“…Unutma, dünyanın problemi sensin. Problem sensin ve sen çözülmedikçe yaptığın her şey olayları daha da karmaşıklaştıracaktır. Önce kendi evini düzene sok, orada bir kozmos yarat; o bir kaostur. Antik bir Hint masalı vardır, çok eski ama çok büyük bir öneme sahip bir öyküdür: Çok büyük ama aptal bir kral sert zeminin ayağını acıttığını söyleyip tüm krallığın sığır derisiyle kaplanmasını emretmiş. Ancak sarayın maskarası bu fikre kahkahalarla gülmüş; o bilge bir adammış. Demiş ki: “Kralın fikri en basitinden komik.” Kral çok kızmış ve maskaraya demiş ki: “Bana daha iyi bir seçenek göster yoksa öldürüleceksin.” Maskara, “Efendim küçük bir sığır derisi parçasını kesip ayağınızı kaplayın” demiş. Ve ayakkabılar bu şekilde doğmuş. Bütün dünyayı sığır derisiyle kaplamaya gerek yok; sadece ayağını kaplamak tüm dünyayı kaplar. Bilgeliğin başlangıcı budur… ”
Kerem’in bahçesinde odun ateşinin ışığı ve sıcağında, felekten çalınan bir gecenin keyfiyle geçmişe bakıp, özlemle yarına program yapmaya çalışmak
Merhaba
Bu yazımı kısa kesmeye çalışacağım. Çünkü soğuk bir gecenin odun ateşinde ısınan yüzüm ve dostlukla ısınan özümün ruhumdaki etkileri azalmadan sözcüklere dökmek istiyorum. İki yıldır ertelediğimiz bir sağlık sorunu çözümüne sonunda karar verdik. Şubat ayının ilk haftası sonunda Çeşme’ye veda ettik. Mavişehir’e geldik. İki hafta kaldık. İtiraf etmeliyim ki soğuk kış günlerinde Mavişehir’de yaşamak Çeşme’den daha iyi; daha sıcak, daha konforlu. Yine de biraz daha zahmetli olsa da Çeşme, taze havasıyla, böceği, kuşu ve mama bekleyen sokak köpekleriyle daha sağlıklı. Hele bir de pandemi koşullarında böylesi bir yaşam olanağına sahip olmak gerçek bir nimet. Üstelik bu yıl büyük oğlumuz Ümit de Çeşme’de komşumuz olunca daha keyifli ve Ümit’in destekleriyle 7/24 hazır yardımlarıyla hem yaşam daha kolay hem de rutin değil. Ve sözün özü, “daha ne ister insan !”.
Yine de “el mecbur” Mavişehir’e geldik. Hemen evimizden elli metre ötede, aramızdaki yolun sahil tarafında, Atılgan’ın altında Ahmet ve Doğan beylerin “DentRoyal“ında geçti iki haftamız. İki yıl önce randevu almıştık. Korona girdi araya ve bir de stent takılınca kalbe, ertelemek zorunda kaldık dişlerimizi. Biraz da korkularımız vardı. Biraz önce yazdığım şirket adına bakınca konunun “diş” olduğunu anlamışsınızdır. Korkunun ecele faydası yok ve koltuğa oturduk. Aynı anda on diş çekimi ve altı implant çakımıyla üst çene boydan boya işlendi. Bir hafta sonra da alt çene ve onbeşinci günde dikişler alındı. İşte o günün akşamı küçük oğlum Keremgillere (KIDZ Dörtlüsü) uğradık Çeşme’ye dönmeden önce. Amacımız hemen kapıdan özellikle torunlarımız “İrem ve Duru” yu görmekti. Bırakmadılar. Oğullarımız da olsa pandemide ev içinden çok açık alanda buluşmayı yeğliyoruz. Kerem bahçede “odun ateşi“ni yaktı. Çamaşır makinesi tamburundan yapılan “bahçe sobası“nın ve is çıkarmayan “kapak tahtaları“nın ateşi etrafında toplaşmanın da apayrı bir keyfi oluyormuş meğer. Bu oluşum keyfin ilk adımlarını yarattı. Kerem “ne içersin ?” diye sorduğunda süreyi kısa tutmak için “viski” desem de servisi gecikti. Merak etmeye başladım; Kerem içeri girdi ve sürenin uzamasına anlam veremedim. Ne zaman sofrayı beklerken süre uzasa hep 1998 yılı Mayıs ayında Malatya’da baraj gölü kenarında Dilek’te Atmalı Aşiretinden rahmetli Ahmet amcanın sofrasını anımsarım.
