“…Yaşamda her gün eğitim, herkes öğretmen, her birimiz sürekli öğrenciyiz;… Okul bana öğrenmeyi öğretti (1952-1968);… Enstitü bana öğrendiklerimi araştırmayla zenginleştirmenin yollarını öğretti (1970-1985);… CINOS bana “bilmek, yapabilmektir” uyarısıyla “acta non verba (*)” ile eylemli olmayı öğretti (1985-2009) ve Netsgillerle beraberliğim “bilginin zekatını vermenin hazzını” öğretti (2009-2021-….L1 den L4 e) (**)…”
Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın; Syn ve Nets benzerliğinde ilk adım (NKZM > Panel) : Netleşmenin dört aşaması
Merhaba
Bir kaç gün önce eylül güzelliklerinin etkisi altında “öğretmenler” başlıklı bir yazıya başladım. Taslak olarak kaldı. Eylülün hüznü ve keyfi karmasında ruhumdaki gelgitler durulmadı. Bu etkileşim beni bugünden alıp 1986 Eylülüne götürdü (İsviçre’de 16 günlük ilk eylülüm). Yazımın çerçevesi bozuldu. Bir hafta sonra Hollanda’ya gidecek olan torunum Barış’ın heyecanları etrafımızı sararken ben belimdeki çelik korsenin etkisi altında yazımdaki odağımı yitirdim. Yazdıkça yoldan çıkan Milton Erikson’ın Beygirine döndüğümü hissettim. Bu nedenle o yazımı orada bıraktım ve dün akşam üzeri yaptığım bir telefon konuşmasından sonra bu satırları yazmaya başladım. Bakalım ana fikrimi koruyabilecek miyim ? Bakalım gelecek hafta olası bir sohbet toplantısı öncesinde istediğim mesajı net verebilecek miyim ? Yine de birazcık olsun Eylül güzelliklerinden, “Keyif ve Hüzün” karmasından söz etmeden geçmek istemiyorum.
Çeşme’de Ağustosun ikinci yarısı Eylül daha doğrusu “güz” demek. Çeşme’de güz en güzel mevsim. Hava, deniz, güneş ve evlerine dönenlerin sakinliğinde çevre yılın en güzel zamanı ve biz de bunun değerini biliyoruz. İşte anahtar sözcük “değer bilmek“. Olur da; gelecek hafta “Syn/Nets” karmasıyla bir “Konuşma Halkası” içinde gençlerle birlikte olursam ilk sözlerim bu anahtar cümle ve devamıyla şekillenecektir. İlk adımı oldukça sade tutmak istiyorum. Hem süre olarak hem de mesaj olarak özümsenebilecek düzeyde bırakmak istiyorum. Olur da; modüler olarak devamı istenirse “değer bilmenin sonraki adımlarını” da bu cümle ile sürdürmeyi istiyorum. Nasıl olacak ? Şöyle başlayacağım:
Birinci adım: “Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın : Hangi değerlere sahipsiniz ?”
İkinci adım: “Kendinizi sorgulayın ve sahip olduğunuz değerlerin farkına varın : Nasıl farkına varırsınız ?
Üçüncü adım: “Kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkındalığınızı geliştirin: Nasıl geliştirebilirsiniz ?
Dördüncü adım: “Kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Özgüveninizi yükseltin: Özgüveninizi nasıl yükseltebilirsiniz ?
Beşinci adım: “Kendinizi sorgulayın. Sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Özgüveninizi yükseltin. Sizi motive eden neden(ler)i bulun: Sizi ne motive eder (ediyor) ?”
Altıncı adım: “Bu dünya GAT Dünyası. GAT Dünyası ne demek ? CUMUCAWI Testi nedir ?”
Böylesi bir programa iş dünyasının yükü ve asıl önemlisi iç ilişkilerin doğası izin verir mi ? Zaman gösterir. En azından amacımı ve hedefimi netleştirip neden olup, olmadığını anlayabilirim. Her koşulda geçerli olan söz: Hiç bir emek boşa gitmez.
