Yaşam Büfesinde “Sor(gulay)abilmek”

“… Ağzı iyi laf yapan, konuşkan insanların satış mesleğinde özellikle ülkemizde daha başarılı olacağı varsayılır. Satış konuşarak değil, doğru tavırda ilişki kurarak, karşınızdaki kişide güven uyandırarak ve en önemlisi bilinçli soru teknikleriyle başarılır. Doğru soru sormak kolay mıdır ? Kuşkusuz, hayır. Sormak için müşterinizi tanımanız, konunuza hakim olmanız, ürününüzü, sektörünüzü bilmeniz, rakiplerinizi çok iyi tanımanız ve yaratıcı olmanız gerekmektedir. O zaman yeni bir müşteri ile tanıştığınızda nasıl yaklaşmalıyız, nasıl diyaloga başlamalıyız, müşteride nasıl güven oluşturmalıyız ? Satışta temel olarak iki tane ana kavram bulunuyor. Bir tanesi ikna etme kabiliyeti, diğeri de soru sorma yeteneği. Doğru sorular sorabilmek için önce zekaya ihtiyacımız var…(1)”

İlham Veren Lider (İVL) önce kendini sorgulayıp “içsesi”ni bulacak. Buna da ilk adım olarak pusulanın kuzey ve doğrusundaki “Yönü belirle” ve “Üst sınırı oluştur” emirlerinin gereği olarak RAW Sorularıyla başlayacak(3)… Hepiniz birer cevhersiniz…; İnanırsanız inandırabilirsiniz

Merhaba

HANsızların (2) baskınlığında, gülmeyen yüzler, öfkeli sözler ve urganlı ellerle akıl tutulması (Esenyurt’tan Mardin’e uzanan) kamunun tercihlerine kayyumlu el koymalar altında bayram tadında bayramlar özlemiyle 29 Ekim 2024 de Cumhuriyetimizin 101 nci yılına kutlayıp, kasım ayına ulaştık (Sarı Öküz’ü verince başımıza bunların geleceği belli idi); ne yazık ki denge gücü kalmamıştı ve atı alan Üsküdar bir yana tee Niğde’ye gitti… Geçmiş Kasımlara bakıp dünden bugüne yarınlar için “Soru Sormak” ya da “Sorgulamak” çerçeveli alıntılar yapmak istiyorum. Kasım 2009 da, on beş yıl önce “Öyküyü Yitirmek” başlıklı yazımda “Doğru soru sormak kolay mıdır ?” sorusuna yanıt bulmaya çalışmışım. Nihai amacın “ikna” olduğu süreci doğru sorularla başarılı kılabilmek için “Tavır, Güven, Yetenek ve Zeka” yı öne çıkarmışım 2009 da…

Peki ya bir yıl sonradan (Kasım 2010) seçim yapsam bugüne bir katkısı olur mu ?

(11.2010) Mojo vs Abrakabra (3)

Bugün (25.11.2010) biraz aklım karışık (Bugün, Kasım 2024; aklım karışık değil, net: Bunların hepsi hain ve biz bunca haini nasıl yetiştirdik ve hangi günahları işledik de bunlara mahkum olduk ? Bence cehennem boşalmış olmalı; tüm şeytanlar ülkemde, taşlamak için uzağa gitmeye gerek yok…) Nedeni de “versus” sözcüğü olsa gerek. Bu Latince sözcüğü “vs” olarak kısaltır ve biz çok kullanırız. Belki de kararsızlık anlarımızdır. Sorumluluktan kaçışımızdır. Karşımızdakini ikilemde bırakıp kararı o versin isteriz. Buna bir de kılıf uydururuz. Kılıfa da “adil süreç deriz. İngilizce’sini de buluveririz: Fair Process. Sahibi de Chan Kim Amca deriz. Kim Amcanın René Mourborgne. ile ortak yazısını da Harvard İş Okulu Yayınları arasından buluveririz. Kaynağı güçlendirmek isteriz. Kim ve René nin birlikte INSEADlı oldukları bilgisini de ekleriz.

