“…Hintli aziz bilge, esnaftan Malik’e gider ve “Tanrı yoktur ! Bunu ispat edebilirim” der. Bilge adı üstünde akılcı bir adamdır, fazlaca da kuşkucudur. Eğitimlidir ayrıca. Malik ise okur yazar olmayan bir köylüdür. Bilgeye bakar ve “İspat et bakalım !” der. Bilge hararetli bir şekilde anlatmaya başlar, kanıtlar sunar. Malik dikkatlice dinledikten sonra sadece bir soru sorar: “Ama benim iç sesim Tanrı’nın var olduğunu söylüyor. Bu konuda son hükmü verecek olan da odur. Senin bütün söylediklerin bir tezden ibaret. Senin iç sesin ne diyor ?” Bilgenin aklına bile gelmemiştir bu. Canı sıkılır. Yüzünde düşünceli bir ifade belirir. Okuduğu kitaplar aklına gelir. Lehte ve aleyhte kanıtlar sunmuş, bilimsel yöntemi kullanmıştır. Ama hiç kendisine sormamıştır. İçsesini merak etmemiştir. Bir sürü kanıttan yola çıkarak Tanrı’nın var olup olmadığını belirlemeye çalışmıştır. Kendi içsesine sormamıştır. Birden kendine gelir. Kuşkucu ve mantıklı bir zihin acaba aptallık mı diye düşünür ? Tam o sırada Malik devam eder: “Savlarını anlamaya çalıştım. Keyifliydi. Ama ne yapabilirim ? Ben bilmiyorum; içsesim onun var olduğunu söylüyor. Tıpkı içsesimin bana mutlu olduğumu, hasta olduğumu, üzgün olduğumu, karnımın ağrıdığını ya da bugün kendimi iyi hissetmediğimi söylediği gibi. İçsesim bana Tanrı vardır diyor. Bu benim için bir tartışma konusu değil”…Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun koruluğundaki “Sezgi Yürüyüşü”nde kendime sorduğum gibi (Mayıs 2005)… Ve her öğrenme yolculuğu başında “Kendinizi sorgulayın” dediğim gibi “İçsesinize kulak verin”…”
Bizim evin halleri (02.01.2020) / Nezuş’un sofrası / Fanustan sonraki yaşam / Gözlüğün üstündeki mikroplar ve Duru’nun tepkisi
Merhaba
Daha önce de yazdım. Yılbaşı gecesi Copcuların dört çekirdek ailesi için “serbest gün”dü. Birbirimize bağımlı değildik. Ümitgiller Hollanda’dan gelen oğulları (torunum Barış) ve Eraygiller İstanbul’dan gelen oğulları (Torunum Eren) ve Keremgiller Nets&MSM kutlamalarıyla yorgun geçen bir haftanın sonrasında çocukları (torunlarım İrem ve Duru) ile evde geçirdiler yılbaşı gecesini. Biz de aynı şekilde. Yine de içsesimiz Nezuş’un sofrasında en yakın zamanda bir C13 beraberliğini teşvik ediyordu. Bir kere aklınız içsesinize esir düşmeye görsün; Allah nasip ederse mutlaka gerçekleşir. Ortalıkta ciddi bir grip hastalığı varken ve doktorlarımız (EÖC) özellikle gruplaşmalardan sakınmayı önerirken biz içsesimizi dinledik ve bizde buluştuk. Torunum Aslıhan ile Kerem ve Zeynep dışında tam kadro buluştuk (C10). Nezuş’un sofrasında her zamanki hünerli ve sevgi katılmış yemekleri ile mükemmel bir gece yaşadık. Büyük abi (amca) Ümit’in sınır tanımaz dürtüleriyle Duru’nun her konuya yetişen sözleriyle anılara kalacak bir beraberlik için daha fazla şükrettik; dua ettik.
Her zaman olduğu gibi video çekimleri yaptım. Üç nesli (X Kuşağı MN; Y Kuşağı ÜEPÖ ve Z Kuşağı (BEİD)) buluşturmak için ortak konular bulmaya çalıştım. Anılarımı dillendirip öykülerini paylaşmaya kapı araladım. Öykücü Musto Dede ile ayakkabılarımı konu ettim. Bu öykünün satır aralarına Nezuş’un pazarlık yapma becerisini ekledim. Lise dönemimden sülfürik asit ve soy gazlar için akılda kalıcı anonim cümleleri dillendirdim. Fakültede süt dersi sınavında rahmetli hocam Prof.Dr.R.Cemil Adam’ın gözlük sorusunu ortaya attım. Bu soruyu anlamakta zorluk çeken Duru (8 yaş) için tekrarladıktan sonra verdiği responsa gülerken dinlemenin önemini yaşadım. İki yıl önce (2018) Eren’in İstanbul’daki üniversite yaşamı öncesini ve geçen yıl sonbahar kadar Barış’ın Hollanda’daki üniversite yaşamından öncesini “Fanus” a benzeterek sonrasını şükür ve şükranlarımı vurguladım. O gece dile getirmedim. Ancak aile ortamından serbest, özgür yaşama geçerken neler olduğunu yaşayarak gördüğüm sınıf arkadaşım rahmetli Ali Güven Algan’ı anımsadım. Mekanı cennet olsun. Genç yaşta vefat etti.
