“…Baltalar elimizde, uzun ip belimizde bir gideriz ormana hey ormana (bu ne biçim bir çocuk şarkısıydı, öte yandan ormanlarımdan bir dal kesenin elini keserim derken astığı astık, kestiği kestik zamanın behrindeki otorite; gerçi Muğlalı Ormancı da köye ateş düşürmüştü)…; “Ne yani asmayalım da besleyelim mi ?” diyebilen vicdan yoksunu dangalak darbeci…; Daha dün “al şu ipi as onu” derken özel ulakla gönderilen urganı odasının baş köşesine koyan gamlı baykuş…; yumruğunu sıkıp masaya vurmak varken el yükseltip de Devlet’e inat devlet bağışlayarak sözün nereye varacağını hesaplayamayan dangalak çaylak…; Saçmalıklardan ironi arayan ve bunun için HANsız (2) timsahın gözyaşlarına ve hatta sırtlanın sırıtışına bile hasret kalan yorgun ruhum…”
Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ? Kendinizi sorgulayın, sahip olduğunuz değerlerin farkına varın. Farkındalığınızı geliştirin, özgüveninizi yükseltin ve sizi motive eden nedenleri bulun ! Güç sizde; size hiç bir dilek verilmemiştir ki beraberinde gerekli olan güç de verilmemiş olsun…
NOT: Bu yazımda içerikle görsel tam ters köşe yapacaktır. Yüreğimi sıkan Narin’den Tusaş’a uzanan cinayet ve ihanet rüzgarı yetmezmiş gibi bir de kürsülerdeki meymenetsiz yüzlerden yorulan ruhum ipli, ipsiz savrulurken klavyenin tuşlarına düşen maskelenmiş anlatımın ekinde şükür ve şükranla ailemin “Yaşam Mimarlarının Başarı Formülü”nü görselleştirerek teselli bulmaya çalışıyorum.
Merhaba
Şöyle de yazabilirdi “Er(me)mişin Bahçesi“nde nasıl buyurduysa zerdüş; “Bxxak Baykuş” ya da “Mxxdeburlarr Çetesi veya “Dangalaklarr Korosu“…
İp atma provası yapmış olsaydı sıkılı yumruğunu havaya kaldıran siyasi ilk harekette hedefine savurabilirdi özel ulak kullanmadan; olmadı ve kürsünün hemen önüne düştü ip ve ikinci bir hareket daha yapmak zorunda kaldı. Ne urganmış be abicim !
Daha dün annesinin kollarında yaşarken, çiçekli bahçesinin yollarında koşarken şimdi siyasi oldu, meclisleri doldurdu ve yanan ormanların yerini oteller aldı. Dün ne dediğini unutup bugün çarkı felek gibi fır dönmekten utanmıyor. “Al şu ipi as onu !” derken bugün “…Sen kim meclise gelsen bir yer mi bulunmaz, baş üzre yerin var..” diyerek buyur ediyor; ertesi gün yetmiyor “seni sevmeyen ölsün” benzeri yakarışlarla sözde Kürdü Türke, Türkü Kürde yamamaya çalışıyor; aslında yaptığı yanmasın diye kazı çevirmekten öte değil…
Tam yirmi yıl önceydi. CINOS(3)‘un üçüncü evresinde gençleşmiş ve İzmirlilenmiş yeni ekiple başarı grafiği hızla yükseliyordu. Hem satış hedeflerinde sınırlar aşılıyor hem de başarının hazzını kutlamak için yıllık toplantı yeri için sınır ötesine uzanılıyordu: Mısır 2004.
İkinci global birleşmenin yerel yıkıcı etkileri altında ihmal edilip sahipsizlik nedeniyle, çöküşe geçmiş olan liste başı TXK ilacı için seferberlik ilan edip sahaya yayılan “sahra gücü” ile “Yes, we are ready” söz verişe dayalı “Etkili Eylemler “sonucu zirveye çıkan ve “Cesur Adamlar (Bravemen)” adıyla iz bırakarak Pazarlama Müdürlüğünü devrediyordu “Zxxtinyağlı Mustafx”… Mısır’daki sunumumda ana mesajım “BeE” idi; açılımı da “Be Old (MC), be young (KA), just be Effective (4)“ idi.
Eeeee ! Dünden bugüne benzeşenler ne, beş benzemezler ne ? Doğrudan yanıt verirsem blogumda öykü anlatmayı sürdüremem. Bu nedenle iki fıkra ile anlatmaya çalışayım. Biri “ipli” olsun, diğeri de “ipsiz” ve biraz da “sapsız“.