Versus” güzel bir sözcüktür. Yararlıdır. Anlamlıdır. Kısacık boyu vardır; türlü türlü huyu vardır. Genellikle yumuşak bir kavramdır. Masum görünüşlüdür. İki seçeneği karşılaştırmada, kıyaslamada araya girer. Seçenekler kimi zaman eşdeğerdir; eşgüçlüdür. Kimi zaman da biri önceliklidir. Aradaki “vs” ile süreç yönetimi örneklenmeye çalışılır. Kıyaslamayı yapanın tuttuğu tarafa göre masumiyet azalmaya başlar. Artık “vs” kılıflaşmaktadır. Kimi zaman da “vs“a daha sert görevler yüklenir. Karşılaştırmada tansiyon yükselmiştir. Amaç açık ya da gizli “tartıştırma” hatta “meydan okuma“ya dönüşür; dönüştürülür. Yer, zaman, konu ve kişiler doğru seçilmişse bu düzeyin yararları daha da çok olabilir. Seçimler kadar tarafların “müzakere becerileri” gelişmişse pek sorun yaşanmaz. Tarafların sabrı adım adım gelişmeye yeterse verimlilik artar…(Bugün Kasım 2024 her zamankinden çok “vs” var yaşamın rutinlerinde “Ne yapmaya çalıştıkları hayırlı bir sihir ne de sihirbaz yürümekte zorluk çeken günümüz hain cambazları” ve çoğu da kapalı kapılar ardında, kişisel çıkarlar için fırsat penceresi olarak tanımlanan online satışlar gibi pazarlıkların bize dayatılmasından öte değil; dürüst değil; niyetler saf değil).

(11.2011) Yaşamdan Ders Alabilmek (4)

Enerji Otobüsü” kitabının yazarı Jon Gordonun şu sözleriyle yazımın başlığı olan akıl eğitimi” kavramını sahiplendim bugün (15.11.2011). Ne diyordu Bay Gordon:“…Hayatın bir maraton ya da sürat koşusu olduğunu söyleyenler vardır. Ben hayatın genellikle boks maçıyla birleştirilmiş bir sürat koşusu olduğunu hissederim. Çünkü sadece koşmuyor, aynı zamanda yol boyunca da darbeler alıyoruz. Her gün sağdan soldan yumruklandığımızı hissettiren bir sürü engel ve mücadeleyle karşılaşıyoruz…(MC: On üç yıl önceden bugünü tanımlamışım Jon beyden aktarmayla ben; hiç bir şey değişmemiş, daha da kötüye gitmiş yaşamın her alanı…)

(11.2012) Dert Ağacı (5)

“…Zenginliğine rağmen aradığı huzuru bir türlü bulamayan adam üstada yakarmış “Lütfen bana yardım edin. Aydınlanmak için neler yapmalıyım ?” Çok geç maalesef” demiş bilge, “keza ölümün hızla sana yaklaştığını görüyorum. Şunun şurasında on günlük ömrün kalmış“. Duyduklarına inanmakta güçlük çeken adamcağız perperişan evine dönmüş. Karısı “Ne oldu, niye böyle mutsuzsun ?” diye sorunca adam pişmanlığın ızdırabıyla cevap vermiş “On gün içinde öleceğimi öğrendim bugün. Yaptığım hataları, işlediğim günahları nasıl telafi edebileceğimi bilemiyorum“… Hikaye bu ya … O sırada mali müşaviri kapıda belirmiş “Efendim (MC: Bizimkilerin nefret yüküyle edindikleri hırs, ölümü akıllarına bile getirmiyor.)

Kimi zaman hızlı gidiyorum. Eda’nın paylaştığı öykülerden birinde olduğu gibi “imam/profesör ve seyis” benzetmesinin ana fikri olan “fazla yüklenme” mesajını hak ediyor muyum diye iki adımda bir geri baktığım oluyor. Ancak o genç beyinler, o parlayan gözler ve o herşeyi orada öğrenip şekillenen paradigmalar doğru yolda olduğumun müjdelerini veriyor küçük testlerde. İyileşmeleri ve iyileştirici önlemlerin etkilerini hemen görüyorum. Umutlarım artıyor. Kimi zaman duyarlı yüreklerden gözlere dökülen yaşlar olsa da bunların hepsinin 2013 içinde kutlanacak nice güzelliklerin öncüleri olduğunu kabulleniyorum. İşte bu düşüncelerle iki elimde iki kitap var. Bunlar,

1.Beş sene önce adına FoL2 dediğimiz bir SYNliderlik Yolculuğu programları yaparken edindiğim ve daha sonra dört tane daha alıp SSTC 2008 Çanakkale ve Afyonkarahisar Ustalık Yolculuklarında sevgili Fatih’e hediye ettiğim Dr.Ken beyin “Liderlikte Çıtayı Yükseltmek” ve

2.Birkaç gün önce edindiğim “İmdat Üstad Aranıyor” isimli Bayan Işık Menderes’in yazdığı mistik bir kitap.(MC: On iki yıl önce üstad ararken bugün b*b*yı bulduğumuz ortada ve çırpındıkça (aslında pek fazla çırpındığımız da görmüyorum) batıyoruz.)

