“…1.İmar planlarında kamu kullanımına ayrılan yerleri özel imara açarak; 2.Emsal artışıyla bazı kişilere ayrıcalık tanıyarak; 3.Orman alanlarını imara açarak; 4.İmar mevzuatına aykırı ek inşaatlara göz yumarak sadece İstanbul’da 130 proje sahibine (!) : İBB’nin 2022 yılı toplam bütçesinin 22 katına denk; TOKİ’ni 18 yıllık kentsel dönüşüm faaliyetlerinin 8 katına denk; Türkiye’de öncelikli olarak dönüştürülmesi gereken 6.7 milyon konutun yenilenme bütçesine denk rant(=avanta) yaratılmış…”(*1)
Merhaba
Kurtulmak istiyorum. Kurtulamıyorum. Olumsuzluklara saplanıp kalıyorum. Çırpındıkça batıyorum. Gülmeyi unuttum. Yüzüm günbe gün artarak karardı. Ülkem insanı kaos eşiğinde yaşıyor. Yirmi yıl önce sarı öküzü verince yuları kaptırdık. Çık çıkabilirsen boyunduruktan. Her gün yediğim yumurta içime sinmez oldu. Gün aşırıya çevirdim yumurtalı kahvaltıyı. Fazlasını içime sindirmekte zorluk çekiyorum. Boğazım düğümleniyor. Goleman’ın kitaplarıyla yeni yıla girdim. Ocak ayında “Odak (*2)” okumaya başladım. Şubat’ta rotam değişmedi. Bu kez yine Goleman’dı baş rollerde. Yanına Boyatzis ve McKee de katılmış. “Yeni Liderler (*3)” ile okumayı sürdürdüm. Sayfalar ilerledikçe odağım dağılmaya başladı. Duygusal Zeka ile ilgili sözcükler “Soyut Kavramlar” şekline döndü. Çocukluğumda buna “Mücerret” derdik. Yeniden günceli aramaya başladı ruhum. Demek ki az, çok ben de mazoşistim. Acıyı arıyor oluyorum. Yine eski sözcükle “Mücessem“le teselli buluyorum.
Çatıya çıktım. İki yıllık bir kitabı alıp indim. İlk sayfasında edinme öykümün notu aynen şöyle:
“…Fox’un sabah programında Prof.Şirin’i izledim. Beğendim. Hepsiburada’dan sipariş verdim. Yaklaşık bir ay kitap gelmedi. Aradılar. Satın aldığım kitapçıda kalmamış. “D&R dan alıp göndereceğiz; ister misin ?” diye sordular. Onayladım. Böylece 67TL a satın aldığım kitabı 87TL dan alıp bana bana gönderdiler. 28.01.2023″
Kitabın basım tarihi Ocak 2023 ve aynı ay içinde kitaplığımdaydı. Çok beğendim kitabı. On Şubatta okumaya başlamışım. Araya 6 Şubat depreminin şoku girmiş. Okumamda neler baskın olmuş ? Nerelere göre seçim yapmışım? Şimdi yanıtlarım net değil. Kimi yerlerine dikkat çekmişim. Örneğin
- Yol, ancak yola çıkana görünür; çoklu refah (S24)
- Cam Tavan Endeksi (S58)
- Filler mi pireler m i ? (S61)
- Rubikon’u geçmek (S78) (*4)
- Rant ve avanta (S81): Yazımın girişindeki alıntı
- İsviçre Peyniri (S121)
- Yankı odasında yaşamak (S194)
- Hurafe (sosyal medya) modern safsata (S197)
Peki Şirin Tepeli ne demek oluyor ?
