“…Büyü, şu an yapmakta olduğunuz şeyle ilgili içimizden başlayıp dışımıza yayılan olumlu bir ruhtur. Büyümüz,yaptığımız işle ilgili olumlu duygular içimizden çıkıp diğerlerince de bilinir olduğunda görünür hale gelir… Biz kediye kedi deriz… Büyünüzü oluşturmadan ya da geri kazanmadan önce neye benzediğini ve ona ulaşmak için ne gerektiğini hayal etmelisiniz. Bunu başarırsanız bunlar kriterleriniz haline gelir. Bu, başlamak için iyi bir noktadır…Kedinin renginin siyah ya da beyaz olması bence farketmez; yeter ki fare yakalayabilsin…”
Merhaba (26.11.2010 Çeşme)
Aşağıdaki yazımı dün yayımladım. Arman Hocamdan söz ederken “Türkiye Nasıl Zenginleşir ?” isimli kitabından bir mesajı paylaştım. SSTC Adım Öğrenme Yolculuğunda SMART’ik hedef belirlemeye de değinerek Arman Hocamın üç yıl önce ülkem için çizdiği hedefi yazıma almıştım. Bu hedef kişi başına milli gelirimizin 15.000 $ olmasıydı. Bugün Sevgili Ege Cansen‘in “Oyunun Kuralı: Dolar, dolar kaç dolar ? “ başlıklı makalesinde, 15.392 $ la bu hedefin (sözde) aşıldığını görüyorum. Ancak sayın Cansen’in son sözünün “Bile, bile yapılan yanlışa, yalan denir” olduğunu da belirterek Arman Hocamın çizdiği hedefin doğru yorumlanması eklemesini yazmayı bir borç bilerek blogumda bu değişikliği yapıyorum.
Merhaba
Bugün biraz aklım karışık. Nedeni de “versus” sözcüğü olsa gerek. Bu Latince sözcüğü “vs” olarak kısaltır ve biz çok kullanırız. Belki de kararsızlık anlarımızdır. Sorumluluktan kaçışımızdır. Karşımızdakini ikilemde bırakıp kararı o versin isteriz. Buna bir de kılıf uydururuz. Kılıfa da “adil süreç” deriz. İngilizce’sini de buluveririz: Fair Process. Sahibi de Chan Kim Amca deriz. Kim Amcanın René Mourborgne. ile ortak yazısını da Harvard İş Okulu Yayınları arasından buluveririz. Kaynağı güçlendirmek isteriz. Kim ve René nin birlikte INSEAD’lı oldukları bilgisini de ekleriz.
“Versus” güzel bir sözcüktür. Yararlıdır. Anlamlıdır. Kısacık boyu vardır; türlü türlü huyu vardır. Genellikle yumuşak bir kavramdır. Masum görünüşlüdür. İki seçeneği karşılaştırmada, kıyaslamada araya girer. Seçenekler kimi zaman eşdeğerdir; eşgüçlüdür. Kimi zaman da biri önceliklidir. Aradaki “vs” ile süreç yönetimi örneklenmeye çalışılır. Kıyaslamayı yapanın tuttuğu tarafa göre masumiyet azalmaya başlar. Artık “vs” kılıflaşmaktadır. Kimi zaman da “vs“a daha sert görevler yüklenir. Karşılaştırmada tansiyon yükselmiştir. Amaç açık ya da gizli “tartıştırma” hatta “meydan okuma“ya dönüşür; dönüştürülür. Yer, zaman, konu ve kişiler doğru seçilmişse bu düzeyin yararları daha da çok olabilir. Seçimler kadar tarafların “müzakere becerileri” gelişmişse pek sorun yaşanmaz. Tarafların sabrı adım adım gelişmeye yeterse verimlilik artar.
Özellikle büyüme ve gelişme dönemlerinde “vs” örnekleri çoğalır. Sevgili Ali Saydam‘ın “Algılama Yönetimi”ndeki on emre göre dikkatli olunmazsa bu kıyaslamalar “ben senden daha önemliyim” algısına dönüşebilir. Başarının sonuçlarına katlanmak başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zor olabilir. Kırküç yılına giren mesleki yaşamımda ençok karşıma çıkan “vs” durumları şunlar olmuştur:
* Satış vs Pazarlama
* Satış vs Teknik
* Pazarlama vs Üretim
* Kısa vadeli kazanımlar vs Uzun vadeli beklentiler
* Yüzmetre yarışı vs Maraton
* Beklemek şeytana zaman kazandırır vs Dur dinlen ruhun sana yetişsin.