(11.2013) Karaktersizin Rengi (6)

Aradan geçen on iki yılda önce Garip (Cemal) vefat etti. Sonra Ekim 2024 de oğlu Mustafa vefat etti. Geçen hafta torun Cemal’in baba annesiyle birlikte yeniden açtıkları dedesi Garib’in Yeri’nde geçmişin anılarıyla keyifli bir yemek yedik. On iki yıl önce “barbun doksana dayandı” derken yan masadaki yeni bir arkadaş geçen hafta iki bin liraydı barbun…

Hava güzeldi (09.11.2013); ılıktı. Deniz kenarında oturabilirdik. Vakit akşam üzerine doğruydu. Henüz hava kararmamıştı. Sağa dönüp Balıklıova‘ya Garip’in Yerine gittik. Efkarlanmıştık. Evde yalnızlığa hazır değildik. Mehmet ve Mustafa her zamanki samimiyetleriyle balık ve mezelerin en güzeliyle bizi ağırladılar. Yirmilik yeniye baktım bardağa ağdalı bir şekilde dökülüyordu. Keyfimiz gıcırdı. Yan masaya iki adam geldi. Biraz sonra sohbetlerine baktığımda adam gibi adam olduklarını anladık. Biri Nezuş’un rahmetli babasına benziyordu; yüzü sakin, tebessümlü ve göbekliydi. Diğeri de benim babam rahmetli “Hacıkuru Farettin”  gibi hem zayıf, ufak tefekti hem de tipi de biraz daha huysuza benziyordu (ikinci görselde muzırca gülümseyen gözler). Konuşmaları önce “Mustafa’ya söyleyelim balıkların ikisini de ızgaraya atmasın soğumasınlar” diye kulağıma çalındı. Tıpkı babam gibi titizleniyordu zayıf olanı. O sırada onların otuz beşliğinin kapak rengi tartışma konusu oldu ve mavide karar kıldılar. Mavi kapaklı Garip’te yoktu ve Mehmet marketten alıp geldi. Garip’te müşteri memnuniyeti esastır.  İki adam gibi adamın dostluklarındaki sohbete kulak kabartmaya başladım. Babam gibi zayıf olanı diğerine “Bugün barbun doksana kadar çıktı” deyince bunlar emekli balıkçılar herhalde diye düşündüm. İlk sözcükler, yan masaya laf atmalar nasıl başladı tam anımsamıyorum. Biraz sonra sandalyelerimiz yan döndü ve konuşmalar bizi aynı masada sanki kırk yıllık dost gibi yakın dörtlü kıldı. Sohbeti sevdim. Arabaya gidip videokameramı alıp geldim. Bir de baktım ki Nezuş çoktan onların masasına geçmiş. Sohbet koyulaşmış. Anladım ki Nezuş’un bu samimi sohbetle verdiği mesaj eve çingene bile gelse kusursuz ağırlamakla ilgili ve çocukluk anılarıyla perçinleşmiş bir inancın paylaşımı.  Çekime başladım. “Kaç yaştasınız ?” diye sorduğumda “Sana göre kaç ?” karşı sorusu geldi. Bir ara, daha önce duyduklarımdan “Elli beşte birkaç yıllık evliydim…” izleri öne çıktı. Tahmin ederken üç yıl geriye gittim. “On yedisinde evlense” diye düşünüp ve “Otuz beş doğumlusunuz” dedim. Tam isabetmiş. Masa arkadaşlığı biraz daha perçinlendi…

(11.2014) Rubicon’u Aşmak (7)

On yıl önceki Kasım yazımın başlığı “Damacı Piyon” iken ben içerikteki bir başka kavramı seçtim “Rubicon’u Aşmak”; aradan geçen on yıllık süreçte dünden bugüne odağımdakileri düşününce… Ben çok defa aştım Rubicon’u; çünkü konfor zonunun değerini bilmeden başımı derde sokma girişimlerinden her zaman zevk aldım (ben biraz mazoşistim galiba). Birkaç yıl sonra batınca olası felaketin boyutunu anladığım çok ciddi bir girişime karar verdim (belki de Barışlı Halil İbrahim için kullanılmaya bile razı oldum). Bunun çok daha az önemli bir başka örneği ile eleştiri alınca rahmetli satış müdürüm, meslektaşım (EZM67İU) İsmet beye telefonda anlattığım bir fıkra ile açıklayayım:

