“… O gün vaktim çoktu. Bir banka oturdum ve çevremdeki insanları incelemeye başladım. Bir belediye otobüsü durmuştu. İnenlere dikkat etmeye başladım. En öndeki sanki arkasından biri kovalıyormuş gibi hızlı adımlarla yürüyordu. Kendi kendime “bu adam hayatta kesinlikle başarılı olacak” dedim. Onun arkasından gelen sakin adımlarla, kendine güvenerek yürüyordu…”
Merhaba
Bugün Çeşme’de Kasımın üçüncü pazarı yine bir yaz sabahı. Deniz sakin. Hava ılık. Rüzgar yok. Adada yürüyüş terletmiyor ve serin esinti daha bir güzel. Hâlâ sonbahar gelmedi. Yağmur hiç düşmedi gibi. Buna karşı keson kuyumda su sıkıntısız. Çimler sarardı. Yağmuru beklerken sulamamaya inat ediyorum. İki gün önce de Karaburun yolunda das inatçılığım vardı. Hem de kızgın bir inatçılık. Halbuki Karşıyaka’dan sakin ve keyifli yola çıkmıştık. Cuma sabahı Bostanlı sahilinde yürüme yolu doluydu. Hava bulutluydu. Ha yağdı ha yağacak diye panjurları indirip de yürüyüşe çıkmıştık. Kahvaltı sonrası İstanbul’dan dönen Keremgillerde kahve içtik. Duru ve İrem’le oynaştık. Yakındaki süpermarketten mevsim çiçeklerimizi aldık. Eve geldik. Hava açtı. Yaza döndü. Birbirimize baktık ve “hadi Çeşme’ye” dedik.
Keyifle yola koyulduk. Otoyoldan Karaburun çıkışından ayrılıp “Garip“e yöneldik. Yol duble ve meskun mahal değil. Hızımı dubleye göre ayarladım. Cruise kontrole bağladım. Tepeyi aştığımda dublenin sol bölmesinde radarı gördüm. Güldüm. Hızım 114 km idi. Az sonra polis durdurdu. Evrakları istedi. Sakindim. “Hayrola” dedim. Tam bir kızgın polis yüzüyle “radar” dedi. “Hızım kaç ?” dedim. “114″ dedi. “Peki sorun ne ? Yol duble” dedim. Yanıt bile vermeyip “Evrakların” diye yineledi. Baktım ondan bir şey çıkmayacak. Polis otosundaki genç yakışıklı polise gittim. Derdimi anlattım. Kabul etmedi. Ne kadar doğru ? bilinmez ama açıklama olarak “Üç ay önce İl Genel Meclisi toplandı ve İzmir çevresindeki duble yollarda hız sınırını 110 dan 90 a çekti” dedi. Hoppala ! Böyle şey olur mu ? “Ben nerden bilicem bunu ?” dediğimde “Yolda 90 km levhası var” dedi. “Bütün dubla yollarda da 90 km levhası var; ben hiç 110 km levahsı göremdim. Siz gördünüz mü ? dedim. Yanıt bile vermedi. Daha birkaç hafta önce İzmir-Bursa-İzmir yapmıştım ve çok iyi anımsıyorum ki ne o seyahatte ne de o güne kadar olan İzmir-Antalya-Adana-Gaziantep-Urfa-Bursa-İzmir turumda ben hiç bir duble yolda “110 km” hız sınırı trafik işaret levhası görmedim. İçinizde böyle bir levha gören var mı ? Bir de Karayollarına sorucam bu sorumu.
Bugüne dek pekçok trafik suçu işledim. Kiminden kaçmaya çalıştım; kaçamadım; ödedim. Kimini kuzu kuzu ödedim. Kimi zaman algılarım “langırt köy sandığına” kimi oluştu kimi zaman da cezaları bir nedenle ödemem gereken “vergi gibi” gördüm. Ancak bu kez hem kızgınlığım hem de tepkilerim yüksekti. Ben bu cezayı hak ettiğime inanmıyordum. Ağzımdan çıkan sözlere (lanet olsun; haram olsun; gözünüze dizinize dursun vb) daha sonra kızdım. Karaburun yoluna kıvrıldığımda kızgınlığım durulur gibi olunca yıllar önce izlediğim bir tiyatro oyununu anımsadım. Belki kırk yıl önceydi. Oyunun adı “Mikadonun Çöpleri “idi. Trafik park cezasına itiraz eden adam oyunun sonunda idam ediliyordu. Şimdilik Balıklıova’daki Garip’in balığının bu kez dubleya mal olduğunu kabul etmekle kendimi avutmuş olurum. Bence en kolay yol bu. Ya da kolaycılığa kaçmanın en kestirme yolu bu.