* Pull (çek ve talep yarat) vs Push (it ve talep yarat)
* Orman vs Ağaç
* Havuç vs Sopa
* Ne vs Nasıl
* Ne vs Neden
* Talent (yıldız oyuncular) vs Performans motoru (kurumu götüren çoğunluklar)
* Rekabet etmek (hayatta kalmak) vs Rekabetüstü olmak (büyümek/gelişmek/dönüşmek)
* Yönetici vs Lider
* Pusula (yön) vs Saat (hız)
* Kapasite (More) vs Kapabilite (Smarter)
* Çin vs ABD
* Aktif maddeler vs Katkı maddeleri
* Angut kuşu vs Horoz (2004 Hillside Su salonlarında Finans vs Satış)
* Söke (pamuğun beyaz gücü) vs Soma (kömürün kara gücü)… Arman Hoca’dan söz edeceğim için şimdi aklıma düştü bu kıyaslama.
* Inovasyon (yenilikçilik) vs Imıtasyon (taklitçilik) ki bir başka yazımda “orta yolu (Imovasyon)” ele alacağım.
* Sonuç vs Süreç
* Vermek vs Almak (ki bu kez Mojo kapsamında “Mesleki büyü vs Kişisel büyü” olarak yazımın sonunda ele alıp GAT dünyasını yeniden anımsatacağım)
* RAW (benim Cevher anlayışım) vs OYA (İsmet Hocamın “Bilgi yönetimi/Yöneticinin yönetimi/Performans yönetimi” anlayışı-ki bir sonraki yazımda bunu ele alacağım)
Tam bu noktada bir küçük fıkra geldi aklıma. Deveye “yokuşu mu seversin; yoksa inişi mi ?” diye sormuşlar. “Düz yolu gözünüz kör mü ?” demiş deve. Deve haklı. Keşke her zaman bunca akıl karışıklığı yerine hep düz yollar olsa. Ne var ki kaynaklar sınırlı; zaman sınırlı; güç sınırlı ve sürekli birini diğerine seçmek zorundayız. Üstelik doğru seçmeliyiz. Doğru seçimde iki temel kriter var: Önem ve Öncelik. Onbeş yıl önce S.Covey, “önemli işlere öncelik /first thing first” isimli kitabında “etkili haftalık programlar” üzerinde ısrarla dururken şöyle bir vurgu yapıyordu: “Etkili haftalık programlar vicdanın güdümündedir. Etkili haftalık programlar kısa vadeli işlerle uzun vadeli planlar arasındaki boşluğu doldurmanıza yardımcı olur“. Yöneticilik zor iş. Sanırım E.D.Bono ‘nun “rekabet üstü” isimli kitabından alıntıdır; “yönetim”in pratik analojisini yapıp: Yöneticilik engebeli yolda araba kullanmaya benzer. Arabayı da yolu da siz seçemezsiniz” diyordu kitabında.
Şimdi gelelim yazımın girişine. Üç renk ve üç kaynak. Önce maviler. Internette http://www.marshallgoldsmithlibrary.com/html/marshall/books.html adresine girdiğinizde Dr.Marshall Goldsmith‘le tanışırsınız. Dartmouth Ekonomi Okulu’nda ekonomi dersleri veren Dr.Goldsmith “Succession” ve “The Leader of Future” un da içinde bulunduğu 28 kitabın yazarı. Son kitabı “Learn Like a Leader” (08.2010) ve bu kitabında eş yazar Ken Shelton’u ben bir yerlerden tanıyorum. Çeşme çatıya baktım 05.1998 Afyonkarahisar-Oruçoğlu toplantısındaki sunumum öncesinde okumakta olduğum “Sahte Liderliğin Ötesi” isimli kitabın yazarıymış. Marshall amcamız sanki kitap makinesi. “What got you here won’t get you there:Sales” isimli kitabını da 06.2010 da yayımlamış. Ocak 2010 da üç kitabı yayımlanmış; isimleri ilginç,
* Succession: Are you ready ?
