“…Adam o kadar açmış ki; fırının vitrinindeki ekmeklere bakmış, bakmış ve içeri girip fırıncıya “Bu ekmeklerin hepsi senin mi ?” demiş. Fırıncı “Benim” deyince adam, “Yesene öyleyse !” demiş… Adam dost sandıklarını görmeye, buluşmaya, sarılıp öpüşmeye o kadar açmış ki; doğunun soğuğuna bile aldırmadan bin kilometre uzaktaki İzmir’de iki saatlik bir öğle yemeği buluşmasına katılmak için can atıyormuş. Nerden bilsin ki “Cici Başkan” isteğin bu denli derin bir özleme döndüğünü…! “
Cici Başkan’nın çağrısı > İzmirli EZM68 lilerin Konak Buluşması > 55nci Yıl Pankartının uyarıcı etkisi (+/-) > Geminin ardından baka kalırken Yolun Sonu’nun hüznü (20230130)
Merhaba
Bu çerçevedeki bir yazımı “Yaşam Büfesinde 12 SAP(iens) *“ başlığı ile dün yazıp yayımladım. Ancak 55 yıl önce “yanmak için” yola düşerken kendimde de “dip tutması” gözlediğim için tekrar taslağa dönüştürdüm. Sevgili Ersin’in bu sabah yazıma erişmek için verdiğim linkle ulaşmadığına dair şu mesajını gördüm
“Günaydın Mustafa, hayırlı sabahlar.
Dün grupta bu bloğunu gördüm ve sonra bilgisayarda daha rahat okurum diye düşündüm. Ancak akşam saatlerinde bloğun varolmadığını, silindiğini gördüm. Izninle neden diye sormak istiyorum..
Selam ve sevgilerimle..”
ve yanıtım:
Günaydın Ersin
Haklısın. Silmedim ama taslak olarak bırakmak üzere gizledim şimdilik. İsimler kapalı olsa da fazla özel gördüm ve redakte etmenin iyi olacağını düşündüm. Öte yandan fazla rijid geldi ruhuma ve “ya hastaysa” veya “demans böyle bir şeyse” diye haksızlık mı ediyorum ikileminde kaldım. Bugün bir karar veririm.
İlgine teşekkürler. Selamlar.
Hamdık (1963) > Piştik (1968) EZM68 > Yollara düştük; Yandık ( > 2023 >….)
Karar verdim. “12SAP(iens)” yazım taslak olarak kalsın. Tetikleyen oluşumların grubumuzda tartışılması da “low profile”da dursun. Zaman sivriliklerimizi törpüler (mi acaba !). Bunu bugüne kadar olan elli beş yıl için de öngörmüştüm. Ben ve rahmetli Lâtif Tepecik’ten, Şükrü Saburhane’den, Ersin Bostanlı’dan yola çıkıp Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesi’nde buluştuk. Altmış yıl önce bu buluşmada “hamdık”. Dersler, dershaneler, Çamlık’ta Amerikan barakalarında az gelen sandalye sayısında köşe kapmacalar; bizi saat dokuzda başlayan derslere yetiştiren sekiz otuz treni yerine 7.30 treniyle erken gelip ön sırada dersi izleme yarışları, lamarina kaplı kantinde “Tek Gözlü Canavar Ramazan“ın demli çayı eşliğinde ders çalışmalar, cebimizde 150 kuruş varsa tabldotta yemek sırasında beklerken mide bulandırsın diye çocukca söylediğimiz “eşeğin kuyruğundan çorba yapmışlar / çorbalı dağlar, eşek ölmüş ağlar / vah eşeğim vah vah çüş eşeğim çüş çüş” ya da “ay bulutlu, ay bulutlu / peynir tuzlu, zeytin kurtlu” dizeleri gibi yaramazlıklarımız, asıl önemlisi omurgalı sivrisinekleriyle ünlü Menemen’deki Fakültenin Deneme ve Uygulama Çiftliğinde yatılı olarak geçen altı ayın yarattığı dostluklar, yakınlıklar, genişleyen hoşgörü sınırları ve farkına varmadığımız “net working” ile geleceği şekillendirme iletişimleri bizi “dostlukla 30 Ocak 2023e” getirdi sanıyordum ki…
Pre Konak > Bre Konak : Sen neymişsin be abi !