Ali Güven Algan Karşıyaka’da oturan, klasik müziğe düşkün, halim, selim, sınıf ortalamasının altında çalışkan tonton bir arkadaşımızdı. Staja kadar ev-okul arasında yaşamı olan ev dışına pek fazla çıkmayan (bana göre) biriydi ve biz ona “Prof” derdik. Stajda neler oldu ? Stajı Fakültenin Menemen’deki Deneme ve Uygulama Çiftliğinde yaptık. Altı ay sürdü kesintisiz (1967 bahar ve yazı). Hafta sonları izinli olurduk. Ancak üç kilometre uzakta olan yola çıkmak için bile bize yardımcı bir araç olmazdı. Tam bir yatılı okul gibiydi. Hatta tam bir Hababam Sınıfı benzeri yaşamdı. Üzerimizdeki çöpçü kıyafetleri, yüz kişilik yatakhanedeki mahrumiyet, yoldan, medeniyetten, moderniteden uzak bir çiftlik yaşamıydı. Biz çok mutluyduk. Ben evliydim ve bir oğlum vardı. Bu nedenle eve özlemim herkesten fazlaydı. Elektrikler sık kesilirdi. Jeneratörümüz vardı; o da arızalanırdı. Bu nedenle gemici feneri kullandığımız geceler çok oldu. Perşembe geceleri bir sosyal faaliyet olurdu. Sesi güzel ve gönüllü kızlarımız şarkı söyler; becerikli erkeklerimiz de saz çalarlardı. Staj yaşamında özgürlüğün tadını alan “Prof” çoklukla elinde gemici feneri tarlaların, bataklıkların arasından, arka taraflardan Menemen’e giderdi meyhane keyfine. Ona eşlik eden arkadaşlarımız da olurdu. Bir gece ben de gitmiştim (Laf aramızda ben 1969 da Erzurum Ordu Evi’nde içtiğim ilk bir kadeh kırmızı şaraptan önce hiç alkol almamıştım). Gecenin onuna doğru çamurlu bir vaziyette çiftliğe döndüğümüzde kantinde (Amerikan barakası) kızlarımız Dede Efendi’den ağır aksak şarkılar okuyorlardı. Hiç de oynak havalar değildi. Buna rağmen Menemen’de çakır keyif olan rahmetli profumuz ortaya çıkıp oynamaya başladı. Kızlarımız (daha doğrusu onlardan birisi) “Beni anam babam buraya sarhoş oynatmaya göndermedi” diyerek şarkı söylemeyi bırakıp girmişti. Bu anıyla vermek istediğim mesaj “Fanustan Sonra”ki yaşamda olası “Normalden Sapma” ya dikkat çekmektir. Evden ayrılan ve özellikle de Hollanda gibi bir ülkeye giden Barış için de benzer sapmalar olur mu diye kuşkularım, korkularım vardı ve binlerce şükür ki korkularım yersizmiş. Üstelik yalnızlığın saf düşünce ortamında kendi “içsesini dinleyen” Barış’ta gördüğüm “İnancı Sorgulamak” ve “Tartışma Kalitesi” ni artırmak için “Bilgi Birikimi” ne önem vermek beklentilerimi aşan birer ekstra güzellik oldu. Allah herkese nasip etsin.
“İçses” konusunu 2005 yılında katıldığım “Deep Diving (F2)” konulu “Çerçeve Çalışmaları” öğrenme ve ustalık yolculuğunda “32 Küçük Beceri” den biri olan “Sezgi Yürüyüşü”nü öğrenmiştim. Bu uygulamanın amacı “kendini sorgulamak” ve “içsesini dinlemek” idi. Eğer 2009 dan sonra Syngillerin “Çerçeve Çalışmaları 3 (F3)” çalışmalarını bilebilseydim “Liderlik/İlham Vermek” konusunda hangi özel, özgün adımların atıldığını anlayabilirdim. Aynı yıllarda Bay S.Covey de “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı” kitabında “İlham Verme” konusuna odaklandığını anımsıyorum (Çeşme’de olsaydım çatıdan bu kitabı alır ve yazıma kimi pasajlar eklerdim).
Sözün özü; öykücü Musto Dededen “olma” ve hünerli Nezuş’tan “doğma” Copcular ve Copculaşanlardan genç emekli “Büyük Abi Ümit/Pınar”, dünyanın dört bir yanında sahneye çıkan doktorumuz “Ortanca kardeş Eray/Özgen” ve MSM ekstralarıyla alışkanlıklarımızın sınırlarını zorlayan “Küçük Kardeş Kerem/Zeynep” ve BE AİD’leşen ABİDE’mizle 2020 yılında şükür ve şükranlarımızla, dualarla “içsesimize önem vererek” umutla giriyoruz. Benzer umutları ülkemin tüm insanları için de diliyorum.
Öykücü