* Best Practices in Talent Management
* The AMA Handbook of Leadership
… ve Marshall amcanın ilgimi çeken kitabı 02.2010 yayım tarihli “MOJO” su: “How to get it, how to keep it; How to get it back, if you lose it /BÜYÜ: Nasıl edinilir, nasıl korunur, kaybedildiğinde nasıl geri alınır ? “. Bu “Mojo” sözcüğünü ilk gördüğümde uzakdoğudan bir sözcük gibi geldi bana. Meğer İngilizce imiş ve “Tılsım, Büyü, Güç, Karizma” gibi anlamlar taşıyormuş. Ben “büyü” olarak aldım ve yazımın girişindeki mavileri bu kitaptan seçtiğim paragraflar olarak aktardım. Türkçe’si “büyü” gibi basit ve güzel anlamlı bir sözcükle karşılığını bulmuş ise de ben Mojo’yu sevdim. Çünkü bugün danışmanlık verdiğim kuruluşun hızlı gelişmesinde mojo’yu görüyorum. Mojo’yu düşünmelerini istiyorum. Mojo’da buluşmalarını istiyorum. Mojolaşmak yeni bir kavram olacak aklımın bir köşesinde.
… ve dün Sevgili Yılmaz Özdil’in “vs” dolu köşe yazısından çok etkilendim. Bana Yaşam Büfesinde sıraya geçmek için; başarıların self servis olduğu Yaşam Büfesi önünde ne yaptığını bilen, bildiklerini söylem ve eylem bütünlüğünde ortaya koyan; bildiklerini yapıp kendini değerlendiren mojolaşan çalışanların ikinci adım SSTC öğrenme yolculuğuna çıkışlarında “soru sorma becerileri“ni geliştirme çabamda Sevgili Özdil’in “sorgulayan eğitim bedava” son uyarısı zonkluyor kafamın içinde. Güncele baktığımda geçen hafta Lizbon dönüşü yaşanan “kedi” tartışmasını da “vs” a faydası olsun diye araya kırmızılaştırıp sıkıştırıverdim. “Füze kalkanı mı; kılıç kalkan ekibi mi”; Körfez savaşı öncesindeki “bir koyup beş almak mı” , “uyutulmak mı ” yoksa gerçekten Bay Gül’ün omzuna dokunan Obama’nın eli dost mu; sıcak mı; yoksa “idare et abicim” mi pek anlayamadan Sarkozy-Erdoğan atışmasındaki “kedi” analojisini buraya koyuverdim.
Girişin sonundaki yeşilli kedi ise Çin’den bir seçme. Bir ay kadar önce sevgili Prof.Dr.A.Kırım‘a yıl sonu toplantımızdan hemen önce olası bir özel konuşmacı çağrısı için bir elektronik posta gönderdim. Anında yanıt aldım. Hızına hayran kaldım. Aynı yanıtlama hızını Oyak Gn.Md. Sayın İbrahim Aybar‘dan da görmüştüm 2005 yılında MAS 6 beraberliğimin hemen sonunda. Aynı toplantının konuk konuşmacısı olan Philips’in Avrupa Kalite Direktörü Dr.Carlos‘a olan bir talebimde de görmüş ve ağzım açık kalmıştı. Helal olsun. Şimdilerde de iç iletişimnde “okundu” mesajını hemen sevgili Muammer’den alıyorum. İnanıyorum ki onun da bunca emekle şansı çok fazla. Sadece bir çerçeve gerekli becerilerini sergilerken karşı tarafın algıları güçlendirmek için. O da olacak mutlaka. Yine dağıttım. Şimdi geleyim Prof.Kırım’a. Hocayla birlikte olursam aman cahil kalmayayım diye kitaplığımda eksik olan kitaplarına baktım ve hemen Remzi’ye gidip iki kitabını aldım. Bunlardan sonuncusu “Hocam bana bir akıl ver” idi; bir önceki ise 2007 de yayımladığı ve Çin gerçeğini ön sıralara yerleştirerek kıyaslama yaptığı “Türkiye Nasıl Zenginleşir?” idi. Şimdi aklımı zorluyorum da “Çin vs Kedi” bağlamında Arman Hocamın yazdıklarını özgün haliyle anımsamaya çalışıyorum.