Sınıf arkadaşımız sevgili Cihan’ın “Milli Şuur”umuzu yabancı konuklarına bile gösterip tanıtırken oluşturduğu Çanakkale Öyküleri gubumuzda bir buluşma hevesi uyandırınca bayağı heyecanlanmış ve bir tur şirketinden teklif istemiştim; 55 nci yıl kutlama programı hazırlığı olarak. Daha sonra küçük bir test benim gibi yaşı az/çok seksenlik olanlar, belinde, kalbinde ya da ayağında biyonik olmayan ekstralar taşıyanlar “kusura bakma, gelemeyiz” deyince kursağımda kalmıştı hayalimiz.
Bir ara, bizi biz yapan, hamken pişiren ve yanmaya hazırlayan “Staj Çiftliği”nde bir Mayıs yemeği ile iki günlük bir program yapalım planımız oldu özellikle Hayrettin’in gönderdiği iletişim adresleriyle. Ersin gerekli girişimlerde bulundu (ki kendisi EÜZF den emekli profesörümüzdür) ve bakın sitem eden arkadaşımız Ersin’in ara bulucu mesajından sonra onu nasıl tanımlıyor:
“…Günaydın, bu sabah aldığım en iyi yorum,çok değer verdiğim kardeşliğin ötesindeki, ilim insanı Ersin’in yaptığı yorumdur. Acıları tatlıya dönüştüren bir dosttur. Sağol ver Ersin…“
Demek ki neymiş: “Diyorlar kül olmaz ateş yanmadan / Denizler durulmaz dalgalanmadan” Bu durumda “12SAP(iens)” i yayımdan kaldırmak doğruymuş; konuyu yeniden harlandırmamak bize yakışırmış.
Çiftlik mi, Çanakkale mi derken (sabah oldu erken):
Sevgili Ersin. Birkaç kere gündeme gelen “Çiftlikte Buluşsak” sözleri nedeniyle böyle bir düşüncem oluştu. Ancak İzmir konaklamalı iki günlük bir beraberlik, bir tur şirketiyle üç günlük yurt içi geziden daha pahalıya geliyor. Bu nedenle bir başka düşünce de daha önce konuşulan baharda Çanakkale gezisi olabilir ve İzmir çıkışlı olarak bir tur şirketiyle görüşülebilir. Öte yandan, görebildiğim kadarıyla hem seçim yılı hem de herşeyin bir belirsizlik içinde gittikçe pahalılaşması belki bu tür bir buluşmaya pek fazla ortam sağlamıyor gibi geliyor bana. Biz yine de çiftlik ziyareti yapalım eğer randevu alabilirsen. Cuma günü görüşmek üzere selamlar (Çiftlik müdüründen dekana kadar hiç biri çabamıza yanıt vermedi; bizdeki gelişmemiş iştah da sönüp gitti).
Pandemi nedeniyle üç yılı aşkın Çeşme’de yaşayınca; ara sıra özlem tepmeye başlayıp da İzmir’e gidip gelmek keyifleri güncelleyince pek fazla arayışım olmadı buluşma konusunda. Ta ki geçen hafta sonunda Cici Başkan‘dan bir telefon gelinceye kadar:
“Biliyorum Çeşme’de yaşıyorsun. Pazartesi (30.01.2023) günü Konak Vapur İskelesi üstündeki kafede bir öğle yemeği için İzmir’deki arkadaşlarımı telefonla arıyorum; gelir misin ?” mealinde bir çağrı yaptı sevgili Orhan. “Allah nasip ederse seve seve” dedim. Sormadım başka kimler geliyor diye.