Haftanın beş günü saat 19.00 oldu mu Fox (Now) başındayım. Muhalefet odaklı haberler mi merakla izlediğim ? Hayır. Sevdiğim bir diğer Selçuk’la özdeşleşiyorum. Söyledikleri değil ilgimi çeken. Jestleri, mimikleri, sesinin tonu, suskunlukları ve asıl önemlisi söylediklerinin arka bahçesindeki sessiz haykırışları. “Ofluyor, pufluyor” başını sallayıp ekranın soluna kayıp yüzüne yansıyan ruhundaki fırtınanın anlık yansımasını saklamaya çalışıyor. O Selçuk ekranda küfremediyor. İçinden geçenleri tam olarak söyleyemiyor. Sessizliğindeki isyanı mimiklerinde görüyorum. Dile düşmeyen gerçek sözcükleri jestlerinde okuyorum. Söylemediklerini duyamıyorum ama görüyorum. O sessiz, ben sesli öfkeli haftanın beş gününde ekran başındayım. O Selçuk, Tepeli (*5) ; elimdeki kitabın yazarı Şelçuk Şirin ve ruhum ikisini aynı potada buluşturuyor: Şirin Tepeli
Bu arada WhatsApp Grubumda “X” te Albayım ismi altında bir haber paylaşılıyor:
“…İzmir Ödemiş Kaymaklı çok programlı Lisesi Müdürü Ayhan Kökmen iki öğrencisi tarafından öldürülüyor (15.12.2017 disiplin suçu ile başka okula nakil nedeniyle; 23.07.2024 de yargı kararını veriyor). Olayın araştırılması için Maarif Müfettişi Doğan Ceylan (*6) görevlendiriliyor. Müfettiş, öyle bir rapor düzenliyor ki, tüm anne babaların okuması ve kendilerine ders çıkarması gereken bir rapor. Türk gençliğinin içinde bulunduğu bir durumu analiz ediyor ve DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİne işaret ediyor.
DUYGUSUZ NESİL TEHLİKESİ Doğan CEYLAN, Eğitim müfettişi
Hayatın gerçekliklerinden habersiz, duygusuz ve bencil bir nesil geliyor.
- Şehitler için gözyaşı döken kendi ana babalarını anlamıyorlar.
- Başkalarının çocukları için ağlamaya anlam veremiyorlar.
- Yanıbaşımızdaki savaşlar, acı çeken çocuklar, ölen onbinlerce insan onları hiç ilgilendirmiyor.
- Tüm acı gerçekleri çizgi film tadında izliyorlar ve yürekleri hiç acımıyor.
- Hayatlarının odağındaki tek şey eğlenmek.
- Eğlenemedikleri tüm zamanları kendilerine bir işkence olarak görüyorlar.
- Kendileri için yapılan fedakarlıkların hiç farkında değiller.
- Kıymet bilmiyorlar ve vefasızlar.
- Herkesi kendine hizmet etmek için yaratılmış görüyorlar.
- İnsanlara verdikleri değer, onların isteklerini yerine getirebildikleri ve ne kadar eğlendirdikleriyle orantılı.
- Hayatlarında eğlenmeden başka bir amaç olmadığı için artık tek eğlence kaynağına dönmüş telefon ve tabletlerini ellerinden aldığınızda dünyanın sonunun geldiğini zannediyorlar.
- Geçmiş onları pek ilgilendirmiyor, atalarımıza karşı vefasızlar.
- Dedelerinin canları, kanları pahasına vermediği vatan toprağını en iyi fiyatı verene satacak kadar maneviyattan yoksunlar (Sadece yeni nesil mi ? Soysuzlar Çetesi hemen her yerde ve her yaşta)
- Vatan, onlar için son model bir cep telefonundan daha değersiz.
- Milletimizin geleceği açısından endişeleniyorum. 20 yıl sonra bu nesil, nasıl ana-baba olacak?
- Kendine hayrı olmayan bu nesil nasıl çocuk yetiştirecek?
- Evlerini nasıl idare edebilecek?
- Ülkeyi nasıl yönetecek?
- Vatanı nasıl savunup can verecek?
- Bütün bunlar neden oluyor izah edeyim.
- Altın kafeslerde çocuklar yetiştiriyoruz artık.
- Uçmayı bilmeyen kuşlar gibi.