Ahmet, Yılmaz, Ali ve Biz (MNC)
Mart 1998 de ilk defa Malatya’ya gittim. Kayısı pazarına yeni bir ilaçla girmeye çalışıyorduk. Demo bahçesi arıyorduk. En iyisini seçtik: Ahmet amcanın bahçesi. Oğlu Yılmaz bize yol gösteriyor. Ahmet amca ile ilişki kurmamıza meslektaşımız Ali aracılık ediyor. Bahçeyi gezdik. Uygulama planını yaptık. Demo tekniğine uygun ilaçlamayı yaptık. Mayıs ayında sonuçları incelemek için gittiğimizde Yılmaz aynen şöyle dedi: “Mustafa bey sizi CHR kurtardı”. Ne demek istediğini ilk anda anlamadım. Meğer bin dönümlük bahçelerinin en kötü yerini bize vermiş. O kısımda kontrol etmek istediğimiz hastalık çok şiddetli olurmuş. İlacımız çok etkili olmuş. Birlikte inceledik. Sadece Yılmaz değil, yaşlı babası Ahmet amca ve aracı Ali de çok mutlu olmuşlardı. Evlerinin balkonunda oturup baraj gölünü seyrediyorduk. Vakit öğleyi geçmişti. Karnım çoktan acıkmıştı. İçerde bir sofra hazırlığı telaşının sesleri geliyordu. Ancak görünürde bir şey yoktu. “Ahmet amca acıktım” dedim. Gelinlerine seslendi ve bir bardak su getirdiler. “İç” dedi Ahmet amca “İki su bir ekmek yerine geçer”. Balkonda elimde Atlas Dergisi, derginin içinde Ahmet amca ve ailesiyle yapılmış olan görüşmenin fotoğraflarına bakıyor, Ali ile sohbet ediyordum. Aradan yarım saat daha geçti ve ben yine “Ahmet amca acıktım” deyince bir bardak su daha geldi, aynı nasihatla :“İki su bir ekmek yerine geçer.” Dayanamadım. “Ahmet amca senin gelinler kendileri hazırlayıp kendileri yiyorlar herhalde”. Ve saat üçe doğru bizi içeriye, sofranın başına aldılar. Yer sofrası hazırlamışlar. Ortada büyük bir sini. Sininin üstünde etlisi, sütlüsü, böreği, daha nicesi ve isteyene rakı, isteyene viski… Gelinler ayakta el pençe divan duruyorlar. Ve oluşan dostluğun ifadesi olan daha pekçok kare var öykülendirilecek. Şimdilik sadece geciken sofranın 1998 deki anısından 2022 yılı Şubat ayında Kerem’in bahçesindeki geceye döneyim.
1963 > 1968 ve 2022: Farklılıklarımız azaldı mı; arttı mı ?
