“…Kızgın sobaya elimiz değdiğinde canımız yanacağına, altı ay sonra kulaklarımız düşseydi bugün hepimiz kulaksız olurduk… Bana öldüreninden ver…”
Coronalı günlerde “Eve Sığdırılan Yaşam (03.2020)” ve Net2012 sonundan mesajlar arasında HBRBlog’tan “Korkunun Faydası”
Merhaba
Yukarıdaki sözcü 15 yıl önce, 2005 yılında İzmir’de yapılan “Mükemmeli Arayış Sempozyumu (MAS)”nda duymuştum. Aradan geçen bunca yıl bu sözün önemini ve anlamını daha bir fazla pekiştirdi zihnimde. Bu söz neden böyle söylenmişti ? O yıl ki MAS’ın ana mesajı neydi ? Bir yıl sonra aynı yer ve zamanda yinelenen (sanırım altıncısı) MAS’ın ana fikri “to be or not to be > olmak ya da olmamak işte bütün mesele” idi. Bu ana mesajla iş dünyasına rekabetçi koşullarda, fark yaratmanın önemli ve hatta zorunlu olduğu Pazar baskılarında ayakta kalmak ve hayatta kalmak için neler yapılması gerektiği, neler yapılmakta olduğu, neler yapılabileceği ve neler yapılmak istendiği paylaşılmıştı. Tıpkı “Omurgalı Liderlik”te dengenin önemli olduğunu yansıtan “Omurgalı Liderlik” iş modelinde “GAT Dünyası” için “Dörtlü Sorgulama (CUMUCAWİ Testi)” gibiydi dört günlük sempozyumda paylaşılanlar. Bir yıl öncesine gidelim ve 2005 yılının genelinde MAS neden çok sevdiğimi anlatmaya çalışayım. Coronalı ev hapsinde ya da “Hayatı Eve Sığdırma (HES)” günlerinde neden bohçamdaki parçaları neden tekrar tekrar “kırkpare” yapmaya çalışıyorum ? Bunun yanıtı belki de “Yahudi züğürtleyince eski defterleri açarmış” da olabilir; ya da küçücük bir ilintiden bir mesajı güncelleyip azıcık da olsa bir etki yaratmak veya “L4” adına örnek olmak da olabilir.
On beş yıl önce CINOS’un son evresinde “buraya kadar” demeye hazırdım. Meğer daha dört sene CINOS ekmeği yiyecekmişim. Bir yıl önce Mısır’daki “Cesur Adamlar (Bravemen)” çerçeveli sunumumla pazarlama müdürlüğünü sevgili AK’e devretmiştim. Bir yıl sonra “CDM (Yetkinlik Geliştirme Müdürü)” sıfatıyla “yola devam” kararı alınınca ne yapacağımı bilemedim. Boşluk hissettim. Bir yanda her ay “Elginkan Vakfı”nın eğitimlerine düzenli olarak katıldım ve her seferinde yanıma birini almayı da amaç edindim. Diğer yandan da EBSO (Ege Bölgesi Sanayi Odası) ya da diğer kâr amacı gütmeyen (NGO) kuruluşların öğrenme yolculuklarına katılmaya çalıştım. İşte 2005 yılındaki MAS bunlardan biriydi ve ana fikri “Mikro Krediler” idi. Bu konuda AIDA’nın “IDA” sına geçmeden önce Dr.Lorenzo’nun meteorolojik kayıtlarında ortaya çıkan “Kelebek Etkisi” ile sempozyuma “AIDA” nın “İlk A’sı” olan “Attention/Dikkat” işleniyordu. Dört günün her anına hayran kalmıştım. Bir yandan durmadan not tutuyor bir yandan da kameramla çekim yapıyordum. Ancak salon genel olarak loş olduğundan, ışık yetersiz olduğundan çekimlerim pek net olmuyordu. Anılarımda en çok yer eden “Muhammet Yunus” ve “Gramenbank” ve “Silk ve Kaşmir”in başarı öyküleri olmuştu. Aynı zamanda Salim Kadıbeşegil ve İbrahim Kavrakoğlu ile de pek çok şey belleğimde yerini almıştı. İşte 2005 yılının MAS’ındaki “Kelebek Etkisi” ile küçük adımların önemi anlatılırken birkaç ay sonra Paris’in doksan kilometre kuzeyindeki bir şatonun güneş ışığı