Yaşam Büfesinde “Tarçınlı Baykuş”

“…Hanım sözü dinledim ve Baykuş’a bir parça tarçın koydum; bir şeye benzemedi…>Bu kadar mı güzel olabilir Baykuş’un tadı tarçınlı olunca; aman birilerine verme bana ayır (2024)…; İhaleden sonra Ankara’dan birkaç ton tohum tozu geldi > Doktorun bahçesi yemyeşil oldu (~2000 ?)…”

HAGEM’li, Utku’lu “Öykücülük”; Omurgalı Yaşam ve Kendini Sorgulamak; Dualar ve Uykusuz Geceler

Merhaba

İlgisiz görünen iki olay zihnimde aynı noktada buluştu. Birisi bugünün “Tarçınlı Baykuşu” diğeri de yirmi (belki de otuz) yıl öncesinin “Tohum Tozu”. Sanki “davul tozu, minare gölgesi” gibi oldu yazımın bu ilk satırları. Bakalım dünün tozuyla bugünün Baykuşunu zihnimin kabullendiği ilişki ya da ilinti çerçevesinde yazıma tam olarak dökebilecek miyim ? Bu sapmayı özellikle “Basra Serisi“nden kurtulmak için istiyorum. Çünkü durunamıyorum. Neredeyse Dr.XY beye yazdığım iletiyi göndermek üzereydim ki bu sapma ile biraz “es vermeyi” uygun gördüm: “Dur dinlen, ruhun sana yetişsin” dedi gaipten bir ses… Tıpkı ıssız adada ölmemek için arkadaşı Dursun’un son parçasını yemek için elini uzattığında Temel’e gaipten gelen Dursun’un sesi gibi: “Hey Temel ! Ok… da iki posiyon ye !“. Bazen, ara sıra, çoklukla, her zaman, daima dinlemek gerek gaipten gelen sesleri. İletimi yazdım ve tam “gönder” tuşuna basmak üzereyken taslakta bırakıp, dernek başkanımızla dertleşmekle yetinmeyi yeğledim. Gönderseydim iletiyi sakıncası ne olabilirdi ki.. ? gibi bir soru düşmedi değil içimdeki sesin zorladığı karar anlarında. Ne mi olabilirdi ? Bir fıkrayı anımsıyorum; ilgisiz gibi görünse de “Düşünce Tarzımı” açıklar diye yazayım.

“…Temel bir cemaate girmek istiyormuş. Otorite demiş ki “bir ay seks yapmayacaksın !” Temel kabul etmiş. Üç gün beş gün, bir hafta iki hafta, üç hafta sıkıntısız geçmiş. Bir aya bir gün kala Migros’a alışverişe gitmiş Temel. Üst raflardaki bir ürüne erişememiş. Görevli kız gelip yardım etmek için merdivene çıkmış. Temel de merdiven kaymasın diye tutarken… Ötesini yazmamayım. Temel’in cemaate girip girmediğine boşverin; Temel artık Migros’a giremiyormuş…” Bunu anımsayınca sabrı yeğledim ve gider ayak seksenin arifesinde bir de enstitü özlemiyle gözüm açık gitmesin…

Dernek Başkanım içtenlikle düşüncelerimi paylaşmakla birlikte bana “üzme kendini, takma kafana, böyle gelmiş böyle gider; madem herkes halinden memnun…” demekten öteye gidemedi; özellikle baskın güçlerin ataleti ve prosedürün açmazlarına dayanarak… Ortak noktamızda bu konunun iyi bir uzmanlık ya da doktora çalışması olabileceği oldu. Bu arada sevgili Prof.Dr.ND hocam da konuyu benzer umutsuzluk sözcükleriyle gönderdiği elektronik postada noktaladı. Onu da paylaşarak “Tarçınlı Baykuş“a döneyim:

