“…Franklin bir çocuğa bir elma vermiş, çocuk çok sevinmiş. Bir elma daha vermiş, çocuk daha çok sevinmiş. Bir elma daha verince, çocuk sevincinden deliye dönmüş. Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde tutamamış, sonuncusunu yere düşürmüş… Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk…”
Merhaba
Güzel bir gün. Kimi zaman çiselese de hava bugün Bursa-İzmir arasında en keyifli yolculuklarımdan birini yaptım Nezuş’la beraber. Yollar sakindi. Pencereyi açtığımda ılık bir hava yüzüme çarpıyordu ve kimi zaman güneş yüzünü gösteriyordu. Sanki bir Eylül günüydü. Geniş yapraklı ağaç türlerinin yaprakları sarı, kızıl arası renkte henüz ağaçları terk etmemişti. Fellini edition’la duble yolda kimseyle ve hatta kendimle yarışmadan nasıl geldiğimi anlamadım Mavişehir’e. Üçgün önce Bursa’ya doğru giderken de huzurluydum. Birara Netdirekt’in çalınan kabloları canımı sıktıysa da Kerem’in sesinin rengi içimi rahatlatmıştı. Aykut’un yardımlarıyla ucuz atlatılacağını sandığı bu hırsızlık olayının da mutlaka öğrettikleri vardır diye düşünüyorum. Yeter ki ders alıp daha önemli kayıplardan sakınabilelim. Akıllı adam da bunu yapar ve onların dördü de hem akıllı adamlar hem de akıllı adamların akıllı eşleri. Bize de böylesi yakışır. Ne diyelim “hem sadakamız olsun hem de güvenlik şirketine dikkat edelim“. Belli mi olur kimin hırsız kimin de dost olduğu. Kimi zaman korkularla ve hatta kötü niyetlerle davrananlar para verip hizmet aldığımız taşeronlardan da çıkabilir. Zaman kötü. Koru d… En küçük bir ihmal ya da zincirin zayıf halkası hesaplanması çok zor zararlara neden olabilir. Gözümüzü dört açacağız. Başka çaresi yok. Biraz önce sevgili Alev’in “Nardogan’ın kutlu olsun” başlıklı mesajını zenginleştiren sevgili hocamız Hilmiye Çığ hanımefendinin adını görünce hemen çocuklarımla paylaştım. Sanırım bu iletimi almadan genç profesörümüz aradı telefonla. Onda bu aralar öykü çok. Beklentileri geciktikçe görüyorum ki nefesi daha bir güçlü çıkıyor ve heyecanlanıyor. Ocak ayı sonuna kadar dolu olan ameliyatları yanında yapı ve kadro ilişkisine ait uyarısı da nice turfa müneccime vurucu dersler veriyor gibi. Öyküleri duyanlar ne kadar dinleyip de işin farkına varıyorlar bilinmez ise de yine aynı mesaj “hiçbir emek boşa gitmeyecektir” ve hemen ardından da “bu dünyada herşey birbirine bağlıdır ve ipin ucunu çektiğinde neleri yerinden oynattığını bilemezsin”. Vay canına ! Bu son sözleri ben bir yerlerde duymuştum. Geçen sene ABG un yıllık toplantısında her masaya kişi sayısı kadar çoğaltıp dağıttığım bir sayfa vardı. Bu sayfa toplantıya başlarken göstereceğim bay Covey’in filmlerinden birinin tüm konuşma metniydi. Şimdi onu arşivimden bulup buraya yazmalıyım. Ara verip arşivime dönüyorum.
“Liderliğin Doğası” isimli mükemmel öğretici olan kısa filmde bay Covey’in söyledikleri aynen şöyle:
The real voyage of discovery consists not in seeking new landscapes but in having new eyes (Marcel Proust) Asıl keşif gezisi yeni yerler aramak değil, yeni gözlere sahip olmaktır.
How do you see path find ? Yolu nasıl görüyorsun ?
What matters most to them ? Onlar için önemli olan ne ?
What matters most to you ? Senin için önemli olan ne ?
Do you hear the unheard ? Duyulmayanı duyuyor musun ?
Do you see the unseen ? Görülmeyeni görüyor musun ?
Bu sorulardan sonra Bay Cansen’in haftada iki gün yaptığı gibi “sözün özünü ekleyir Bay Covey” ve diyor ki “Liderler yolu görür”.