Arman hocam üç yıl önce ülkeme bir zenginlik düzeyi hedefledi. Kişi başına 15.000$ gibi ve örnek aldığı ülkeler arasında bugün AB nin sıkıntı odağı olan İrlanda da vardı 35.000$ kişi başına milli geliriyle. Herneyse konuyu dağıtmayalım. “Çin gerçeğini göz ardı ederek büyüyüp gelişemezsin” diyerek uyaran hocam, kısa bir tarihçe veriyordu kitabında. Üçyüzyıl önce dünyanın en zengin ülkesi olan Çin’de ikinci dünya savaşı sonrası hızla yükselen fakirlikten kurtulmak üzere Mao Beyin altmışlı yıllarda başlattığı seferberliği ve “kaybolan yıllar“ı; yetmişli yılların sonuna doğru Ping Beyin “Zenginlik şanstır” sözleriyle kapitalist düzenin rekabetçi yapısına uyma çabalarını ve bu arada “kedinin beyaz ya siyah olması farketmez; önemli olan fare yakalamasıdır” sözleriyle pragmatik yaklaşımını yine Arman hocamdan öğrendim ve bu arada yazımın girişine yeşillendirerek ekledim. Aklım şimdi bir uyarı aldı. Altıyıl önce Antalya’da Hillside Su’nun çarpıcı beyaz, kırmızı, sade ama zengin konseptli salonlarına gitti. Hızlı yükselişimiz sürüyordu. Ben Pazarlama müdürüydüm ve “Pusula/Yön” odağında uzun vadeli beklentilerle “geleceği şekillendirme” oyunları oynuyordum. Satış ise “Saat/Hız” verileriyle kısa dönem kazanımlarıyla önem derecesini sergiliyor ve horoz öyküsü ise sahne görüntüsünü daha güçlü kılıyordu. Çok bilinen fıkrayı “vs” odağında aynen şöyle anlatıyordu: “Horoza sormuşlar “tavuk mu yumurtadan çıkar, yoksa yumurta mı tavuktan ? Horoz sakince yanıtlamış: Polemiğe girmem diker geçerim“.
“Büyü, amaçlı birşey yaptığınızda ortaya çıkar. Gerçekten gurur duyduğunuz, üstün bir performans ortaya koyduğunuzda hissettiğinizdir.” diyor Dr.Goldsmith. Bir büyüye sahip olabilmek için de aşağıdaki dört şeyi biraraya getirmenizi istiyor:
1.KİMLİK (Kişisel kimliğiniz ve şahsi imajınız) : Kim olduğunuzu, ne istediğinizi ve sahip olduğunuz değerleri bilmelisiniz. Bu “kim olduğunuzu düşünüyorsunuz ? ” sorusunun yanıtıdır. Bu soruya öncelik vermelisiniz. Hızla doğru yanıtı bulmalısınız ki birileri çıkıp da “sen kim olduğunu sanıyorsun !” dememeli.
2.BECERİ (Yakın başarılarınızın etkisi ):Yapmakla gurur duyduğunuz şeyler olmalıdır. Birisi “son zamanlarda ne yapıyorsun ?” diye sorduğunda anlatacak öyküleriniz olmalıdır.
3.NAM (Diğerleri nezdindeki namınız) : Başkalarının sahip olduğu ve sizi değerlendirdiği skor tabelasıdır. Bu şunun cevabıdır “Başkaları sizin hakkınızda ne düşünüyor ?”. Ancak yanıt beklerken tutumunuz Jandarmamsı olmamalıdır.
4.ALGI (Hissettiğiniz kabullenme düzeyi): Neyi değiştirebileceğiniz ve neyin kontrolünüz dışında olduğuna dair bir duygu. Kral Arthur’un duasını anımsayın. Aslında bu da “neye boş verebilirsiniz ?” sorusunun cevabıdır.
