“…Bir miktar güven kazandıktan sonra çalışanlardan iyi işler çıkarmalarını istemeye başladım. O ana dek fabrikadaki disiplin çok zayıftı; insanlar kendi bildikleri gibi hareket ediyordu. Kurallar ve düzenlemeler kağıt üzerindeydi ve kesinlikle ciddiye alınmıyordu. Yeni kurallarımı koydum. Bunların ilk ikisi “atölyelerde küçük ve büyük boy abdest yapmak yasaktır. Şirket varlıklarını çalmak yasaktır“. Bunlar mücadele edilmesi gereken gerçek alışkanlıklardı. O dönemlerde devlet, şirketlerin işçi çıkarmalarına izin vermiyordu. Fabrika kurallarını ihlal edenler uyarılabiliyor ya da fabrika üyeliğinden çıkarılarak (yani şirketin kollektif mülkiyetinden yoksun bırakılarak) gözetim altına alınabiliyordu… Ancak sıkı bir disiplin getirmemin amacı insanları cezalandırmak değildi. Çalışanların çoğunluğunun iyi çalışan olmak istediğini biliyordum. Sorun, iş ortamının iyi çalışanlar olmasına izin vermemesiydi. Disiplinin artırılması, çalışanları endişelendirmek bir yana, onlara güven ve umut aşıladı. Altı ay içinde ahlaki değerlerde gözle görülür değişimler yaşandı…”
Merhaba
Bu hafta yazı sıklığım artacak gibi görünüyor. Dün gece Ontur’da son zamanların en güzel düğün törenlerinden birindeydik. Menekşe gözlere yakışan renk baskısı altında tüm detaylarda zerafet vardı. Sevgili Mine’nin oğluna yazdığı şiirin mükemmel dillerde şarkıya dönüştüğü sözcükler fazlaca veda kokusu taşısa da iz bırakan güzelliklerdendi. Sevgili Ercan’ın Karataş dostlukları ve cüppesiyle sahnede kıydığı sembolik nikah ve mesajlar çok güzeldi. Ben Günter’i çok beğendiğim J.C.V.D.’ın gençliğine benzettim; duruşu ve gülüşü hoştu. Sevgili Sinem’in gözlerinden eksilmeyen mutluluk gülümsemesi gecenin esas süsüydü. Montreal’de resmileşen birlikteliğin Ontur’da dostlarla paylaşılması ve Gülçin’le de zenginleştirilen aile olgusunun tüm detayları bir ömür boyu sürecek sevgi yüklü ilişkilerin işaretleriydi. Orkestra harikaydı; solist üç hanımın sesleri, gözleri ve geceye kattıkları ambians ancak bu kadar güzel olabilirdi. Arada bir nefeslenirken enstümental çalan “I know what it is to be young, but you, you don’t know what it is to be old / Ben gençliğin ne olduğunu bilirim ama sen, sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin” melodisi elli yıl öncesindeki anılarımı rahmetli O.Welles ile canlandırıyordu. Sembolik nikah töreni için arkalarını denize ve henüz batan güneşe verdikleri sahneye gelirken çalınan “Santuri Ethem Beyin Şehnaz Longa‘sını bir de doğu versiyonu ile izlemek/dinlemek isterseniz internette şu adrese tıklayınız. http://www.facebook.com/video/video.php?v=492988797490 . Soydanbay Ailesini kutluyorum. Allah mesut etsin; Allah nazarlardan korusun.
Şimdi gelelim yazımın girişindeki sözcüklere. İki gün önce İrem’le çatıda iş oyunu oynarken bir yandan da Harvard İş Okulu makalelerini topladığım arşivime göz atıyordum. Mart 2007 de Çinli bir şirket olan Haier’in seksenli yıllarda krizden nasıl çıktığının öyküsü nedense güncelle bağ kurdu aklımın bir köşesinde ve öykülerle öğrenme adına bir anahtar kavram beni esir aldı. Bugün yadırgadığımız, bize komik gelen “şirket mallarını çalmanın yasak olduğunu” yazılı bir kural haline getirmenin mantığı ve bunu “gerçek alışkanlık” olarak tanımlamak; böylesi kritik süreçleri aşıp global soğutma pazarında lider olabilmek. Bugün acaba başarı ya da daha çok başarısızlıklarımızda rol oynayan ve bize doğal geldiği için farkına bile varmadığımız hangi gerçek alışkanlıklarımız var mücadele etmemiz gereken ve biri çıkıp da yeni kuralları koyduğunda nasıl bir tepki vereceğiz… Haier’in CEO’su o noktadan bugün ellibin tam zamanlı çalışanı olan bir şirket haline dönüşmede kendi özgeçmişinin izlerine bakıyor. Bu konuya devam edeceğim. Şimdilik kısa bir ara; aklıma düşüveren “özgeçmişin izlerine bakma” etkisiyle yine Karataş odaklı düğün töreni güzelliklerinden esinlenip kendim için ellili yılların sonlarına gideceğim.