Kerem bahçeden içeri gitti ve dönmekte geç kaldı. Bir viski ile yanında biraz çerez için bu kadar gecikilmez ki ! Biraz sonra rakıyla geldi Kerem. Yanında ızgara edilmiş peynir (tıpkı Sakız’daki keçi peyniri gibi); çeri domatesler, iki çeşit zeytin ve taze sarmısakla zenginleştirilmiş kuru cacık. Ve ilave etti “Devamında Kuru fasulye var”. Mavişehir’de, şehrin göbeğinde, “İzmir Evlerinde“, Şubat’ın 24 ünde bahçe keyfi yapıyoruz. Şükür ve şükran tavan yapınca “Kerem, size komşu bir dostum var, çağırabilir miyim ?” dedim. “Sorulur mu, hemen çağır babacım” dedi. Çağırdım. Dostum ikiletmedi. Eşini de çağırdım. Yalnız geldi dostum. Nezuş’un da olduğunu görünce eşine telefon etti ve eşi de geldi. “Ben seni sevdim” dedi dostum oğlum Kerem’e birkaç kez. Odun ateşi dışımızı ve ondan daha çok özlenen dostluk ısıttı içimizi. Aynı alkol türünde buluştuk. Kerem’in elinde telefon ve masadaki aletten bahçeye yayılan, bazen de üst sınırı zorlayan şarkılarla daha bir yükseldi keyfimiz. “Bu şarkıyı babam sever” derken sevgili Ersin “Gecenin Matemi“ni istedi. Kerem hemen buldu ve çaldı, rahmetli Zeki Müren’in kaydıyla. Nedense “kimsesiz yollarda kalan gölge” ifadesi odak noktası oldu keyiflerde. Sona doğru Roberta ile keyif hüzne dönüştü. Bu kareleri cepten kaydettim. Yazımın başına ve sonuna iki kısa video ekleyeceğim. Biri 24.02.2022 nin kareleriyle “Felekten çalınan bir gece“. Diğeri de 2022 dürtüsüyle 09.68-03.69 arasında Polatlı’daki altı aydan birkaç foto…
“ZM68” bir WhatsApp grubu. Katılımcılar Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’den 1968 yılında “Ziraat Yüksek Mühendisi” olarak mezun olan sınıf arkadaşlarım. Beş yıl beraber olduk benzer koşullar altında ve öğrenirken kimimiz üretmeye çalıştık. Keyif gecesinde Ersin’e sordum: “1963, 1968 ve 2022″; ne zaman farklılıklarımız daha fazlaydı ? Farklı yerlerden, farklı kültürlerden, taşradan, şehirden gelmiştik; okula başladığımız 1963 yılında mı daha fazlaydı farklılıklarımız ?. Beş yıl birlikte okuduk ve yaşadık. Hatta altı ay Menemen’de yoksunluklar içinde aynı atmosferde, aynı besinlerle, deneme ve uygulama çiftliğinde gündüzümüz, gecemiz birlikte geçti ve her birimiz bir yerlere savrulduk. Aradan 54 yıl geçti. Hamdık, piştik, kavrulduk ve bugün 2022… Şimdi yaşamın değirmeninde törpülendik (!). Farklılıklarımız azaldı mı yoksa daha da keskinleşti mi ?”. Odun ateşiyle ısınan diller, dostlukla ısınan yüreklere tercüman oldu ve Ersin “Şimdi daha farklıyız” dedi ve ben buna katılmadım. Siz ne dersiniz ?
Neden “+ZM6+”: Ersin & Yıldırım
Elli dokuz yıl önce kümelendik. Beş yıl birlikte eğitildik. Elli dört yıl çalıştık; didindik. Savrulduk; toparlandık. Çoluk çocuğa kavuştuk. Kimimiz erken veda etti bu dünyaya. Yirmi beşinci yılda (1993) rahmetli Lâtif’in gayretleriyle buluştuk. Yaşımız elliye yaklaşıyordu. Çok keyifliydik. Daha sonra yirmi yıl buluşmadık. Demek ki o yıllar yaşam büfesinde sıraya girme ve sırada kalma çabalarımız çok yoğundu. Anı yaşamaktan uzaktık. Ta ki 2013 de Antalya’da, 2014 de Gaziantep’te, 2017 ve 2018 de Kuşadası’nda bir araya geldiğimizde buluşmanın, sarılıp, öpüşmenin değerini daha iyi anlar olduk. Bu arada kayıplarımız her yıl arttı. Doğaldı. Yaşam gölünde karşı kıyı yaklaştıkça attığımız kulaçlar pek işe yaramıyordu. Vakti gelen gidiyordu. Yaşamın dayattıklarında bazılarımız kendi seçimleriyle ya da kaderin ördüğü ağlarla ikili üçlü kümelenme şansı yaşadı. İşte bu pencereden bakarak ZM68MC olarak kişisel küçük kümelerimi “ZM68+” parantezinde özetlemek istiyorum.