Sevgili Mustafa, Basra 4 başlıklı yazını şimdi okudum. Gösterdiğin nezakete ve inceliğe çok çok teşekkürler. Üzülerek söylemek gerekir, sorunlara artık eskiden olduğu kadar ki titizlikle eğilinmiyor. Bu nedenle de bir çok sorun çözümlenmeden kalabiliyor. Örneğin pestisit ruhsatlandırmaları buna bir örnek. Nasıl ki yeni bir etkili madde ruhsatlanırken, denemeler de dahil olmak üzere değişik aşamalardan geçiyor ise, ruhsatı iptal edilirken de benzer aşamalardan geçerek, hakikaten önerilere uygun kullanıldığında gıda güvenliğini etkiliyor mu? Yeraltı sularına sızıyor mu? Dayanıklılık sorunu nedeniyle etkililiği düşmüş müdür ? Yasaklanma durumunda alternatifleri var mı gibi konular araştırmalarla ortaya konmadan, AB’de de yasaklandı bizim de yasaklamamız gerek mantığı ile hareket ediliyor. Sonuçta, bazı hastalık ya da zararlılarla savaşımda alternatifler tükenmeye başlıyor ve bir de işin içine dayanıklılık sorunu girince, üreticiler öneri dışı kullanımlara hız veriyorlar. Bu yukarıda da değindiğim gibi, sorunlardan bir tanesi. Sizin dikkat çekmeye çalıştığınız örtü altı bağcılık, örtü altı bağlarda hastalıklarla savaşım, sebzelerde toprak altı zararlıları, kullanımda olan pestisitlerin etkililiklerini muhafaza edip etmedikleri, yeni ruhsat alan etkili maddelerin dayanıklılık riskleri ve bu risklere göre nasıl bir program içinde kullanılmalarının gerektiği …. vs vs vs. Sevgili Mustafa, Konuştukça sorunlar da yavaş yavaş ortaya çıkıyor. Ama en acısı, bu sorunlar, çözümlemesi gerekenlerin fazlaca ilgisini çekmiyor. Selam ve sevgiler ND”

ve leddalin amin (bir işin istenildiği gibi olmadığını fakat öyle ya da böyle sona gelindiğini belirtir diye umut ediyorum)

ve yanıtım:

Merhaba Hocam Aynı dertten muzdarip olarak dertleşme keyif verse de şu yaptığımızın benzerini diğer arkadaşlarımla yaparken de aynı hisse kapılıyorum ve affınıza sığınarak ifade etmek istiyorum “Dar alandaki bu paslaşmalar mastürbasyondan öteye gitmese” de kendime dur diyemiyorum. Örtü altı bağları ve teknik talimatta külleme mücadelesine Temmuz ortasında son verilmesi uyarısına dayanarak ve en basit yönüyle ele alıp tahrik ederek adım attırabilmek için çıktığım “Basra” yolculuğunda yetkili otoritenin yanıtı bana sanki “bana ne abicim; bana dokunmayan yılan bin yaşasın” gibi geldi ve kendimi zor frenledim (şimdilik) TGM’de ilgili kişiye kişisel bir mesaj göndermemek için: “Resen bir proje başlatmak ister misiniz ?” diye hafifinden, nazikçe konuya müdahil olsun diye. Bunun da işe yarayacağını sanmıyorum; çünkü bence bugünün saraylıları hep aynı yolun yolcusu…Neyse kendime biraz daha sabır dileyip kanalımı değiştirmeliyim yoğunlaşıp da kahrolmaktan sıyrılmak için. Selam ve sevgilerimle ve diyalog için tekrar teşekkürlerimle. Bu arada aşırı sıcaklarda saldırganlaşan sivrisineklerden korunmak için güncel kıyafetimle bir fotoğrafımı da paylaşayım iletimin ekinde…

Odadan çıktığımızda üçümüzden (TÖMCAK) tek bir cümle duymak istiyorlardı: “Yes, we are ready !”. Neye hazır oluyorduk (Min.%25; Max.%16; +20mio $) Totemler diktik ve …

Batının SAP’ları vs Doğunun Dr.Deming’i

Tam Basra Serisi bitti derken meslektaşım sevgili Ahmet aradı. Mehmet’ten sonra Ahmet de şirket değiştirip ASN’ın teknik müdürü olmuş. Onunla da Sarıgöllü örtülü bağları paylaşınca o da yazımı okuyup içtenlikle bir geribildirim göndermiş ve bakın onun yorumlarında siz hangi “Umut Işıkları“nı ya da “Umutsuzluğun Alacakaranlığı” nı görüyorsunuz:

Mustafa Bey yazınızı okudum. Herzamanki gibi içeriği geçmişin tecrübeleri ve günümüz konularının aslında nekadar benzediğini gösteriyor. İsimler karakterler değişiyor ama senaryo aynı. Sadece güncelleme. Maalesef özellikle de günümüz ekonomik sıkıntılarının olduğu dönemde bırakın tarımsal üretimi, tamamen daha kolay kontrol edilebilecek gıda endüstrisinin aymazlığı yanında bu devede kulak gibi kalıyor. Hele ki şu an hayatta kalma mücadelesi yaşayan çiftçilere karşı kimsenin örtü altı bağcılığa sizin bakış açınızla bakabileceğini sanmıyorum maalesef. Hani derler ya “açlık sofuluğu bozarmış“. Şuan ki koşullarda herkes bir şekilde ayakta kalmaya çalışıyor”.