On iki yıl önce kurumsal bir şemsiyeden ayrılıp da “MAS / Mustafa Artık Serbest” dediğim özgürlük alanımda başladı Netgillerle beraberliğim. Bu arada mesleğin ve ilişkilerin yan ürünleri de planladığımdan uzun süren danışmanlıklarla (ABG/28 ay; PLN ve AS gibi) kendini gösterdi. Her biri deneyim kazandırdı. En azından bohçamdaki öyküler zenginleşti. Pazara yeni giren bir ürünün satışı için “kotanın dublesine ödül koyan otorite” yıl sonunda “dublenin triplesine (x6 kat) ulaşan satış” için söz ettiği ödülü vermemek için kırk takla atmaktan çekinmedi. İşte bu ilişkiler içinde ben onu (AÖ) önce Söke’nin pamuk pazarında (bayi, üretici, tarla, sosyal etkinlik) tanıdım. Daha sonra Alaşehir-Sarıgöl bağlarında pushları (itme) pullamak (çekim) için kırmızı tulumla sahrada birlikte oldum. Her zaman güler yüzü, içten sözü ve güven veren ilişkilerini sevdim. Nasipse ekibiyle haftaya bir öğle yemeği sonrası kısa bir sohbet içinde buluşmayı planlıyorum. Umarım kurumun kültürü ve otorite bu konuya izin verir.
Bu arada sohbeti tümüyle videoya kaydetmek istiyorum. Çünkü daha sonrasında olası eleştiri ya da bilgi aktarımında kişisel algılar, sözleri, yaklaşımları olduğundan farklı şekle sokup da gereksiz, uygunsuz sıkıntılar yaratmasın diye elde bir somut kanıt olsun istiyorum. İşte tam bu noktada altmışlı yılların ortalarında izlediğim bir filmin ana mesajını buraya yazmak istiyorum.
Filmin orijinal adı “outrage (öfke)” ve Türkçe ismi “Haydut“.
The Outrage, Martin Ritt tarafından yönetilen ve Paul Newman, Laurence Harvey, Claire Bloom, Edward G. Robinson ve William Shatner’ın oynadığı 1964 tarihli bir Amerikan Western filmidir. Ryūnosuke Akutagawa’nın hikayelerine dayanan, Akira Kurosawa’nın 1950 Japon filmi Rashomon’un yeniden yapımı.
Peki the outrage ne anlatıyor? 1870’te bir ormanda bir cinayet işlenir. Deliller meksikalı haydut Carrasco’yu gösterir. Film bu cinayeti 4 farklı bakış açısından (Carrasco’nun, Carrasco’nun tecavüz ettiği kadının, kadının kocasının ve kocanın cesedini bulan yaşlı adamın gözünden) aktarır. Carrasco adamı kendisinin öldürdüğünü söylerken kadın bunu yalanlayıp eşini kendisinin öldürdüğünü söyler. Yaşlı adamsa bambaşka bir öykü anlatır. Haliyle gerçekler finale dek ortaya çıkmaz. Peki sohbet toplantısı, video kaydı ile bu filmin ne ilgisi var ? diye bir soru oluşursa akıllarda vereceğim yanıt şudur:
“İnsanlar olaylar karşısında gördüklerini ve duyduklarını değil, hissettiklerini anlatırlar” sözü benim için bu filmin ana mesajıdır. Ve buna “gerçek, doğru ve algı üçlüsü” ayrımı için yapacağım bir tanımla katkıda bulunayım:
Gerçek, objenin var oluş özelliğidir ( > Bir sohbet toplantısı yapılmıştır)
Doğru, obje ile süje arasındaki ilişkinin özelliğidir ( > Sohbet toplantısının yeri ve/veya zamanı doğrudur/doğru değildir)
Algı, gerçeğin bireysel yorumudur ( > Bence sohbet toplantısı faydalı olmuştur; ya da olmamıştır)
Bu nedenle yapacağım video kaydındaki toplantının ses ve görüntüsü bu tür olası tartışmalarda elde olması yararlı bir kaynak olacaktır.
