bitkiselin gözlerindeki ışıktan sonra memedin şimşeği düze çıkarmaya yetmiyor; yetecek gibi de görünmüyor benim gözüme. Hazinede biriktiği söylenen dövizlerin ne tür bir soygunun acı reçetesi olduğunu ve bıçak sırtındaki dengenin her an kırılmaya meyilli durduğunu her konu uzmanı biliyor olsa da faizi indirsen de bindirsen de sorun derinleşmekten öteye gitmiyor. Artık tünelin ucundaki ışığın üzerimize gelen şimendiferin ışığı olduğunu herkes görüyor. Bay Cohen’i ve acıtan gerçek sözlerini düşünüyorum:

  • Herkes biliyor geminin su aldığını (batıyoruz);
  • Herkes biliyor kaptanın yalan söylediğini (alıştık artık);
  • Herkes biliyor zarların hileli olduğunu (çoklu çeteden alınan vergilerin oranı artırılmış; ne fark eder, nasıl olsa affetme yetkisi var, yolu var, yapılagelen ve mızrak çuvala sığmasa da “kim korkar hain kurttan” sözünün kabul kapıları sonuna kadar açıkmış…

Nerden nereye geldi klavyenin tuşlarının azizliği. Sağlık konularına şükür doluyken, sahil sohbetinin ardıllarıyla “çelik ve kadife” dokunuşlarının dengesiyle ebeveyn-çocuk ilişkilerindeki “sabır ve sebat” ya da “inat ve ısrar” kadar zihniyet (ne düşünüyorum), niyet (ne yapmak istiyorum), gayret (inancımın gücü) ve metanet (azim ve tutku) ile etkili olmaya çalışırken yine “Milton Erikson’un Beygiri” gibi yoldan çıktığımı görüyorum.
Ne diyelim; Allah ıslah etsin olsun dileğimiz ve açık ve aydınlık yollarda enseyi karartmadan yola revan olsun kervanımız…

Öykücü