Ahmet haklı ama haklı olmak umutsuzluğumu körüklüyor ve “Batının SAP‘ları”nı düşünüyorum. Ahmet’le bu konudaki şimdilik diyalogu şu satırlarla sonlandırıyorum:

“Sevgili Ahmet İçten paylaşıma ve anlamlı geribildirime teşekkür ediyorum. İki zıt gibi görünen bakış açısı var olayları ele alırken:

  • biri batının SAPlarının (Sokrat Aristo Platon) problem odaklı değer yargıları: bozuk değilse dokunma (tıpkı örtü altı bağları gibi; herkes halinden memnun (!!!)
  • ⁠diğeri doğunun Dr.Deming’i : İyiyse daha iyi olabilir. İyi akşamlar; selamlar.

Demem o ki; elime, dilime hakim olamayıp da yazımın Dr.XY’a gönderecek olursam büyük olasılıkla şikayet gibi algılanacak olan bu iletişim sonrası dostlarla ilişkilerim zora girecektir. Değer mi ? Değer ama “nerde bende o yürek…” diyen Sezen Aksu’yu düşünüyorum. Biraz daha sabır diliyorum kendime ve “Tarçınlı Baykuş” konusuna dönmeye çalışıyorum. Önce geçmişteki “Tohum Tozu” ile başlayayım.

Tohum Tozu (Bulunmaz Nimet)

Özel sektöre geçmiştim (01.05.1985). Rahmetli Talip Abi de Bakanlıktan (Ankara-ZM ve ZKGnMd.lüğü) emekli olup benden önce aynı şirkette göreve başlamışmış. Dostum Doç.Dr.Ahmet Erciş‘ten önce şirketin ruhsat vb bakanlık ilişkilerini yöneten mükemmel biriydi Talip Abi. Onunla birlikte Şeker Enstitüsünü ziyaret edip “Şeker Pancar Tohum İlaçlaması” pazarına girebilmek için beklentileri saptamaya çalışmıştık. Aradan yıllar geçti ve ihale yapılı bu pazarın tohum ilacı istekleri, beklentileri evrimleşti. Yetişmekte geç kalıyorduk. Özellikle “neonicotionid” grubu sistemik nitelikli insektisitlerin tohum ilacı olarak kullanılmasıyla sağlanan ekstra faydalar kanıtlanınca ihale koşullarında öne çıkan belirleyici etkenler netleşti. Çoklukla BYR’in GCS’u ve partner fungisitlerle “Tohum İlacı Paketi” ihaleyi kazanıyordu. Ne kadarı kanıtlanmış avantajların, ne kadarı kişisel ilişkilerin yarattığı güven, ne kadarı da fiyat bazlı savaşımda inisiyatif kullanmanın etkisidir bilinmez ise de bir yıl ihaleyi biz kazandık. Karışımın hazırlanması, tonlarca ilacın salimen (! kaza) Ankara’ya ulaşması ve başarıyla tohumlukların ilaçlanması aşamaları aşıldıktan sonra sözleşmede yer alan “Elek Altı” ilaç-tohum artıkları (ki ben ona “Tohum Tozu” diyorum) karışımının geri alınması gündeme geldi. Ankara’dan alındı ve merkeze geldi tohum tozu… (bu öyküye devam edeceğim)…

Tarçınlı Baykuş (Keyifler Gıcır)

Bir zamanlar cin-tonik, votka-limon veya greyfurt-campari karışımlarıyla Çeşme’de gün batımını izlemek daha bir fazla keyif veriyordu. Yıllar yılları kovaladı ve kimimiz kırk yılda bir bir kadeh “Baykuş”la yetindik; kimimiz de kahveyle veya yeşil çayla yetinip bu tür karışımlardan uzak durmayı yeğledik. Baykuşun bilgeliği an…n esansını kucaklayıp standardı aşan beyazlıklar yarattı. Bilimin sınırı yok ve varsa da zorlanmadan bir üst düzey güzelliklere erişmek zor. Bu nedenle kimi zaman sakız girdi içine ve pek sevilmedi.

Osmanlı’da baykuşun yeri çok ayrıdır. Türk mimarisinin en önemli ismi olan Mimar Sinan baykuşları inşa ettiği camilerde figür olarak kullanmıştır. Dikkatli gözlerden kaçmayan bu detayın sebebi ise eski Türk, Mısır ve Yunan medeniyetinde baykuşun bilge olarak adlandırılmasıdır. Bu figürleri de camilerde kullanmıştır. Gayet de güzel olmuştur. Ayrıca Mimar Sinan Üniversitesi’nin logosu da baykuştur.
Çay başında çırpınıyor baykuşlar (Uşak); Ötme de gugguk ötme bağrım eziktir (Antalya; https://www.youtube.com/watch?v=3MnLz1CpkGY); Gezsem de dünyanın dört bucağını (Çorum; https://www.youtube.com/watch?v=cHYHcIGwAms)