“…Taksinin biri hızla kaldırıma çıkınca kaldırımdaki yayalar tepki göstermişler “Hoop, birader ne oluyor, ne yapıyorsun ? Kendi yolundan gitsene…” benzeri tepkilerle (bugün olsa böyle sözler söylenmez hemen tabancalar çekilir ve ortalık savaş alanına döner; vakt-i zamanında kavgaların da belirli bir süreç yönetimi olurdu. Önce sözler , sonra öfkeli sözler, ardında ileri doğru bir hamle yapılırken “tutmayın beni” diyenlerin aslında “tut beni de gitmeyeyim; erkeklik bende kalsın” benzeri tavırlarından sonra ilk temas başlardı en yumuşak şekliyle). Bu tepkiler üzerine taksi şoförü arabadan başını uzatır ve “Ne kızıyorsunuz ? Siz her gün defalarca bizim yolumuza iniyorsunuz, biz size bir şey diyor muyuz ?…”

Bölgeler arası tarım ilacı transferi (sözde) yasak olmasına rağmen hemen her yıl Adana’dan Ege’ye özellikle NRN ve SPRCD gibi meyve ağaçlarında kullanılan ilaçlarımız gelir (örneğin Tireli en büyük bayimiz SK’a) ve biz bu nedenle söz konusu ilaçlarımızı satmakta zorlanır ve hedef bütçeyi tutturamamak sıkıntısı yaşardık. Bir sefer olsun ben de Ege’den Adana’ya ilaç satışı yapmış ve satış müdürümden tepki alınca yukarıdaki fıkrayı anlatmıştım. İlk amirimin tepkisi hafiflemişti. Ancak Rubicon’u aştığımda öyle bir örnek var ki (sözde) Denizlili bayiye sattığım (aslında nihai hedefi bildiğim) üç tona yakın en çok istenen ilacı (PL) satışım tam bir felaket öncülü idi. Kerem’in panelde söylediğinin birkaç katı uykusuz gecelerim oldu. Londra’da harekete hazır otobüsü sadece “Key Person / Key Dealer” olarak tüm yolculara hissettiren eski Cibalı kılıçlı deniz iki yıl önce batsaydı ben bugün farklı öyküler anlatıyor olacaktım.

Bu “Rubicon’u Aşmak” da önemli olan ne biliyor musunuz ? Aştığınızı bilin ve gelecek olan olası tepkilere hazırlıklı olun. Diğer bir deyişle “Etki ile Tepki arasındaki Özgürlük Alanınızdaki Seçeneklerinizi Şekillendirmiş” olun. Şimdi o yazımdan bir paragraf alayım:

“…Başarılı bir üreticiydim. Tıpkı yazımın girişindeki Mehmet gibi. Ürettiğim satış değil teknikti. Denemeler, ruhsatlar, etkileyici beraberlikleri, demolar vb. Yaptıklarımdan ve yapmadıklarımdan sorumluydum. Kendimden sorumluydum. Kurallar belliydi. Sınırlar belliydi. Hedefler netti. Ölçülebilir amaçlar somuttu. İşler yolundaydı. Bu mutlu mesut iş yaşamı yedinci iş yılıma kadar sürüp gitti. Çevrem kaynıyordu. Bölgesel yönetim sorumlulukları karmakarışıktı. Gemiyi terk edenler artmıştı. Kalanlar can derdine düşmüştü. Devşirme güçler işe yaramadı. Beni alıp üretimden yönetime geçirdiler. Bu değişimi sevmiş miydim ? İlk sıkıntılı günlerimde bu soruya evet yanıtı verdiğimi sanmıyorum. Ya diğerleri nasıl yönetici olmuştu ? Hemen hemen tamamı en başarılı satışçıları yönetici yapmak şeklinde gelişmişti. Satıştaki başarısını daha çok hırsına bağlı olan satışçı (ki ben yönetici olmadan önceki tüm görevleri “üretim” ve çalışanları da “üretici” olarak tanımlıyorum) aynı hırsı, elinde kırbaçla yönetimde de gösteriyordu. Tıpkı S.Covey‘in “Max and Max” kısa, öğretici filminde olduğu gibi. Ne var ki eski üretici yeni yönetici olarak bunu yaptığının farkında bile değildi. Ona göre o, çok uysal, insan odaklı, halim selim biriydi. Kendini tanımıyordu. Çünkü bunalıyordu. Yönetici olarak diğerlerinin yaptıklarından ve yapmadıklarından sorumlu oluyor; üstlerine hesap verirken bilinmezliklerin girdabında boğuluyordu. Yedi yıl önce (2007) tüm üst yöneticilerime dağıttığım “Buzdağımız Eriyor” kitabının yazarı olan John Kotter’in yirmi yıl önce üniversite master yaparken bir arkadaşı ile birlikte ele alıp geliştirdiği “amirinizi yönetmek” kavramını bilmeden yaptıklarımla “Rubicon’u Geçiyordum”. Asıl tehlike Rubicon’u geçtiğimin bilincinde olmayışımdı. Bu da çoğu zaman başımı taşlara çarptırıyordu. Bu nedenle çoğu zaman “otorite tuttuğunu öpüyordu”; beni de…