Sorular bu kadar mı güzel olabilir ? Bu sorulara gerçekten, kendini aldtmadan dürüst yanıt verebilenlerin sayısı acep ne kadardır ? Kaçımız kaçamak yanıtlarla yan yollarda kayboluruz ? Ve yolu gören liderlerin gözlerine bakıyor bu kez Bay Covey ve devam ediyor :
You can’t depend on your eyes when your imagination is out of focus (Mark Twain). Hayal gücün net değilse gözlerine güvenemezsin.
How do you see the connection (ALIGN)? Bağlantıları nasıl görüyorsun ?
Can you see the forest ? Ormanı görebiliyor musun ?
Can you see the forest for the trees ? Ağaçlar için ormanı görebiliyor musun ?
Can you see the forest and the trees ? Ağaçlar ve orman arasındaki farkı görebiliyor musun ?
When things work together, things work. Farklı şeyler birlikte çalışırsa işler yürür.
Leaders see the connection. Liderler bağlantıları görür.
Farklılıklarla zenginleşen beraberlikler beni bugün bu yazımda “melez azmanlığı” düşüncesine eriştirdi. Filmi izlemeye devam ediyorum ve sözleri buraya aktarmaya çalışıyorum. Şöyle diyor:
When one tugs at a single thing he finds it attached to the rest of the world (John Muir). Herkim doğada var olan herhangi bir şeyi çekerse, bunun dünyanın geri kalanına bağlı olduğunu farkeder.
How do you see the others ? Başkalarını nasıl görüyorsun ?
You have the POWER. Remember-so do they. Gücün var. Unutma onların da var.
Release the potential. Potansiyeli serbest bırak.
Realize the potential. Potansiyeli farket.
Reward the potential. Potansiyeli ödüllendir.
Leaders see the others. Liderler başkalarını görür.
“WooooW !” Bu iş gittikçe felsefi bir durum alıyor. Şimdilik burada bırakayım.
Sevgili Alev’in yılbaşı ağacı konusuna getirdiği açıklama beni tatmin etse de odama bu yıl başı da ağaç dikmeyeceğim… İşte tam bu sözcükler aldı beni “…odam kireç tutmuyor, kumunu karmayanca…” ya götürdü. Bir süre oralarda dolaştı ruhum ve neler aradı kimbilir ! Aradığını buldu mu acep ? Bu sözcüklerle de iki hafta önce Antalya’da geçen sekiz günümü ve onca günü dolduran öğrenme ve ustalık yolculuklarımı anımsadım. O bir haftayı aşan süre Rixos Lares’in hem odaları hem de yürüme yollar ruhumu tazeledi. Bir toplantı salonu bu kadar amaca uygun olabilirdi. İyi bir karar vermişler bu yeri seçerken. Kırküç yıla baktım ve ENS/SYN/ABG/PLN dörtlüsünden en fazla keyif aldığım damıtılmış ilişkilerle öğrenme hevesi yüksek beraberlikler yaşadığımı anladım. Video karelerine bakıyorum ve gerçekten de “no gain without pain/emeksiz yemek olmaz” ın en canlı örneğini sevgili Efe’nin hep gülen gözleriyle destekleyerek anlattığı “Batı Yakasının Hikayesi“ nde görüyorum. Genç Soner’in yarı yılı aşan tek odalık Meksika çiftliğindeki karyolasının görüntüsünde beynime çakılıyor “Xenia Etkisi“nin yeni çeşitlerin oluşturulmasındaki ek faydaları… Nazım abimin dediklerini düşünüyorum “Hiç bir say boşa gitmez !”. Çok haklı. Gitmiyor. Gitmeyecek. Melez azmanlığından yararlanma amacı mesleğimden önce günlük yaşamımda vardı Soma’nın arnavut kaldırımlarında 26×200 Miele bisikletimin sürekli patlayan lastiklerine soluksiyon sürerken 1950 li yılların ortalarında . Ya develerin yularlarının altından geçerdik yolun karşısına çocukluk haylazlıklarımızla ya da anası mı eşekti yoksa babası mı diye bakardık katırın dik kulaklarına. O zaman bildiğimiz türler arası melezdi cefa çekmenin simgesi olan, katır. Daha sonra Ziraat Mühendisliği okurken bu işin bilimsel yönünü de öğretmişti sevgili hocam Prof.Dr.İ.Demir “Bitki Islahının Genetik esasları” isimli dersinde. Kader beni 1985 yılının İşçi Bayramı’nda Emekli Sandığı’ndan alıp da SSK lı yapınca yan odamdan gelen sesler yine “Melez Azmanlığı” üzerineydi. Bay Edo Lin yönetiminde Funks’lı yolculuklarımız sevgili A.C.Akın’la Çine taraflarına düşünce elimizdeki stickerları (yapışkan lefleat/tek yapraklı broşür) yapıştırmak için bir çayırda sahipsiz kalmış bir katırın peşinden koşuyorduk. Ne günlerdi ama. Atilla daha sonraları Londra’ye yerleşti. Sanırım bugünlerde yüne Türkiye’ye dönmek istiyor (ya da döndü).