- Çocuklar hayattan bihaber.
- Açlık nedir bilmiyorlar, yedikleri önlerinde yemedikleri arkalarında, acıkmalarına fırsat bile vermiyoruz. Öyle ki yemek yemeyi bile işkence görür hale geliyorlar.
- Susuzluk nedir hiç bilmiyorlar. Hiç susuz kalmamışlar.
- Üç adımlık yolda bile susarlar diye yanımızda içecek taşıyoruz. Çocuk daha “susadım” demeden ağzına suyu dayıyoruz.
- Çocuklar hiç üşümüyorlar. Soğuk havalarda evden çıkarmıyoruz. Okula giderken kırk kat sarmalayıp çıkarıyoruz dışarı, hiç titremiyorlar.
- Çocuklar hiç ıslanmıyorlar, evden arabaya kadar bile üç metrelik mesafede şemsiyesini başına tutuyoruz. Saçına bir tek yağmur damlası düşürmüyoruz. Bu yüzden çocuklar ıslanmak nedir bilmiyorlar.
- Yorgunluk nedir bilmiyor çocuklar.İki adımlık mesafelere bile arabayla götürüyoruz onları yorulmasınlar diye.
- Birazcık parkta koşsalar, hasta olacak diye engel oluyoruz. Onlar takatleri tükenecek kadar hiç yorulmuyorlar.
- Yokluk nedir bilmiyorlar, daha istemeden her şeyi önlerine sunuyoruz. Bu yüzden varlığın kıymetini bilmiyorlar.
- Onlar bir yanığın veya bıçak kesiğinin acısını bilmiyorlar. Elleri yanmasın, kesilmesin sakın diye onlara ne bıçak tutturuyor ne ocak yaktırıyoruz.
- Çocuklar hissetmiyor yaşamı, açlığı bilmediği için açlara acımıyor, üşümek nedir bilmedikleri için sokaktaki evsizleri umursamıyor.
- Yokluk nedir bilmedikleri için ekmeğe gelen zam onların dikkatini bile çekmiyor, haber kalabalığı olarak görüyor, gülüp geçiyorlar.
- Sıcak odalarında yaşadıkları için evsizlik nedir, sürgün nedir anlamıyor, savaşları, kurşunlanan ölen insanları umursamıyorlar. Acımıyorlar……
- Kıymetini bilmiyorlar ekmeğin, elbisenin, barışın ve huzurun, ana babanın….
- Müdahale edilmezse gelecek iyi şeyler getirmeyecek güzel ülkemize.
- Bu sorunu Devlet derinden hissetmeli.
- Bu sorunun çözümü için ciddi çalıştaylar düzenlenmeli.
- Öğretim programları ve ders materyalleri revize edilmeli.
Seksen yılıma bakıyorum ve…X (MNC) in öncülüğünde Y (ÜEK / PÖZ) ve Z (ABİDE) Kuşağımın bireylerinde (özüm, eşim, oğullarım, kızlarım ve torunlarım) tüm bunlardan arınmış olduklarını görüyorum. Seviniyorum. Sevincim kursağımda kalıyor. Çünkü ülkemin genelinde bu yazılanlar doğru. Öte yandan sanki bilinçli olarak böyle yapılıyor diye düşünüyorum. Diziler bu yönde yozlaştırıyor. İçten içe çöküyoruz. Ebeveynler doğrular için rol model olmuyor. Herkes işin kolayında. Rahmetli Özal zamanında “köşe dönmece” vardı. Sanırdım ki o dönemeçte hedef sadece paraydı. Yanılmışım. Piramidin tabanında çırpınan ebeveynler çocuklarınla ilgilenmekte yetersiz kalıyorlar. Aynı konuya 2019 yılında Prof.Şirin‘in sıraladığı önerilerine, uyarılarına bakınca neler görüyorum ? (*7)
02.09.2019: Çocuklarımıza dünyadaki akranlarıyla daha iyi rekabet edecek becerileri kazandırabiliyor muyuz?
