“…Çocukluğumda üç çeşit zararlı tanırdım. Onlar hem kanımı emer hem de canımı acıtırdı. Ancak hiçbiri günümün haşeratı kadar yüreğimi yakmazdı. Erol beyin dediği gibi “hırsızını seven millete Behzat ne yapsın ?”…Temel’in üstünde bit gören Dursun sorar: “Ula Temel o nedir ?” Temel “Piredir” der. Dursun “Ula Temel aktır (beyazdır) ya !”. Temel yanıtlar: “Kocamış (yaşlanmıştır)”. Dursun devam eder: “Yassıdır ya !”. Temel oralı değildir ve yine kısa bir yanıt verir: “Üstüne oturmuşum”. Dursun dayanama son sorusunu da sorar: “Zıplamadı ya !”. Temel’in cevabı hazırdır: “Pabuçları yok”… Öte yandan Temel ve Dursun’a “Pire itte, bit yiğitte bulunur” diye öğretilmiştir. Peki, buna rağmen neden Temel biti kabul etmemektedir ?…”
Söz kulağa değil göze söylenir; Hırsızını seven millet; Tas ve Duş Başlığı; Yöneticinin Haritası (MAP)
Merhaba
Birkaç gündür bir delinin kuyuya attığı taşı kırk akıllı çıkarmaya çalışmaktadır. Bundan sıyrılmak için Işıkkent’e doğru yola çıktım. Bu yolculuk için hiçbir programım yoktu. Hava kapatmaya başladı. Dün yaz gibiydi; hem sıcak hem bol güneşliydi. Bugün yağmur öncesi havasında ve Ocak ayı için yine mevsim ortalamalarının üstünde. Işıkkent’e gelişim yarın Çeşme’ye düşerse yolumuz sokak köpekleri için öğle yemeğinden kalan ekmekleri almaktı. Her zaman olduğu gibi beş katın merdivenlerini yürüyerek çıktım. Elimdeki laptop çantası ağırdı. İçinde bilgisayar dışında kitap ve ajandam vardı. Daha ilk kata girdiğimde (teknik bölüm) ne kadar şanslı olduğumu gördüm. Netgillerin Işıkkent’teki hanım yöneticileri bölüm müdürleriyle birlikte tüm çalışanlarla genel görüşme yapıyorlardı. Bir kenardan izledim. Keyif aldım. Mutlu oldum. “Serbest Kürsü” benzeri konuşmaların sonuna denk gelen tanıklığımda yılın zor koşullarında beraberliğin gücünü artırmaya yönelik bu görüşme geleceğe olan umutlarımı artırdı. Ve kafeteryada öğle yemeğinden sonra oturup bu satırları yazmaya başladım.
Bir yanda, yakın çevremde, C13Plus güzelliklerinde, diğer tarafta Işıkkent ve Park Yaşam’da Netgillerin her iki kolunda tanık olduğum büyüme, gelişme ve değişmeyle dönüşme adımlarından keyif alırken; ülkemin genelinde gittikçe kararan geçim sıkıntısı ve işsizliğin hızla yükselen boyutundan daha bir fazla ürker oldum. Adamın biri arsa almış ve “arsa aldı” demek yasak olmuş. Behzat ne yapsın ? Erol bey ülkem insanı için ne diyor “Hırsızını seven millet”. Temel’in üstündeki bal gibi bit ve hırsızını seven millet bite, bitliye bile övgü yazmış; ona “yiğit” demiş.
Halbuki bunları yazmayacaktım. Tam bu sırada telefonuma mesaj düştü. Birkaç grubum var; cuma günleri “hayırlı cumalar” dileklerini ek görsellerle zenginleştiren. Bunlara bakarken birinde dün gelmiş olan bir görsele yapılan yorumlar vardı. En iyi viski bardağı hangisidir ? Üç yabancı adam (!) bardakları önlerine koymuşlar ve sonunda karar vermişler. En iyi viski bardağı “ince belli çay bardağı” imiş. İnce belli çay bardağına birkaç öykü yazılıp, övgüler dizilmiş ise de benim yetmiş beş yılda yaşadığım iki olgunun esas materyalidir. Bunlardan biri rahmetli babamın rakı kadehidir. İkincisi ise rahmetli Nezih Abinin çay bardağıdır. Genelinde ise esnaf çay ocaklarının klasik çay bardağıdır ince beliyle… Bu bardak konusu beni yıllar önce rahmetli Prof.Dr.Arman Kırım’la Prof.Dr.Ertuğrul Özkök arasında geçen “şarap türlerine (beyaz ve kırmızı gibi) göre kadeh çeşitleri önemlidir/önemsizdir” tartışmasıdır. Biri tam bir enteldir; diğeri ise Sökeli bir lezzet gurusudur (https://www.dr.com.tr/Kitap/Tazesi-Makbuldur/ProfDrArman-Kirim/Hobi/Yemek-ve-Tatli/Yemek-Kitaplari/urunno=0000000150282 ). Rahmetli Arman her hafta gazetedeki köşesinde “Simit ve Havyar” başlıklı tam sayfa yazardı (https://www.internethaber.com/simit-hayvar-kosesi-sahipsiz-kaldi-343569h.htm ). Hırsızını seven milletin şarap bir yana; havyar öte yana, bugün simidin bile lüks hale geldiği ülkemde çay bardağının beli inceymiş, kalınmış kimin umurunda ? Kuyuya atılan taş neydi ve neden sıkıntı yarattı ?
Rahmetli Demirel’in bir sözü vardı İlksan Davası görülürken. Yasal kavuşturma aşamasına gelmiş olan uygulamalar eleştirilirken rahmetli Demirel aynen şöyle demişti: “Verdimse ben verdim; sorumlusu benim”. Bu da bir cesaret işidir (ya da kaşarlanmış olna deneyimlerin kazandırdığı “kim korkar hain kurttan” deyişinin bir benzeridir). Bugün bunu söylememek için yan çizen yakındaki ve uzaktaki otoritelerin korkacağı hiçbir eli sopalı kuruluş da yoktur üstelik. Buna rağmen “bu benim kararımdır; ben böyle uygun gördüm” demek yerine eveleme geveleme ile hatalı yargıların Allah korkusu bile yetiyor bana uzak durmak için ve Işıkkent’e doğru yola çıkıyorum. Netgillerden mutlu oluyorum. Mart ayında Kuşadası’nda yapılacak etkinlikte bulunmak umuduyla eve dönüyorum.
Sözün özü; inisiyatif kullanmak önemlidir, gereklidir. İyi niyette çıkılan yoldaki taşlarla yol kimi zaman cehenneme uzanabilir sevap yerine günaha sokabilir. Ancak üzerindeki bitse bittir; pireyse pire; kıvırmanın kimseye faydası yoktur. Çünkü ikinci stratejik üçgenin köşelerinden birinde “itibar” vardır. Açık ve aydınlık yollardaki öğrenme ve ustalıkların itibar kazandıracak ve itibarı koruyacak etkinliklerle keyifli geçmesi dileklerimle.
Öykücü