Çeşme-İzmir-Çeşme günü birlik gidiş gelişler hem masraflı hem de yorucu oluyor artık benim için de. Bu nedenle aynı günün saat 15.30 una başkanı olduğum derneğin (Borzemliler) yönetim kurulu toplantısı ve genç meslektaşlarımla “Sektör Odası”nda “Kendinizi Sorgulayın1” konulu bir sohbet toplantısı programladım. Hatta hızımı alamadım ve Netgillerin iki kanadının (Netdirektli Burak ve Netinli Arçağ) yöneticilerini buluşturma programını da saat 17.00 e koydum. Sonuncusu sağlık sorunu nedeniyle gerçekleşmedi. Acil şifalar dileği ile erteledim.
Neyse, konudan sapmayayım. Orhan’ın telefonuna sevinerek pazar günü bir mesajla yola çıkacağımı gruba duyururken aslında çağrıyı yapan Cici Başkan adına “Konak Buluşması“nın da duyurusunu yapmış oluyordum:
Merhaba. Allah nasip ederse, yarın, Cici Başkan’ın çağrısına icabet etmek üzere Çeşme’den İzmir’e doğru yola çıkacağım. Bugün dijitalin cazibesinden çıkarsam okumak üzere elimde, masamda dört kitap var. İkisi onbeş yıl önce kitaplığıma girmiş , ikisi Ocak 2023 de satın aldığım. Prof.Selçuk Şirin’i birkaç hafta önce Fox’un sabah programında izledim. Çok beğendim. Hemen “Ya Adalet Ya Sefalet” kitabını satın aldım. Okumaya çalışıyorum. Öneririm. Umarım yarın saat 12/13.00 de Konak İskelesi üstünde çok arkadaşla görüşebilirim. Selamlar.
Sitem vs Stem
Buluşma hevesi öylesine yüksek olan ve çağrılsaydı bin kilometre öteden iki saatlik bir öğle yemeğine buluşmasına gelme konusunda son derece duyarlı olan arkadaşımızın sitemindeki şu sözcüklere takıldığım için Prof.Şirin‘i buraya sıkıştırıverdim:
“…Yazışmalara bakıyorum, çoğu laf olsun torba dolsun türündedir. Katılmak da pek içimden gelmiyor, onlar kendini birşey sanmasın diye…”
Demek ki grubun diyalogunu izlemek ve özdeşleşmek içinden gelmiyormuş ki gelişmelerden zamanında haberi olmamış. Peki “Onlar” kim ? Sanırım ben de onlardan biriyim… Torbayı hangi laflarla dolduruyor bizim EZM68 ler… Bu gruptan beklentilerini yazsa da biz de elimizden geldiği, aklımızın erdiği kadarıyla torbayı laf değil sözlerle doldursak; yeni bir tartışma konusu açsak diye isyanlara dönen ruhuma dur demede zorlandım ve kendimi gruptan koparıp bloguma attım. Ve torbada değil de çorbada bir tuzum olsun diye “sitem” den “stem” e geçtim tıpkı yıllar önce “Beter vs Better“ ile bir “t” eklemenin nelere kadir olduğu gibi burada da bir “i”yi çıkarınca “Z Kuşağımız” için çizilen öğrenme ve eğitim çerçevesine geçerek avundum. Google’ a “copcu beter” yazarsanız dokuz yıl önce yazdığım “Yaşam Büfesinde Hayal Ritimleri” başlıklı bir yazıma ulaşırsınız. (https://www.copcu.com/2014/10/31/yasam-bufesinde-hayal-ritimleri/)
“İstek” den önce “Bahçeşehir”li olan torunlarım İrem ve Duru‘yu kolejden almaya gittiğim günler duvarlardaki “STEM” leri inceler ve “çok güzel günlerimiz olacak” deyişine inancımı güçlendirirdim. Açılımları “Science (Bilim) > Technology (Teknoloji) > Engineering (Mühendislik) ve Mathematics (Matematik)” olan ve sığ İngilizcemle “Gövde” demek olan STEM‘le hamken pişen, yollara düşen altmış yıllık “öğrenme ve ustalık yolculuklarım” geçerdi gözümün önünden.
Şimdi yine filmi biraz geriye sarıp “PreKonak” konusunu tamamlayıp “PostKonak” a geçeyim.