Rahmetli babamı o günlerde çok iyi anlamadığımı pekçok örneğe bakınca şimdi daha iyi anlıyorum. Ortaokulun ilk sınıfını Soma’da okurken, babam bizi de okul kapanınca yanına almak üzere aniden İzmir’e gidivermişti. Bir tek amacı vardı; beni daha iyi okullarda okutmak. İzmir’e geldiğinde anlamış ki İzmir Atatürk Lisesi’nde okumam gerekirmiş. Helal olsun; taşralı bir “Köfteci Fahrettin” bu doğruyu nasıl bilmiş, bulmuş acaba ! Bu liseye girebilmek için de üç ortaokuldan birine (Buca, Karataş ve Tilkilik) gitmem gerekirmiş. Bunlardan en disiplinli olanı da Tilkilik Erkek Ortaokulu idi ve ben de oraya gittim, babamın zoruyla. Oranın zorluğu lisedeki günleri biraz kolaylaştırdı ise de lise 1 den 2 ye bir tek ben ve Karataş’tan gelen sevgili arkadaşım Tuna Tekeli doğrudan geçmiştik. Ercan ve Erdinç belki kabullenmezler ama biz Tilkilik’liler her zaman Karataş’ı geçmişizdir ortaokul başarılarında ya da lisedeki performansımızda. Herneyse ! Bakkal dükkanını Tepecik’te açınca biz de otuz sene orada oturduk ve epeyce uzakta olan ortaokula gidiş ve gelişte ikinci sınıfta (1958) Nezuş’la başlayan arkadaşlığımın 1965 de (Fakülte 3) evliliğe dönüşen hızlı yaşamımızda “mücadele ettiğimiz gerçek alışkanlıklar” pek çoktu. Ha Haier’in krizden çıkıp dünyanın sayılı şirketlerinden olması ha bizim Tepecik’ten çıkıp bugün COPCUsPlus örnekleriyle şükranlarımızı sunduğumuz ve gelecek hafta sonunda COPCUsPlus5 ile Poseidon eğlencesinde bir başka beraberlik içinde güçleneceğimiz nice güzellikleri paylaşıyor olmamız… Bence benzerlikleri var. Bu benzerlik arayışıyla Haier’in öyküsüne biraz daha baktım ve görebildiklerim.
“…İnancımın eldeki verilerden daha derin temelleri vardı. Kanımca, kültür devrimini yaşamış kuşakta (devrim başladığında henüz lise öğrencisiydim) zorluklar karşısında geri çekilmeme özelliği hayli yaygın. Bu söylediğim kibirli ya da aşırı iyimser insanlara dönüşmüş olduğumuz anlamına gelmiyor. Ama yaşam ve başarısızlık olasılığı konusunda farklı bir bakış açısı kazandık. O dönemde yaşananlar insan doğasını ve toplumu daha derinden kavramamızı sağladı. Herşeyin iyileştirilebileceğini ve her tür zorluğun aşılabileceğini öğrendik. Çözülemeyecek kriz yoktur... Yeni uygulamaların kabul edilmesini sağlamanın yollarını öğrenmek zorunda kaldım. İş süreçlerini yeniden yapılandırmaya yönelik büyük bir girişim başlattığımda (1998) ve bunun için on yıllık bir süre öngördüğümde kıdemli yöneticiler açıkca itiraz ettiler. Yapmaya çalıştığım şeyin dayandığı mantık açıktı: Sun Tzu’nun Savaş Sanatı’ndaki öğüdü vardı aklımda : İnsan bir işe başlarken bir genç kız kadar nazlı ve sonrasında bir tavşan kadar hızlı olmalı… Öngöremediğim şey, bazı yöneticilerin yetki kaybı olarak gördükleri değişiklikler karşısındaki kızgınlıklarının derecesiydi. Değişime yönelik aşırı olumsuz tavırları yılın ikinci yarısında satışlarımızın düşmesine yol açtı. Bunun üzerine kıdemli yöneticilerimize süreçleri bütünleştirmenin avantajlarını yeniden ve yeniden anlatmak için ciddi bir çalışma başlattım… Kendimi hiçbir zaman seçkin bir lider olarak görmedim. Ama çok güçlü bir iradeye sahip olduğumu düşünüyorum. Somut bir hedef belirlediğimde, ona mutlaka ulaşmalıyım. Bize benzeyenlerin çoğuyla aramızdaki fark, onların zorluklar karşısında yarışı bırakmaya fazlaca hazır olmasıydı…”
Şimdi gelelim bu gelişim, değişim, dönüşüm yolculuklarında iş hayatı havuzundaki sazanlar ve köpekbalıkları yanında yunus olmaya çalışanların nelere dikkat etmeleri gerektiğine. Lynch ve Kordis önceki yazımda sözünü ettiğim kitaplarının arka sayfasındaki tanıtım sözcüklerinde işin özüne işaret etmişler. Diyorlar ki;
“… Klasik iş ortamının üzerinize biçtiği rolden kurtulmak, zamanlama, uyum, toparlanma ve meydan okuma konularında yepyeni bir anlayış benimsemek istiyorsanız ,
- Köpekbalıklarının (yani keskin dişleri olanların) kimler olduğunu keşfedin;
- Ortalıkta çırpınıp durarak fazla ses çıkarmayın;
- Sazanlarla birlikte dolaşmayın;
- Kesik kesik soluyarak etrafınızda dolaşan bir köpekbalığını korkutmaktan çekinmeyin;
- Eğer köpekbalığı sizi ısırırsa hemen kan kaybetmeye başlamayın;
- Gelgit akıntısına kapılıp kendinizi yormayın ve
- En önemlisi sizinle birlilkte yüzecek başka yunuslar bulun…”
Asıl mesaj çatışmalar sırasında o ana odaklanabilmektir. Ne geçmişteki hata ve pişmanlıklara ve ne de geleceğe ait kaygı ve endişelere kapılmamak gerekir. Çünkü sonuçların ortaya çıktığı zaman ve yer şimdinin içinde saklıdır.
Şimdinin gizli hazinelerinden yarının başarılarına mücadele etmemiz gereken gerçek alışkanlıklardan sıyrılarak ulaşmada mükemmelleşme yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.
Öykücü