Yeni’ydi, Kulüp’dü ve hatta Altınbaş’tı derken tek elden, markalar markaları kovaladı ve “Ustaların Karması” sıranın önüne geçti bir zamanlar; daha sonra belden aşağı doğru inerken “Göbek“te çıpaladı keyifler. Bu sırada “içinde bir çubuk tarçın koysak nasıl olur ?” sorusuyla söylem eyleme dönüştü ve ortaya çıkan ürün ustaları kesmedi. Ne yapmalı, kime vermeli, nasıl tüketmeli, yazık etmeden, heba etmeden kim daha çok değerlendirir diye düşünürken Çandarlılı melek ilk hevesli ve istekli gönüllü kişi belli oldu. “Ben de isterim” diyerek konuya müdahil oldum ve tat-içim testlerimde bir de ne göreyim…

Tohum ve Baykuş

“Böyle bir şey olabilir mi Allah aşkına !” Ve işte test sonucunu ileten mesajım:

Ben bugün tarçınlı Baykuşla tanıştım ve gerçekten çok beğendim. Çünkü

  1. Daha ağdalı, yoğun ve damak tadıma çok uygundu
  2. ⁠An…nu bastıran tarçın kokusu yoktu; sadece an…n yoğun aroması (ki ben pek sevmiyorum) bastırılmıştı
  3. ⁠İçimi yumuşaktı
  4. ⁠Yemekle olduğu gibi akşam üzeri aperatifi de olabilir benim için
  5. ⁠Öncelik Melek’in olsun; geri kalanını ele güne verme ÜC; benim olsun
  6. ⁠Bakalım HT ne diyecek. O da bugün tadacak

Çok geçmedi bir akşam üzeri konuğumuz olan EC de çok beğendi ve paylaşılamaz oldu Tarçınlı Baykuş’un test materyali. Tıpkı tohum tozunu ne yaparsak, nasıl yaparsak daha fazla fayda sağlarız gibiydi damak tadımıza sunulan Tarçınlı Baykuş ve şimdi filmi geri sarıp tohum tozuna döneyim:

Tohum tozunun kimyasal yapısında hem sıcak iklim hem de soğuk iklim koşullarında baskın olan pekçok toprak altı, kök zararlısı funguslara karşı koruma sağlayan üç farklı fungisit vardı. Mükemmel bir karışımdı. Öte yandan tohum ve toprak uygulaması izni olan sistemik ve uzun süreli etkili yeni bir grup insektisit de vardı kompozisyonda hem topraktaki Tel kurtlarına (Agriotes spp.) hem de yeşil aksamdaki emici böceklere karşı. Yazdığım hedef hastalık ve zararlılara karşı kullanım izinleri vardı karışımdaki tüm kimyasalların. Bu faydalardan yararlanmak gerekirdi; kıymetli bir karışımdı. Fakültenin ilk yılı olan FKB (Fizik Kimya Biyoloji)de sınıf arkadaşım olan daha sonra ziraatı bırakıp hekimliği yeğleyen sevgili ÖU’ların da kiraz bahçesinde böyle bir çözüm arayışı vardı. Yönetimli, denetimli kullandık. Bitki sağlığı açısından mükemmel bir görüntü oluştu; sadece ağaçların taç iz düşümüne verdiğimiz bu karışımdan sonra bahçe yeşillendi. Karışımdaki şeker pancarı tohum kırıntılarından çimlenip çıkan bitkiler aynı zamanda bahçeye yeşil gübre oldu ve organik maddece zenginleştirdi.

Sözün özü; tekrar Tarçınlı Baykuş olsun mu ? Hayır ama mevcut olan da ziyan edilmesin ve edilmedi. Belki daha uç bir ifadeyle değer bilenlerle kavuştu ve damaklarda hak ettiği yerini aldı. Yenilik arayışındaki emekler boşa gitmedi. Dün gece “Şükür Dualı” Güzelbahçe yemeğinde son “Tarçınlı Baykuş” bize eşlik etti. Öte yandan da çok değerli bir karışım yok olup gitmek yerine duble faydayla ihtiyacı olanlarla buluştu. Komponentlerin hepsi topraktan kullanım iznine sahip olduğu gibi etkinlikleri de kanıtlanmıştı. Demem o ki; kimi zaman fırsatlar kapıyı tıklatınca duyarlı kulaklar ve yürekler sessizlikle gelen sesi duymalı ki “örtü altındaki üzümler soframıza daha güvenilir olarak gelsin ve bölgemizin bir yöresindeki bu üretim şekli yerleşik bir tarımsal kültürü yaratırken entegre önlemlerle kalıcılığı uzun ömürlü olsun.”

Neden olmasın ? Gereken sadece inançlı bir niyet ve zihniyetle atılacak bir küçük adım: un var, şeker var, usta da var ve karın artık şu helvayı ki geç kalıp da “rahmetlinin helvası” olmasın…

Öykücü