gören salonunda “F2 Çalıştayı” na daha doğrusu “TTT/Train The Trainer” beraberliğine katılıp da Jim Amcanın “Good To Great” ten “Volan Metaforu” ile aynı mesajın vurgulanacağını bilmiyordum. Çok uzun bir cümle oldu. Demem o ki 2005 yılındaki bu mesajlar küçük eylemlerin ne tür büyük sonuçlar yaratacağına odaklıydı. Daha çok filmleri de çevrilen “Kelebek Etkisi” için “Ekvatorda bir kelebeğin kanat çırpışı kutuplarda fırtınaya sebep olabilir. Aslında bu fırtınanın nedeni kelebek değildir; ancak kelebek sebepler bütününün bir parçasıdır” sözlerini duymuş olmak beni heyecanlandırmıştı. Bu nedenle CINOS içinde eleştirel bir geribildirim olarak Nevşehir’in sigara dumanlı kahvelerindeki “nane yağcılık” çalışmalarına (2000) Rusya’da müşteri eğlendirirken kelebek etkisini göremediklerini anlıyordum. Tıpkı sevgili X.Ledru’nun “Problem Ağacı”nı çizdikten sonra önerdikleri ve yaptıklarımızı anlamadıkları gibi (Köye götürdüğümüz doktor ve ilkokullara girişimiz 1995 Alaşehir).
Yine çile dolaştı (siz hiç çileden yün açıp da yumak yaptınız mı ?). Sadede geleyim. Bugün Corona belasını yaşıyoruz ve sadece figürlere, verilere baktığımızda sigaradan, trafik kazasından çok daha az sayıda insan ölmesine rağmen neden bu denli korkuyoruz ? Neden daha düne kadar televizyonlarda bangır bangır “çok uluslu sigara şirketleri… her yıl milyonlarca kişi ölüyor” diye uyarı yapılırken hiç kimsenin umurunda değildi ? Neden ister hakiki sigara ister elektronik sigara püfür püfür sigara içmeye devam ediyorlar ? Bunun tek ve basit bir açıklaması var: Sebep ve sonuç arasındaki ilişkinin zaman ve mekandaki yakınlığı, uzaklığı algıları yapılandırıyor.
Bugün Corona ile ölüm arasındaki ilişki zaman ve mekanda çok yakın ve sonucun oluşmasında Corona tek sebep. Sigara konusuna gelince sebeple ölüm arasında ilişki zaman ve mekanda uzak ve ilişkinin derecesi net değil. Sigaranın zararlarını ve ölüme etkisini anlatmaya kalkınca “sigara içmeyen ölmüyor mu ?” diye soruyorlar. Kimileri Corona için de söylediği gibi “bana dokunmaz” yargısı sigara için çok daha yaygın. Sadece ambalajına bakıp da sekse zararlı olduğunu anlatan resmi görünce iade edip “bana öldüreninden ver” diyen kişi yine de algısını yansıtıyor. Demem o ki inşallah yakın yarınlarda Corona belası bitecek, bizi (bize) teğet geçecek (mi acep) ve sigaralı ölümler umursanmadan bugün eve sığdırdığımız yaşam dışarıda sürecek.
Sözün özü; “korkunun ecele faydası yok” dese de “bir lokma bir hırka” ile kadere razı olmayı işleyen, otoriteye başkaldırmayı önlemek isteyen bilinçli/bilinçsiz çok bilmiş eskiler, farkındalığı geliştirip, önlem almak adına dikkatli olmayı uyardığı için “korkunun faydasını” yazıma eklediğim kolajda HBRBlog’tan alıntı ile vurgulamaya çalışıyorum.
Korkunun doğru eylemleri gösterdiği, panik yaşamadan gerekli önlemleri gönüllü olarak aldırdığı, eve sığdırılan yaşama keyif katma (Sözcü’de bugün Deniz Zeyrek; ve 1974 Kıbrıs Çıkartması sırasında BZMEnstitüsünde gece nöbetçi olarak kaldığımda yaptığım) fırsatını verdiği Coronalı Çeşme günlerinden sağlık ve esenlik dileklerimle eviniz bol güneşli olsun.
Öykücü