Şimdi bu yazıma olası sohbete katılacakların önceden izlemelerini isteyeceğim üç dakikadan kısa bir video ekleyeceğim. Bu video aslında yukarıda sözünü ettiğim altı adımlık yolculuğun tamamı içindir. İlk adımın ana mesajı olan “sahip olduğunuz değerlerin farkına varın” sözleri için videonun başlangıcındaki 2009 yılı şirket birleşmesine ait fotoğrafın dili ilk adımın çerçevesidir. Neden böyle bir kare ile başlıyorum ?
Syn ve Net benzerliği
Netgiller: Oniki yıl önce (2009) Ege Bölgesi’nde iki bilişim şirketi (Hostcini ve Teknoas) hızla büyümeye başladılar. Başlarında genç iki heyecanlı genç vardı (Kerem Copcu ve Semih Alev). Rekabet etme yerine güçlerini birleştirmeye karar verdiler. Hostcini’nin veri merkezi işletmeciliği ve pazarlama becerileri öne çıkıyordu. Teknoas’ın ise teknik ve iş geliştirme becerileri güçlüydü. Ve birleşip Netdirekt oldular.
Syngiller: Yirmi iki yıl önceydi (1999 Aralık ayı). Yüz elli yıllık geçmişe dayanan İsviçreli Novartis ile İngiliz Zeneca şirketleri global birleşmeye karar verdiler. Birinin pullculukla destekli (itme stratejisini çekme ile güçlendirme pamuk alanında gücü, diğerinin push / itme) becerileri yüksek müşteri ilişkisi Synleşmeyi ülkemizde daha sancısız kılmıştı. Üstelik ülkemizdeki yapılanmada otoritenin (TA) her iki şirkette üst düzey yönetim ve ilişki deneyimli olması birleşmede üç yıl öncesine (Novartis oluşumu) oranla daha az hasar yaratmıştı (!) . Rakidal önlemler alınabilmişti. İşte bu iki benzeşimle ben videonun ilk karesine benim koordinatörlüğümde Netgillerle bir öğrenme, ustalık yolculuğu fotoğrafını koydum. Açıklamalıyım ki yaptığım sadece bilginin zekatını verme gönüllülük gayretidir; kesinlikle her hangi bir ücret, çıkar söz konusu değildir. Bunu her zaman, her yerde şu sözlerle ifade etmekten çekinmiyorum:
“Çok parası olanın çok paraya ihtiyacı oluyor; çok param yok ve çok paraya ihtiyacım da yok”.
Sözün özü; haftaya bu sohbet toplantısı kesinleşecek olursa sevgili AÖ’den isteğim: Toplantıdan önce herkesin bu filmi izleyerek, gerçekten anlamaya çalışarak izleyerek gelmesi ve sohbetin çerçevesi ve gelişen adımlar için düşünce yapısını, paradigmasını, beklentilerini yapılandırmasıdır. Bu nedenle toplantının başında ve sonunda dile getireceğim “32 Küçük Beceri“nin iki parçası olan “Check-in / Ne bekliyorsunuz ?” ve “Check-out/Ne umdun ne buldun ?” sözlerime hazır olmalarını istiyorum. Bu yazımın amacı da bu video için bir paylaşma ortamı yaratmaktır.
Sağlık ve esenlik içinde görüşmek umuduyla…
Öykücü
(*) acta non verba : Laf değil eylem
(**): L1:Live (Yaşamak) > L2: Love (Sevmek) > L3: Learn (Öğrenmek) ve > L4: Legacy (Miras bırakmak)