Daha evvel bu köşede 21. Yüzyıl becerilerini sıralamıştım o nedenle bu sefer sözü Harvard Innovation Lab’de öğrenme ve eğitim üzerine kafa yoran Toni Wagner’e bırakacağım. Wagner, artık klasikleşen Global Achievement Gap adlı çalışmasında global ekonomide başarılı olabilmek için 7 temel beceriye sahip olunması gerekir, diyor. Artık pek çok eğitim sisteminin benimsediği 7 global beceri şunlardan oluşuyor: Eleştirel düşünme, İşbirliği, Zihinsel Çeviklik ve Esneklik, İnisiyatif alma, Sözlü ve yazılı iletişim, Veri analiz ve Tahayyül! Dilerseniz her birini tek tek açalım.









Yaşamda hergün eğitim, herkes eğitmen ve her birimiz sürekli öğrenciyiz.
Yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü
(*1) Prof.Dr.Selçuk Şirin : Ya Adalet Ya Sefalet (Daha Yaşanır Bir Türkiye İçin: 7 Mesele, 7 Reçete) isimli kitabının (Ocak 2023) 80nci sayfasında Sözcü’den Özlem Güvenli’nin raporuna atfen
(*2) Odak https://www.bkmkitap.com/odak
(*3) Yeni Liderler https://www.bkmkitap.com/yeni-liderler
(*4) Rubicon’u Aşmak: https://www.copcu.com/2010/07/21/yasam-bufesinde-maslasirken/
“…ve bir de bakıyorsunuz üst sınırınızı aşmışsınız. Önemli olan aştığınızı biliyor musunuz ? Aştığınızın farkında mısınız ? Bu aşımın olası sonuçlarına baştan hazır mısınız ? İşte bu yine Rubicon’u geçmek… Yazımın başlığı “Yaşam Büfesinde MASlaşırken” koyarken güncel kimi köşe yazılarının da etkisinde kaldım. Dün Hürriyet’deki köşesinde M.Y.Yılmaz işin özünü Latince özdeyişle ifade etmiş “Alea iacta est /Ok yaydan fırladı / Zar atıldı !”. Bunu Başbakanın sözlerine bağlamış. Ben aynı yaklaşımı “Rubicon’u Aşmak” sözleriyle daha önce yazılarımda işlemiştim. Tam üç yıl önce bugünlerde Salesmax Dergisi’nin on yedinci sayısında tanışmıştım bu kavramla. “Satışçılar İçin Dünya Tarihi-4” yazı dizisinde Nigel V.Keohane takma ismiyle çok güzel bir makale ortaya konmuştu. Burada sadece bu kavramı açıklamak ve satış ve pazarlamayla bağıntısına kısaca değinmek istiyorum:
“… Rubicon’u geçmek, Roma Senatosuna bağlı askeri kuvvetlere karşı bir savaş ilan etmek anlamına geliyordu ve MÖ 49 yılında kadar da hiçbir asker bunu yapmaya cesaret edemedi. O tarihte Caesar (Sezar) ordusuyla birlikte Rubicon’u geçti ve 3 yıl sürecek zorlu bir savaşın ardından Roma’ya egemen oldu. O günden bu yana Rubicon’u geçmek deyimi, Caesar’ın bu küçük ırmağı geçerken dediği gibi, artık zarların atılmış olduğuna, okun yaydan çıktığına, geri dönülemez bir yola girildiğine, geri alınamaz bir adım atıldığına işaret eder…”
(*5) Selçuk Tepeli

- https://www.copcu.com/2021/09/18/yasam-bufesinde-yorgun-kuslar/