Arabamın bagajında laptopum ve kameram var Enstitü toplantısında kullanmak için. Bu nedenle içimde de bir korku var ya çalınırlarsa diye. Bu nedenle iki gün arabamı hangi otoparka bıraksam. Katlı otoparkta yer olur mu öğle saatinde ? Bir metro istasyonu durağına yakın otoparkta bıraksam çalmazlar mı ? Tıpkı çok bilinen azıcık ayıpca bir fıkradaki, camide namaz kılan adamın durmadan düşündüğü gibi.
Cemaatle farzının kılındığı namaz sırasında imamın hemen arkasındaki safta namaza durmuş olan adam namazden sonra tarlaya gidince eşeğini nereye bağlayacağını düşünüyormuş. Kuyunun yanında ağaca bağlasa yakındaki sebzelere zarar verir. Uzaktaki ağaca bağlasa güneşte kalır yanar gibi türlü çeşitli seçenekleri düşünüp dururken imama malum olmuş ve dayanamayıp arkasına dönmüş ve “yat da s***ne bağla” demiş. Ben de onun gibi arabamın park yerini kendime dert edinip en meşakkatli ve en emin seçenekte karar kıldım ve uygulamadım.
Bornova-Konak-Bornova
Arabamı Bornova ZMAEstitüsü bahçesine bıraktım. Yürüyerek Bornova metro istasyonuna gittim (15 dakika ve ne olur ne olmaz diye elimde baston. Destiği kırmadan önlem almak gerek). Metro ile Konak’a 20 dakikada ulaştım. Yürüyerek vapur iskelesi üsüne varmak on dakika kadar. Buna göre öğle yemeği beraberliğinden en geç iki buçukta çıkmalıyım ki Bornova’daki ilk toplantıma yetişebileyim. Öyle de yaptım. Hiçbir sıkıntı olmadı ve de üstelik yedibin adımı aşkın sağlık yürüyüşü sağladı ekstradan bana. Daha ne ister insan !
Kimler gelmiş, kimler ve de bardağı taşıran kağıt pankart
Önce Cici Başkan, arkasından ben ve Ersin, Özcan, Şengün, Emin, Mustafa, Erol, Yalçın, Hüseyin, Sami ve Mesut. Tam bir düzine ve “12SAP(iens)”. Kutlama mesajları birbirini izledi. Cihan ısrarla görüntülü aramayı sürdürüp başarılı oldu ve katılımcıların hepsiyle yüz yüze, tek tek konuşup içtenliğini ortaya koydu. Ta Kanada’dan bile “Ah o gemide ben de olsaydım / Açık denizlere yol alsaydım” dedi Gönül. Ben de yazıma eklediğim videoya ikinci melodi olarak “Baka kalırım giden geminin ardından / Atamam kendimi dünya güzel / Serde erkeklik var…” sözlerini fon müziği yaptım. İlk melodi ise “Yolun Sonu” idi ve sazsız da olsa bir ara Şengün bir replik söyledi bu türküden keyifle…
Cici Başkan bu buluşmayı o kadar önemsemiş ki kendiliğinden, kimselere söylemeden bir de kağıttan bir afiş, bir pankart hazırlamış video karelerinde görülen. Bu pankartta “55nci Yıl Buluşması” ibaresi olunca haklı olarak uzaktaki arkadaşlar “bizim niye haberimiz yok, bizi neden çağırmadınız” gibi duygularla yüklenmişler (gibi geliyorsa da bana kutlamalar bu algının sadece bir arkadaşımızda olduğunu gösteriyor ki ha bir olmuş ha bin fark eder mi ? Olmasaydı iyiydi. Olmuş da tepkiye bu sözcükler yakıştı mı şimdi ?).