On yıl önceki yazımın satır arasında geçen “Yedi Yıl Önce (2007)” de apayrı bir öykü yumağıdır. Nasıl seçtiyse üst amiri, sanki bir beyin fırtınası seansına dışardan konuya yabancı birini getirip de deneyimsiz, ön yargısız, konu dışı bakışla sınırları zorlamak istercesine otorite bay RJ ile geçti CINOS’taki son üç yılım. İçecek sektöründen gelmişti. Bayi camlarını giydirdi; totemler dikti fakat; eylemlerin arkasını dolduracak ve edinilmiş başarıyı uzun soluklu sürdürecek kararlardan uzak küçük hesaplar(ın)a kurban gitti. Merkezin yakın ilgisine ek olarak uygun fiyat teklifi ile ihalede kazanıp da ekibin üstün gayretleriyle kalıcı kılma çabalarını kimi zaman bir “uzatma kablosu” masrafına feda edecek kadar güvensizdi. Bergamalı ve Gördesli uykusuz gecelerdeki özveriyi görse de ruhundan içeri girmedi. Tıpkı “Pretty Woman” daki mesajda ifade edildiği gibi. Ne ilgisi var demeyin açıklayacağım.

Yıl 1995; bir yıl önceki ülkesel krizin (5 Nisan kararlarıyla piyasalar allak bullak ve çiftçi önceki yıldan yansıyan hataların bedelini kararsızlıkla ödemeye devam ediyor) ardılları hâlâ etkili. Satış grafikleri yükselme eğilimine girmiş ve süreçin olumlu rüzgarında faydayı maksimize etmek gerek. Bağda ve pamukta seferberlik ilan ediyorum. Bunu da satışçıları tarlaya ve gece kahveye sokup satışın ana eylemi olan “Push / İtme” yi “Pull / Çekme” ile bizzat satışçıların dengelemesi için kırmızı tulumla yanlarındayım. Sevgili Sevnur’un “müdür olunca seyahatleriniz azaldı mı Mustafa Bey ?” sorusuna verdiğim yanıt gibi “müdür olmasını bilemedim ki…” Bunu da yıllık toplantıda sunumumun ana mesajı yaptığımda diğer bölgelerin (özellikle Adana’nın) “ne yani, biz yapmıyor muyuz ?” tepkilerini görünce “Pretty Woman” daki R.Gere’in J.Roberts’a sözlerini kullanıyorum. Tarlalara girmek, kahvelerde çiftçi toplantıları yapmak, ziraat mühendisliği mesleğini satış becerileriyle bütünleştirmek, kısaca “Pull / Çekme” yapmayı söz konusu filmdeki “operaya gitmek“le özdeşleştirip şu ifadeyi kullanıyorum:

“Operaya ilk defa gidenler ya severler ya nefret ederler; severlerse hep giderler, sevmezlerse farkı anlarlar ama asla ruhlarından içeri girmez”

(11.2015) Fırsat Tanrısı (8)