İlk küme “askerlik“: Yazıma ekli videoda görüleceği gibi Polatlı Yedek Subay Okulunda ZM68 den Metin, Muhsin, Kemal, Yıldırım ve Ersin‘le birlikte güzel günlerimiz oldu. O yıl okulda yığılma olmuştu. Bin kişiye yakındık. Başta tuvaletler (kapı arkası notlarından biri: Yüzme bilmeyen giremez) olmak üzere yetersizlikler fazlaydı. Ancak karavana bol, lezzetli ve besleyici, yatakhaneler sıcaktı. Videodaki bir fotoğrafın üstüne yazdıklarıma bakınca “benim parkamın en kirli parka olduğu (neden); kış geceleri üşütenlere sütlü ıhlamur hazırladığımı (nasıl); ayakkabıların hep parlak olduğu (neden ve nasıl) notları” var ki bunların öyküsü yazıya dökülmesin, “dostlar meclisi“nde sözel olsun. Çünkü şu inancıma ters bir durum ortaya çıkabilir bu saatten sonra “merd-i kıpti şecaat arz ederken, sirkatin beyan eder.” Bu duruma düşmek istemiyorum. Yedek subay okulunda “ZM68+” dan Ersin ve Kemal’le aynı koğuşta altlı üstlüydük. Kemal şimdilerde Antalya’da yaşıyor. Ersin’le spontane olan geçen akşamki beraberlik bu denli keyif verince Ersin ve Yıldırım’la geç kalmadan yine buluşmak istiyoruz (MNC). Bunu Çeşme için zorlayacağız.
Ersin’le Bornova’da Fakülte-Enstitü yakınlaşması içinde yıllarca sürdü beraberliğimiz emekliliğe kadar. Şimdi Mavişehir mahallesinde komşu sayılırız (pandemi bizi Çeşme’ye kalıcı olarak sürüklemeseydi daha sık görüşürdük).
Yedek subay okulundan sonra Erzurum’a düştü yolumuz, 18 aylık yedek subaylıkla ve yine Yıldırım’la beraberdik. Gaziantep’li (ZM68 değil) can dost Aydınçelebi ile Yıldırım, özellikle Ramazan’ın iftar sofrasında hep misafirimizdi. Yıldırım patates, Aydınçelebi ise kelle-paça severdi. Bir tek küçük tüpümüz vardı ve Nezuş nefis yemekler yapardı bize verdiğimiz bir aylık menüye göre. Geç kalmadan Ersin ve Yıldırım’la Çeşme’de bir sofrada buluşmak dileğimiz.
ZM68+(ZM68Plus): Lâtif (+ZM68+)
Rahmetli ve sevgili Lâtif için “ZM68+” yerine “+ZM68+” demek daha doğru olur. Çünkü fakülteden önceye dayanır beraberliğimiz. Lise yıllarımız hem okulda (İzmir Atatürk Lisesi) hem de mahallede birlikte geçti. Sevgililerimizi birlikte “Bahri Baba Parkı“na götürdük. Birlikte hayaller kurduk. Kimi zaman aynı odayı paylaştık; benzer kıyafetleri (mavi keten pantalon, kırmızı perlon tişört ve kış olunca kahverengi imperteks yağmurluk) giydik. Fakülteden sonra Erzurum’da yakın yerlerde onsekiz ay ve sonrasında Fakülte-Enstitü yakınlığı içinde 1994 e kadar geçen yıllar. Sağ olsaydı öncelikle Lâtif olurdu C13 beraberliğinin artılarında. Mekanı cennet olsun.