Zarf ve Mazruf > Maksut matlûb ama uslûp yaramaz
Aynen şu sözcüklerle başlıyor sitem: “Dostlar bu grupda olanların bazıların dostluk duygusu gelişmemiştir.” Bana göre olmadı, bu laf torbayı doldurmadı. Kime bu sitem ? Fotoğrafları konuşturup esprilerle süsleyip grupta paylaşan bana mı ? Ve dayanamayıp anında sorularımı gruba yönlendirdim:
“…Ben M….’in yazısından bir şey anlamadım. Kim o dostluk duygusu olmayanlar? Kimden, neden bir alınganlık ya da kırgınlık oluştu? Ben üstüme alınayım mı? Yardıma ihtiyacım var gecenin ucunda… Hayret bişe !…”
Pişip de yollara düşen ve elli beş yılı geride bırakan kimi ak saçlılar olumlu ve olgun mesajlarla ara bulmaya çalıştılar:
“…Sınıf arkadaşlarımızın buluştuğu bir platform olduğuna göre elbette hasret giderici yazılar, şakalaşmalar, dilekler, sevgi, saygı sunuları ve selamlaşmalar, fotoğraflar, kendince önemli bulunan paylaşımlar olacaktır. Eleştirilerimiz de bizimdir. Çünkü biz bizeyiz. Ancak eleştiri ile birlikte öneriye de yer vermek gerekir. Mesela şu anda aklıma geliveren; bilimsel içerikli mesleki konulara da değinilirse, tarımın çeşitli dallarından mesleğimiz dışında kimseler de istifade etmiş olurlar diye düşünmekteyim. Çünkü hepimiz de tarım alanında akademik düzeyde kimseleriz. Tüm arkadaşlarımıza en içten duygularımla sevgi ve selamlarımı iletirim…” gibi konuyu mesleğimize çekmeye çalıştı sevgili Erol yapısındaki hoşgörü zenginliğiyle… Nerde bende o yürek…!
Ya da sevgili Özcan “M…. kardeşimizin yazısında iki mesele sözkonusu. Birincisi kendisine davet ulaşmadığını, diğeri ise haberim olsaydı ben de katılırdım. Esasta kendisine de haber gitmeliydi… M…. de dahil hepinize hayırlı akşamlar, tatlı rüyalar ile sevgi ve saygılarımı iletiyorum…” diyor ki doktora çalışması sırasında rahmetli Lâtif’le birlikte yıllarını verdiği Giessen yollarındaki Almancasıyla sanki “du hast deine recht ich habe meine ruhe” gibi bir şeydi ki (ben Almanca bilmem; ben öykücü olarak uydurmayı severim) seksenli yıllarda bu sözü bana getiren ustasına (!) sordum ve doğrusu için yanıt bekliyorum. Gelince uydurduğum Almancasını tam yazarım ama Tükçe karşılığını çok iyi anımsıyorum rahmetli kayınbiraderim Nezih abiden: “Sen haklısın, benim başım rahat !“. Internetten bu sözün Almanca karşılığını sorunca “du hast recht, ich bin beruhigt” çıkıyor ki bu beni tatmin etmiyor; bu anılarımın izleriyle örtüşmüyor ve ben beklemeyi sürdürüyorum. Ve biraz önce (0202202318.40) sevgili Emel’den yanıt geldi: Yazdığın doğru, sadece küçük bir harf düzeltmesiyle…
…Ve sabah ola, hayrola ya da gün doğar sular durulur diyerek buluşmanın oluşumuna açıklık getirmeye çalıştım Özcan’a yanıt verirken
“…Sevgili Özcan. Geldin ve gördün. Orhan’ın hevesle hazırladığı kağıtta 55 nci yıl yazsa da bu buluşma organize bir EZM68 toplantısı değildi. Bu İstanbulluların sıklıkla yaptığı türden bir buluşmaydı. Birkaç ay önce Karşıyaka’da Yasemin Cafe’de yedi sekiz arkadaşın buluşması gibiydi. Benim renklendirmem bu buluşmayı sanki organize bir “ELLİBEŞİNCİ YIL KUTLAMASI” gibi algılatmış olabilir Metin’e; ama yine de bu tür bir yazının hak edildiğine inanmıyorum. Umarım sular durulur ve 55NCİ YIL OLARAK BULUŞURUZ...” diye sanki mecburmuşum ya da bir suçluluk duyuyormuşum gibi topa girmeye devam ediyorum.