Seçimin hemen ardılı olarak yazdıklarımdan bir pasaj

“…Dün seçim oldu. Sonuçlar ortada. Hava azıcık serin osa da, güneşin ısıtan ışınlarına güvenip Çeşme’ye geldim (k). Şömineyi yaktık. Böyle bir Pazartesi gecesinde en iyisi “Paramparça” dizisini seyredip devletin değil, Cihan’ın başına gelenlere bakmak…Pısırık ana muhalefetin baş oyuncusundan köy ve kasaba olmayacağı belliydi. Faydasız yetenekleri bu oyunu oynamaya yetmedi. O da orta yola razıydı. Böylesi kötü koşullarda belki de iktidar olmayı özellikle istemiyordu. Kırk yılda kazandığı “muhalefet olma ve muhalefette kalma” yeteneğine yukarıdaki öyküdeki ödülü beklerken yediği köteğin farkında değil gibiydi ekranlarda. Bakalım Aralıktan sonra neler olacak ? (MC: Ali Cengiz’den oyun çalmaya gerek kalmadı yeniden iktidarda kalıp bizi bugünlerin cehenneminde taşıması için…)…Beter vs Better“ geldi aklıma. Bir “t” eksik olmuş, ya da bir “t” fazla olmuş ne fark eder ki ! Bu bir yazım hatası değildir. Sizi İngilizce “better” dan alıp Türkçe “beter” e getirir baktığınız penceredeki buğu. Bakalım bu sonuçla medyatik yaşamlar için, taraf olmayanlar için günler, duble “t”li mi yoksa tek “t” li mi ya da İkitellide çifte telli mi olacak ?…Hükümet olmak için değil ama blok oluşturmak için sahip oldukları 292 nin gücüyle beş ayda mecliste bu kavgayı verselerdi bugün çok şey değişirdi. En azından seçmen bunlardan işe yarar eylemler çıkacak galiba diye umutlanırdı (MC: Kemal’den Özgür’leşip gençleşse dealtı ok lideri beceriksizlik düzeyi değişmedi; lafını düşünmeden etti, el yükseltti, devlet bağışladı Devlet’in urganlı çağrısına karşılık… beceriksizliğe kılıf olsun, teselli olsun diye ironi aradı ruhum, onu da bulamadı…)

(11.2016) Ockham Usturası (9)

Pakistan sonrası Tacikistan; zor günler ve beklenmedik sağlık sorunu. Apar topar Tacikistan’a gidip abisini alıp gelen Eray ve Kerem… Kent’te usta ellerde by-pass ve “dur diyebilmek” ve Kasım 2016 dan bir pasaj…

“…Ümit’in by passıyla nasıl bağlayacağım bu cebir denklemini bakalım ? …“Yaşadığınız her gün hakettiğinizin bir fazlasıdır (n+1); kesintisiz kolaylık (n+1); Azı karar (n-1), çoğu zarar (n+1); aç kal budala kal (n-1); işten artmaz dişten artar (n-1);…” Bu benzeri sözcük kümeleriyle ihtiyacınızın karesinden bir eksikse dağarcığınız, ifrat (n+1) ve tefrit (n-1) in cebelleşmesinden, ince ayarından, gelgitlerinden, challenge’dan doğruyu bulursunuz. Eğer kurumunuz elde ettikleri ihtiyaçtan fazlaysa (n+1) ve bu fazlalıkla güle oynaya yola devam ediyorsa, oyunu kuralına göre oynayıp hatta bir yerden sonra kuralları kendisi yazabiliyorsa, siz de gereğinden bir eksiğine (n-1) razı olup “aç ve budala kalmanın tutkulu uyarısıyla “better is not sufficiently good / daha iyisi yeterince iyi demek değildir” diye düşünüp “2P” ile yola umutla, mutlulukla, hazla, hevesle devam ediyorsanız korkmayın. Dün gece Beyaz TV de “Trendeki Adam” isimli bir film vardı. Bir yerinde şöyle diyordu yaşam gölünün karşı kıyısına vardığını bilen yaşlı profesör “Uzun zaman durmadan ararsanız, birgün aramadan bulursunuz“. Hoca haklı. Bu yargıya çift yönlü bakmak gerek. Ne arıyorsun ? Biz de bu sorunun iki seçenekli yanıtı vardır. Arayan Mevlasını da bulur…da… Ne yapmalı, nasıl yapmalı ?