“…Deliliklerinden yoksun bırakılmış insanlar (potansiyellerini açığa çıkarmaları, yaratıcı enerjilerini kullanmaları engellenmiş gençler) kanatları koparılmış arılara benzerler, uçamadıkları için bal yapamazlar…; “Bi takla at bakayım !” diyen yalakalıktan yorulup kanatları kırıldı yorgun kuşların…; “Ananı da al git !” diyebilen otoritenin edepsizliğinden kafese tıkıldı yorgun kuşlar…; Yanan ve madencilerce talan edilen ormanların kahrıyla kafesten çıkamadı uçamadı yorgun kuşlar…; Hakkaniyetin hak getire olduğu, liyakatın yerini sadakatın aldığı, kanal sevdasının umutları boğduğu ülkemden göçen ama terk etmeyen genç beyinlerin “Türk Diasporası” oluşturacakları umuduyla bu şerrin içinde de bir hayır arıyorum…”
2. https://www.copcu.com/2024/04/26/yasam-bufesinde-sus-reklam/
“…Seçimin arifesine kadar Now’laşan Fox’ta Tepeli Selçuk’un dilinden düşmeyen üç sözcük (cümle; kavram, vurgu) vardı:
1.Patron sizsiniz: Bunu gördük ve ne yazık ki merkezde deniz bittiği için, yerelde inançlı dürüstlerin yönetiminde aş evleriyle, sadaka gibi yoksulluk yardımlarıyla daha uzunca bir süre cefa çekenlerin acıları sürecek. Çünkü üretim artmadıkça, gerçek kamusal tasarruf yapılmadıkça, betona demire yatırılan kıt kaynaklar başta tarım olmak üzere üretime yönlendirilmedikçe, sembol gibi bile olsa saray sefası son bulmadıkça, son bulduğu hepimizce görülmedikçe, hissedilmedikçe bu terazi bu sikleti çekmez. Tepeli’nin dilinden düşmeyen “Güçlerin Evrimi“ni anlatan “Patron sizsiniz !” kabulünün hemen, bir an evvel, acilen sıkıntılara çözüm sunması pek olası olmasa da “Umutların Artması” moralleri düzeltme yolunda etkili olmuştur. İnşallah “Patronun Sabrı” açık ve aydınlık yollarda finale ermeyi, “Başarının Hazzını” yaşamaya olanak sağlar.
2.Troller ve Sığırlar: Biz bitki korumacı ziraatçılar olarak farkı göstermek amacıyla bir demo yeri seçerken bile aradığımız ilk özellik “sahibinin çevresinde muteber bir kişi olması“yken adına trol denen ne idüğü belirsiz kişilerin sözde destek gayretleri de tıpkı sahalardaki “Kuru Gürültü / Rabarba“dan fazla olmadı etkisi; yazık verilen paralara. Ve Tepeli günlerce yüksek sesle duyurmaya çalıştı “İki yüz bin trol besleyeceğinize iki yüz bin sığır besleseydiniz et fiyatları böyle uçmazdı”. Fıkrada olduğu gibi, klisenin zangocunun dediği gibi “ses gelmiyor“dan öteye gitmedi tepkileri, algıları.
3.Don lastiği ve emekli: Mahkeme karar verse de açıklanmayan enflasyon sepetinde yer alan don lastiğine yüzde yüze yakın zam yapılmışken (Tepeli’nin yalancısıyım) emekliye yapılan yüzde otuz üçlük zammı kıyaslayıp yine Bay Tepeli ekranlarda dillendirdi: Don lastiği kadar bile önemli olamadın ey emekli dercesine…
(*6) Doğan Ceylan: https://www.aes.org.tr/haber-1492-16–basogretmenlik-onur-odulumuz-dogan-ceylana.html “…Başöğretmenlik Onur Ödülümüz her 24 Kasım’da yalnızca bir eğitimciye sunulmaktadır. Bu yıl ödülümüz, Mustafa Kemal Atatürk’ün izinde, mesleki başarılarıyla bize rol model olmuş, kendini eğitime ve eğitimcilere adamış Sayın Doğan CEYLAN’ a takdim edilecektir (18.11.2020)
(*7) https://selcuksirin.com/cocuklarimiz-bu-7-beceriyi-ogrenmiyorsa-gelecekte-isleri-zor/