Antalya’daki sekiz günde neler dikkatimi çekti ?
Önceki danışmanlığıma benzer yüksek hedeflerin heyecanları vardı. Farklı olan heyecanların arkası doluydu. Heyecanların belirlediği rakamlar geçmişten gelen gelişmeye uyumluydu. Ham hayaller değildi. Grubu gaza getirme görselleri değildi. Adım adım gelişmenin anlatımı da rahmetli Jobs’un dikkat çektiği gibi “geleceğe uzanan noktalar geçmişe bakarak birleştiriliyordu“. Bunun alt yapısı vardı. “Hayal” sözcüğü kabul görmüyordu. En hafif şekliyle “kuvvetli ihtimaller”e razı oluyorlardı. Bu kez patronluğu simgeleyen sevgili ÖY yürketen konuşuyordu. Herşey bir tarafa konuşuyordu ve konuşan kişiden zarar gelmeyeceğine inancım tamdı. Ne kadar da tezatlar. Geçen sene bugünlerde de Antalya’daydım. Yine hep sahnede ve her konuşmacı öncesinde kısa filmlerle verilecek mesajı pekiştirmeye çalışıyordum. “Kırk kere söylersen olur” deyişine inanarak grup dalga geçse de kırk kere söylemekten çekinmiyordum. Söylediklerimi de üç ana mesajda odaklayıp duruyordum. Bunlar kurumun vizyonu, misyonu ve değerleriydi. Bu kez iki hafta önce Antalya’da beyaz kağıda yazdığım dört kişinin sıralı “P”leri vardı. Bu “P”lerle hem kişilerin roller gereği verdikleri mesajların kalıcılıklarını artırmaya çalışyor ve hem de aralara korsan bildiriler sıkıştırıyordum. Bu “P” leri yana ekleyeceğim dört slaytta sunarak açıklayacağım. Şimdi yazıma burada bir nokta koyayım ve arşivimden dört uygun fotoğraf bulup “P” lerin görsellerini hazırlayayım.
Hazırladım ve yazıma ekledim. Kalıcılığı için kişilere ve sunumlarının içerik ve çerçevesine bağlı kalarak uydurduğum “P”lerin tümü birden yaşam büfesinde self servis olan başarılara erişmek için SSTC nin temel kriterlerine uyumun şart olduğunu anlatıyor. Anlayana sivrisinek saz, anlamayana elinde fenerle K.Genç bile az.
Yazımın girişindeki öykünün ana mesajını vererek yazımı bitireyim:
“…Franklin bir çocuğa bir elma vermiş, çocuk çok sevinmiş. Bir elma daha vermiş, çocuk daha çok sevinmiş. Bir elma daha verince, çocuk sevincinden deliye dönmüş. Ve bir elma daha verince, çocuk dört elmayı elinde tutamamış, sonuncusunu yere düşürmüş… Bu sefer ağlamaya başlamış çocuk.
Hayat böyledir işte… Hayal etmediğiniz bir mutluluğa eriştikten sonra, onun bir lokmasını dahi kaybetmek bizi üzer. “Keyifler değildir yaşamı değerli yapan. Yaşamdır, keyif almayı değerli kılan”
Ne diyelim sağlık olsun ! Yeni bir yıla az kala tüm öğrenme ve ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda keyifli geçmesi dileklerimle.
Öykücü