(11.2017) Olgunlaşırken… (10)

GAT Dünyası (Ver ki alasın) ndaki “denge”yi oluştururken doğruyu bulmak, seçmek ve sürdürmek adımları için sırasıyla akıl > irade > güç adımlarında her zaman ödenecek bedeller var. İşte yedi yıl önceki “Alınganlık ve Olgunluk” başlıklı yazımdan bir alıntı:

“…Mestleşen Eray‘ın sıranın önüne geçme mücadelesi tüm hızıyla sürüyor. Bir yanda profesör olmanın mesleki operasyonlarının yorgunluğu, diğer taraftan Kore, HongKong ve Azebaycan dolaylarında ağ kurma gayretlerinin cost/benefit değer yargılarındaki beklentileri L1 den L3 e erişmiş durumda (Bugün HongKong’da). Çok şükür. Küçük kardeşi Kerem’in Netgillerdeki yükselme trendi Yunt / Işıkkent / Mavişehir yerleşkelerindeki yeni yatırımlarla sektörün gelişme ve dönüşme hızını aşmaya çalışırken uykusuz geceler sürüyor. Büyük Abi Ümit’in gurbet ellerinde altıncı yılına girmek üzere olan expat’lık gayretleri Pak.lı, Tac.lı ülkelerin başarı ve başarısızlıklarının yan etkilerinde sağlığı etkileyen yansımalarıyla bazen L4 den L1 e dönüşlerle gelgitler yaşatıyor (Ümit bugün Türkiye’de). Oğullarımın 52 yaş ila 36 yaş arasındaki gurur veren başarılarının “emek ve yemek” ilişkisinin değişkenliğinin çoğu zaman hissedebileceğimden fazla baskın olduğuna inanıyorum. Bu nedenle “şükür ve şükranla dualarla” sığındığım liman oluyor. Neyse konuyu dağıtmıyayım. Bu paragrafın başındaki sorunun yanıtına geleyim. Bu soru size kendimi anlatmak için, Utku’nun istediği video kaydı içine koyacağım ana mesajı burada yazmak için bir kapı açmak içindir. Hoş bu arada en fazla dört dakikalık olması gereken “Mustafa hoca kimdir ?” sorusunun yanıtına ait filme hangi mesajları, nasıl bir sıralama ile koyacağım da aklımda çok netleşmiş değil. Görünen o ki bu kounda birkaç versiyon hazırlayacağım.

Sahi bugün 2024 ün Kasım ayı ve aynı soruyu tekrar sorayım: Mustafa hoca kimdir ? Yanıtı 15 Ekim’deki İlham Veren Lider’in kapanışındaki konuşmada net olarak var…

“…Unutamadığım yaşanmış bir öyküdür. CCL den yeni dönmüştü. Bir bilgi paylaşımımı sevmedi, Kendi moduna uymadı. Fazla duygusal buldu ve beni odasına çağırdı. CCL de öğretilen konuları özetleyen 14 cep kitapçığının dördünde ele alınan “Feedback / Geribildirim Alma / Verme Becerisinin” temel prensipleri nettti. Pekçoğuna uymadı. Otorite masasında oturuyordu. Yan taraftaki bilgisayarına bakarak konuşuyordu. Yüzüme bakmıyordu. Belli ki vereceği geribildirimin konusunda o da tedirgindi. Önce buzları kırmaya çalıştı (breaking ice). Kravatımın güzelliğinden söz etti. Ben başıma gelecekleri az çok tahmin ediyordum. Elimde kalem defter duyacaklarımı not etmeye hazırdım. Öyle de yaptım. O konuştu. Ben yazdım. Arada bir yazdıklarımı, onun sözlerini yineleyip “doğru mu anlamışım ?” diye sorup pekiştirdim. Beklentilerimde olacakların sadece düzeyini, sınırlarını, şiddetini ve uslübunu kestiremiyordum. Diyalog kör topal ilerledi. Bir yere gelince bakla ağızdan çıktı. “Sen” diye başladı sert bir ton ve “Ayşe’ye böyle davrandığın gibi Fatma’ya da davransaydın o da gelişirdi” diye devam etti. “Sen bu kadar duygusallığı oğullarına göster burada değil” ile faul ve belden aşağı vuruşlar başladı konuyu bırakıp kişiyi ele alarak. Üstelik kumbarada birikmiş olan eskilerden başlayarak. Vakti zamanında, ya da sevgili Aydınçelebi’nin sıklıkla kullandığı gibi “Zamanın behrinde…”

Ne kadar eskilerden söz etme(me)li ?