Uzaklardaki sitemli arkadaşım kimi yorumları kendine yakın buluyor ve bu arada “ben bir şey anlamadım” mesajıma da yanıt veriyor yandan yandan:
“…Bazı duygular yaşanmaz olmaz, Anlatılsa da anlaşılmaz,yaşayan bilir ancak. Özcan sağolsun yaklaşımda bulundu. Bilen yahut yaşayan bilir. Ben gözlerim, incelerim sonra anlatırım. Örselendim ama yaşlanmadım. Belleğim yerindedir. Sağolsun dost sandıklarım. İyi geceler, M……”
Belli ki sevgili Ersin üzülüyor bu mesajlara ve konuyu yan yollarda yeni bakış açılarına yönlendirmeye çalışıyor:
“Değerli arkadaşlarım..
M…’in ilk mesajı ile Erol’un mesajı birlikte değerlendirildiğinde; Grup içine salınan mesajların niteliğinin gruptan beklenebilecek bir düzeyde olmadığı sonucuna varıyorum. Ana tema dostluk değil. Birbirlerini yıllarca görmeyen kişiler arasında ne dostluğundan söz ediyoruz. Mustafa’nın fotoğraflarına bakıp bu kimdir diyenler oldu. Toplantıda da seni tanıyamadım diyenler olduğu gibi.
Mustafa kardeşim, şimdi sana düşen, ki zamanı geldi, grup mesajlarının karakteri hakkında bir manifesto hazırlaman.
Politik mesajlar (m)
Mesleki m.
Facebook m. (!)
Karikatürler
Sağlıkla ilgili m.
Çiçek- böcek m.
Kutlama m.
V.s..
……
Geç oldu. O1.02.2023 başladı..
Yarına artık.
Daha iyi, huzurlu günlere …
Iyi geceler…”
Ve gece yarısındaki bu mesaj beklenen “yangın söndürme” etkisini gösteriyor ertesi sabah:
“Günaydın,bu sabah aldığım en iyi yorum, çok değer verdiğim kardeşliğin ötesindeki, ilim insanı Ersin’in yaptığı yorumdur. Acıları tatlıya dönüştüren bir dosttur. Sağol Ersin…”
Artık sırtımdaki rahibeyi indirmeliyim. Ne var ki, sırtımdaki rahibeye kızmaya başlasam da “can çıkmadıkça huy çıkmıyor…” Kendime dur diyerek ve sevgili Ersin’in mesajına da grupta sessiz kalarak “Ya sabır” ya da “La havle…” ile dereyi geçmeye çalışıyorum diğerleri mesajlara çerçeve getirmeyi kesinlikle istemezlerken.
Sırtımdaki Rahibe
İki rahip dereyi geçmek için eteklerini toplarken dere kenarında bekleyen rahibeyi görürler. Rahiplerden birisi “İstersen seni sırtıma alıp karşıya geçireyim” demiş diğer rahibin şaşkın bakışları altında. Rahibe kabul etmiş. Rahibin sırtına binmiş. Karşı kıyıya geçmişler. Rahibeyi sırtından indiren rahip ve şaşkın olduğu kadar da kızgın olan arkadaşı yola devam etmişler. Kızgın rahip dayanamamış “Nasıl yaparsın ? Nasıl rahibeyi sırtına alıp da günaha girersin ?”. Rahibeyi taşıyan rahip sakince ve gülümseyerek “Sen hâla rahibeyi sırtından indirmedin mi ?” demiş.
Baktım ki yoğunlaşıyorum; baktım ki “12SAP(iens)” yazımda duygularım daha da keskinleşiyor, dün yazdığım yazımı blogumdan geri çekip yeniden daha sakin yazayım diyorum. Yine de tam yapabildiğimi sanmasam da, rahibe sırtımda daha bir süre bana yük olacak gibi görünse de bu yazımı yayımlamaya karar veriyorum.
Görelim Mevlam neyler, neylerse güzel eyler.
Öykücü
* : 12SAP(iens) > Bir Konak buluşmasında kaderin bir düzinesi olarak 12 erkektik. Aramızda hiç hanım yoktu; Mücella (doktor randevusu) ve Gönül (Kanada’da oluşu) katılma isteklerini iletmelerine rağmen. Bu nedenle “12SAP” yazmak istedim. Sonra “iens” ekiyle ne de olsa “insan”ız…