Bunlar güçlü bir büyünün haritası, dört yapı taşıdır. Kimlik için anlamlı kriterler oluştururken iki temel soruya vereceğiniz toplam on soru ile 100 puanlık mükemmel bir mojonuz olur diyor Dr.Goldsmith. Yaptığınız iş kendi başına ne kadar mojolaşacağınızı belirleyemez. Mojo iki temel şekilde gelir.
1.MESLEKİ MOJO: Belirli bir etkinliğe kattığınız yetenekler ve tutumlar ve aşağıdaki ilk beş soruya, mavi sorulara vereceğiniz yanıtların 1-10 arasında derecelendirmenizle yolun yarısına varırsınız.
2.KİŞİSEL MOJO: Herhangi bir etkinliğe katılmaktan elde ettiğiniz faydalar ki sonraki, kırmızılı beş soruya vereceğiniz dürüst yanıtlarınızı 1-10 arasında nicelleştirerek sonuca ulaşırsınız.
Böylece hem “ancak ölçülebilen değerler gelişir” sözüne olan bağlılığınız gösterir; hem de nerede olduğunuzu, nereye gittiğinizi, oraya nasıl varacağınızı ve vardığınızı nasıl anlayacağınızı öğrenirsiniz. Bilgi, beceri ve tutumunuz yeterse; nefesiniz yeri geldiğinde yüzmetre yarışının hızına, yeri geldiğinizde maratonun öngördüğü dirence uyarsa yüz puanlık mükemmel bir mojonuz olur.
Mojonuzu bilmek; korumak, yeniden kazanmak konusu özellikle “performans yönetimi” konusunun yeniden gündeme oturduğu ve “projeli yaşam” la SMART‘ik beklentilerin çerçeveleneceği süreçte çok önemlidir. Süreç kadar sonuç odaklı iletişimde de “vs” lar için önemlidir. Değer taşıyan, ortak sonuçlara ulaşma sürecinde kiminle kolkola olduğunuz kinestetik ilişkiler demetinde de ayrıca çok önemlidir. Bu nedenle 100 puanlık mojo için yukarıda sözünü ettiğim on soruyu yazıp bu “öykü“yü de burada noktalayayım:
MESLEKİ MOJO:
1.MOTİVASYON: Beni şaşırtacak harika bir iş istiyor muyum ?
2.BİLGİ: Aktif olarak katıldığım tüm süreç ve öncelikleri derinlemesine anlıyor muyum ?
3.YETENEK: Bu görevi ayrıcalıklı bir şekilde iyi yapacak becerilere sahip miyim ?
4.GÜVEN: Bu etkinliği yaparken dünya klasında bir iş çıkardığıma emin miyim ?
5.SAHİCİLİK: Bu etkinlikle ilgili coşkum samimi ve yürekten mi, sahte mi ?
KİŞİSEL MOJO:
6.MUTLULUK: Bu etkinliğe katılmak bana kendimi iyi hissettiriyor mu ?
7.ÖDÜL: Bu etkinlik bana hoşuma giden maddi veya duygusal şeyler sunuyor mu ?
8.ANLAM : Bu etkinlik bana tatmin ve daha iyi bir düünya için birşeyler yaptığımı hissettiriyor mu ?
9.ÖĞRENME : Bu etkinlik benim öğrenme mi ve kişiseş gelişmemi sağlıyor mu ?
10.ŞÜKRAN: Herşeyin ötesinde, bu etkinliği yaptığım için şükran duyuyor ve zamanımı iyi kullandığımı düşünüyor muyum ?
Evet… Müjde bitti ! Son sözlerimi özüme dönüp söyleyerek bir sonraki yazım için algılara kapı aralayayım: Performans yönetim ve Projeli yaşam; daha önemlisi ve önceliklisi SSTC öğrenme yolculuklarını ikinci adımla şimdilik tamamlama programım… Hepsi için yukarıdaki on soruluk mojo yaklaşımı bence çok anlamlı ve demem o ki;
1. Latince “quae nocent docent/Yaralayan şeyler öğreticidir” (Sultana Project 1995).
2.İngilizce “no gain without pain /Acı yoksa kazanç da yok” (FIT&WIN Project 1997).
3.Türkçe “emeksiz yemek olmaz” (SynFlo Project 2002)
Mojonuzu yaratırken yolunuz hep aydınlık olsun.
Öykücü