ZM68+ : Erol
Okuldan sonra ilk buluşmamız Erzurum’da oldu. Darende askerlik şubesinde yapıyordu yedek subaylığını ve izinli olduğu bir hafta sonu Erzurum’a bizi ziyaret etmeye gelmişti. Gurbet elde bu buluşmanın verdiği hazzı bugün sahip olduğumuz sevgi yumağında anlamak ve anlatmak kolay değil. Daha sonra Erol’la Ankara’da Sakarya’da Ziraat Mühendisleri Odasının misafirhanesinde kesişti yolum Eylül 1970 in başlarında. İş arıyordum. Erol, Zirai Mücadele ve Zirai karantina Genel Müdürlüğünde tayinini Antalya Biyolojik Mücadele İstasyonu’na yaptırmış; bana da taktik veriyordu. “İstediğin ilk yeri kesinlikle vermiyor; bu nedenle ilk talebin istediğine yakın bir başka yer olsun” demişti Erol, Personel Daire Başkanı (ya da Şube Müdürü) rahmetli Mustafa Akuğur için. Ben de öyle yapmaya karar verdim. Önce “Manisa ZMZKMüdürlüğü“nü isteyip sonra da Antalya BMİstasyonu‘nu isteyip Erol’la birlikte olacaktım. Öyle olmadı. Taktik tutmadı. Ben ilk adımı Erol’un dediği gibi yaptım. Rahmetli Mustafa Bey “Neden Bornova ZMAEnstitüsü’nü istemiyorsun ?” dedi. Bu nasıl oldu ? Bunu da ayrı bir öykü ile yazarım. Erol ve onunla olan yakın dostluğumun anlatılacak pek çok boyutu, öyküsü ve anısı var ki bugün yüreğimin bir köşesini üzen sevgili Erol’un kendini çevresine kapatmasıdır. Bu nedenle birkaç girişimimiz (ben ve Nezuş) eskilerin deyimiyle “akamete uğradı”.
Demem o ki; yaş yetmişin ortasını geçip de sekseni merak ederken ve karşı kıyı görünürken daha bir başka özlüyor insan dostlarını… Hele bir de pandeminin yarattığı sarılma, öpüşme, dokunma mahrumiyetinin azdırdığı özlem daha bir koyuyor insana sanki yarın tüm bunlar olmayacakmış gibi… Yarın olmasa da yakın yarınlardan birinde “bir varmış bir yokmuş” diyecekler her birimiz için zamanı gelince. Hayat kısa, öyleyse…nin İngilizcesiyle S.Covey, “Etkili İnsanların Sekizinci Alışkanlığı” kitabının ekindeki on kısa video filminden ilkinin adı “Life is short, so…” idi. Üç dakikalık bu filmdeki “4L” nin her biri yetmiş yedi yıldır birbirinden ayrılmadan sürüp gidiyor. Piramidin tabanından tepesine yükseldikçe daha bir fazla “Dördüncü L” olan “Legacy / Miras” öne çıkıyor. Küçük bir ekleme ile “Leave A Legacy / Bir Miras Bırakmak” demek olan dördüncü “L” aslında benim için, “Leave a Trace / Bir İz Bırakmak” ya da “Leave A Message / Bir Mesaj Bırakmak” demek. Bu nedenle blogumda kimi zaman yinelenen yazılarımın satır aralarına sıkıştırıyorum anılarımla, öykülerimle duygu ve düşüncelerimi.
Sağlık ve esenlik içinde yolunuz açık ve aydınlık olsun.
Öykücü