Adamın biri minareye çıkmış; kendini aşağı atıp intihar etmek istiyormuş. Ahali aşağıda toplanmış ve usulen yapma, etme deseler de merakla sonucu bekliyorlarmış. Oradan geçmekte olan Temel “bana bir ip getirin ben onu kurtarırım” demiş. Hemen uzunca bir urgan (kalın ip) getirmişler. Temel ipi minarenin şerefesinde intihar etmek isteyen adama atmış ve “tut ucundan” demiş. Adam tutmuş; Temel hızla ipi asılmış ve adam yere düşüp ölmüş. Seyredenler şaşkın, Temel de şaşkın ve kendi kendine söylenmeye başlamış: “Allah, Allah ben geçen sefer kurtarmıştım adamı…” ve devam etmiş “minareden miydi yoksa kuyudan mı hatırlamıyorum”…
Dün “as onu” diye kürsüden ip atan adam bugün “gel gel bana gel “derken yumruğu sıkılı adamın özel kurye ile gönderdiği kürsüden atılmış ipi odasının baş köşesine koymuş; onunla ne yapacaksa…!
Eskiden (ellili yıllar) ilkokul birinci sınıf kitabında (Alfabe ki; ister “elif be” den gelsin eskiyle bağları işaret etsin diye; ister “Alfa beta” dan gelsin Latinlere kadar uzanan batının kültürüyle bütünleşmeye geçiş adımı olsun diye ben “Alfabe” sözcüğünü hep sevdim) “ip” yerine daha çok “top” kullanılırdı (bugün top’tan “top olmak”tan ürküyor şoförü de düşününce zihinler) öğrenmenin ilk çabalarında ve şöyle yazardı Alfabede:
Veli Ali’ye seslenirdi: “Ali top at” ve söz dinleyen Ali’nin de yanıtını “Al sana top” olurdu. Şimdilerde adının Türkçesi “eşitlik, denklik” olan zat-ı muhterem “al sana ip” diyor. Bu “ipli” söylentileri sevmiyorum. Örneğin bir yanda “ormanlarımdan bir dal kesenin kolunu keserim” diyen zamanın behrindeki adil ve akîl adam; diğer yanda “baltalar elimizde uzun ip belimizde bir gideriz ormana hey ormana” demeyi matah bişey gibi öğretip ormanları ya maden ya da otel yapan sakil adam… Şimdilerde baltanın gücü yerine kibritin gücü ile çıkan yangın ya da altın avutmasının gücünü kullanan gözünü hırs bürümüş canilerin makineleriyle talan önlenemez biçimde sürüyor. Bu nedenle şimdi bir de “ipsiz sapsız” bir fıkra ile yazımın girişindeki “Timsah ve Sırtlan“a bir anlam yüklemeye çalışayım:
“…Suların yükseldiği sırada Nil kıyısında bir timsahla bir sırtlan karşılaşırlar; durup selamlarlar birbirlerini. Sırtlan timsaha sorar “Günleriniz nasıl geçiyor efendim ?” Timsah cevap verir “Kötü geçiyor. Gün oluyor acılarım ve hüznüm içinde ağlıyorum. Beni görenler diyorlar ki; bunlar yalnızca timsah gözyaşları. İşte bu beni sözün ötesinde yaralıyor (MC: Artık ağlamıyor; bence ağlayamıyor. Çünkü doymayan açgözlülükle birlikte yiten vicdanla gözlerde yaş kalmadı). Sırtlan da timsaha şöyle der “Acınız ve hüznünüzden söz ediyorsunuz ama bir an için beni düşünün. Dünyanın güzelliğine, harikalarına, mucizelerine bakıyorum ve salt bir sevinçle gülün güldüğü gibi gülüyorum. İnsanlar diyor ki “Bu yalnızca bir sırtlan gülüşü (MC: İkisi de gülmüyor. Ne gülecek halleri kaldı ne de gülecek yüzleri. Ayaklar çukurda; omuzlar çökmüş, atabildikleri birkaç adım mecalsiz. Git evine dinlen be abicim, bak okyanus ötesindeki amcaoğlunuz bile selasız, duasız, namazsız, helallik alamadan gitti ve arafta kaldı; bekliyor. Bu dünya Sultan Süleyman’a kalmadı)…”
Buna bakan “çaylak” tam bir dangalak; yok mu bunların bir akıl hocası. Lafın nereye gittiğini halkın ironiden anlamadığını, el yükseltmek ne demek abicim ! Sizin sı*ıp batırmanız yetiyor rakibinizin bir şey yapması gerekmiyor oyunu kaybetmeniz için.
Nereye kadar ?
Atam seni her zamankinden çok özledik. Sana çok ihtiyacımız var. Ülkemde tam bir akıl tutulması var; gel bizi bu gafletten uyandıracak yolu etkili kılmak için ses ver Allah’ım…
Öykücü
(1) Oğuz Saygın’dan
(2) HAN’sızlar: https://www.copcu.com/2021/05/30/yasam-bufesinde-hansizlar/
(3) CINOS: Ciba, Novartis ve Syngenta’da geçen 24 yılım (1985-2009)
(4) BEe :https://www.copcu.com/2010/03/14/yasam-bufesinde-beceren/