“…Bu sözle bir başka fıkraya geçerek geri geleyim. Bir kış gecesinin gaz lambasının soluk ışığında suskun geçen bir anında, yaşlı karı kocanın canı sıkılmış sohbet edecek bir konu bulamamaktan dolayı ve kadın kocasına demiş ki “Efendi hadi gel eskilerden bahsedelim”. “Tamam” demiş yaşlı adam ve “Hatırlıyor musun evlendiğimizde sen kız çıkmamıştın“. Kadın hemen hoplamış “Bey, bey o kadar eskilerden demedik” diye kükremiş. Hem suçlu hem güçlü belli ki kadın olmanın yaradılıştan gelen üstün bir savunma gücü var. Ne diyelim, helal olsun ! İşte bunun gibi eskilerden, birikmişlerden söz eden otorite “Bu tavrını hep yapıyorsun. Aynı şekilde Ahmet’e de böyle Ayşe’ye davrandığın gibi davranmış olsaydın onu işten çıkarmak durumunda kalmazdım” diye oyuncuya yüklenmeyi sürdürdü.  Demem o ki; bir konuda geribildirim vermek istediğinizde lütfen kişiye değil konuya odaklanın. “Olgun olmayan” yerine “Olgunlaş(a)mamak” olsun konunuz. Yapabilmek çok zor mu ? Sanmıyorum. Belki önce tanımda buluşabilmek gerek… Sahi sizce “olgunluk” nedir ?

Bunak hainlerle baş başa kaldığımız bunca yıla bakınca biz mi acıya dayanarak olgunlaştık; onlar mı çırpınışlarımızı gördükçe keyif alıp olgunlaşmaktan bucak bucak kaçtılar ve neden bunca yozlaşmışlık ? soruları birbirine eklenip aklımı yoruyor ve daha önce yazdığım bir uyarıyı uysa da uymasa da buraya tekrar koyuyorum: Don’t fuck my mind…!

Sağlık ve esenlik dileklerimle umarım bıçağın kemiğe dayandığı yaşam rutinlerinin baskısıyla makul ve mantıklı kararlar alınır ve parçalanmanın eşiğindeki kaos öncüllerini yaşayan ülkem kurtuluşu bulur…

Öykücü


(1) https://www.copcu.com/2009/11/30/yasam-bufesinde-oykuyu-yitirmek/)

Fotoğrafın Dili: Temmuz 1997 / Çeşme / Şampanyalı kutlama: NOlaşma sürecinin kritik karar anları (Cibalı AÜ / TA vs Sandozlu SE / EK ) Dr.J.Rüegg özel konuk (FST: Sultana Denetmeni !!!) Soldan sağa: MÇ, TA, MC, TÖ, NC, TÖ, FK, AK, JR)

(2) HANsızlar: https://www.copcu.com/2021/05/30/yasam-bufesinde-hansizlar/

(3) Mojo ve Versus: https://www.copcu.com/2010/11/25/yasam-bufesinde-versus-vs-mojo/

Fotoğrafın Dili: Enstitü 1985; Rahmetli Meliha Karman ve Nezahat Copcu (becerilerin karşılıklı paylaşımında gülen yüzler ve sevgi aktarımı)

(4) Yaşamdan Ders Alabilmek: https://www.copcu.com/2011/11/15/yasam-bufesinde-akil-egitimi/

Fotoğrafın dili: CINOS’un üçüncü evresinde öğrenme yolculuğu (Frameworks) ile performans yönetimi arasındaki ilişkinin bölgelere göre değişik etkilerle kendini göstermesi

(5) Dert Ağacı: https://www.copcu.com/2012/11/04/yasam-bufesinde-dert-agaci/

CINOS’tan sonra iki yılı aşkın ABG süreci de bitmiş ve Temsil Plaza’da Hostcini’den Netdirekt’e geçiş sürecinde “bilginin zekatını verme” gayretiyle heyecanlıydım

(6) Karaktersizin Rengi : https://www.copcu.com/2013/11/09/yasam-bufesinde-karaktersizin-rengi/

Balıklıova (Garib’in Yeri)nde spontane gelişen dostluk; Rahmetli Ertuğrul’la gelmek nasip olmadı.

(7) https://www.copcu.com/2014/11/23/yasam-bufesinde-damaci-piyon/

Dama ustası her üretici Satranç ustası ustası olabilir mi ? Olanları gördük; olmayanları da…
Peki ya satrançta bir taş olsaydınız hangi taş olmak isterdiniz ? Şah ve Vezir demeden önce bir düşünün…

(8) Fırsat Tanrısı : https://www.copcu.com/2015/11/03/yasam-bufesinde-better/

(9) Ockham Usturası: https://www.copcu.com/2016/11/01/yasam-bufesinde-morbayles-n2-1/

(10) Olgunlaşırken… https://www.copcu.com/2017/11/07/yasam-bufesinde-alinganlik-ve-olgunluk/