Garip’e geldiğimde ceza makbuzunu inceledim. Sulh ceza mahkemesine itiraz etmeye gitti aklım ilk hezeyanlarda. Sonra düşündüm de iğnenin ucu kendine dokununca ben dahil insanın nasıl bencilleştiğini anladım. Bir trafik cezasıyla böyle duyarlılığı artan ben ve benzerlerim ülkenin onca masum insanı hapislerde tutuklu değil de adeta esir gibiyken sessiz sedasız durup, görmezden gelip balık yemeğe devam ediyordu. Düşünce boyutunda bile olsa bu gelgitlerime kızdım. Aklımı bu takıntıdan kurtarmak için “ver ve kurtul” dedim.
Bu arada Kasım sonu Aralık başında Kuşadası Pinebay’da SSTC Ustalık Yolculuğu ikinci adımına çıkacağız seçilmiş on kişiyle. Bunun hazırlıkları sürerken diğer yandan da Netdirekt 2013 için “satış/masraf/yatırım” üçlüsünün dengeli kestirimlerini somutlaştırmaya çalışıyoruz. Gençler bir başka güzel. “Koordinatör” den daha öte “Mustafa Amca“lıkla gösterdiğim yola ait inançlarının güzelliğini yansıtıyorlar. Adına NOV/MOTES (Pazarlama Teknik Satış Operasyonları Etkinleştirme Kasım Ayı Toplantısı) beraberliklerinin üçüncü ayda geliştiğini görüyorum. Umutlarım artıyor. Güzel şeyler oluyor. İnanıyorum ki 2013 de çok daha güzel şeyler olacak. Netdirekt / Netin /CDN gibi birbirine destek ve alt yapı paylaşımlı üç anonim şirket yakın zamanda geliştireceği diğer yan ürünlerle “adhezyon ve kohezyon” özelliklerini, güçlerini artıracaklar.
Şimdi gelelim yazımın başındaki öykünün devamına ve verilmek istenen mesaja.
“… O gün vaktim çoktu. Bir banka oturdum ve çevremdeki insanları incelemeye başladım. Bir belediye otobüsü durmuştu. İnenlere dikkat etmeye başladım. En öndeki sanki arkasından biri kovalıyormuş gibi hızlı adımlarla yürüyordu. Kendi kendime “bu adam hayatta kesinlikle başarılı olacak” dedim. Onun arkasından gelen sakin adımlarla, kendine güvenerek yürüyordu.”Bu adam da mutlaka filozof veya bilim adamı olabilir” diye düşündüm. En arkadan yürüyen kişi sanki hiçbir amacı yokmuş gibi sağa sola bakarak, taşlara tekme atarak, ellerine cebine sokmuş yürüyordu “İşte yaşamda hiçbir işe yaramayacak bir insan tipi, bir serseri” diye düşündüm. Tam o an bir gerçeğin ayırtına vardım: “Ben ne yapıyordum ? Hiçbir şey. Saatlerdir sadece onları seyrediyordum“. Dünyada bir çok insan işte o son soruyu “Ben ne yapıyorum ?” sorusunu sormadan diğer insanları izleyerek, eleştirerek, alay ederek yaşıyorlar. Bir tek gün bile oyuncu olmayı düşünmeden devamlı seyirci olarak yaşıyorlar. Oysa bir kez o sahneye çıkılmış olsa, o çimlerde koşulmuş olsa, belki de yaşam bambaşka olacak. Belki de seyircilikten o kadar keyfi alamayacağız. Bir kez farklı bakabilsek…”
İşte tam bu noktada geçen sene bu günler takıldı aklıma ve yazın ortasında, Temmuzun son günlerinde Kırıkhan’ın pamuklarında 47 dereceyi yaşadıktan hemen sonra “ben ne yapıyorum ?” diye kendime sorup “yoldan çekiliyorum” konu başlıklı yazdığım iletiye döndü yüzüm. Blogumda bir yazıma konu etmiştim bu bakış açımı ( http://www.copcu.com/2011/09/08/yasam-bufesinde-sstc-ve-zaman-yonetimi/)
Bugün Netdirekt beraberliğinde katkıda bulunmak, deneyimleri aktarmak, gençlerin öğrenme heveslerinin bedellerini düşürebilmek, yolu kısaltabilmek, etkililiği artırabilmek adına yapmaya çalıştıklarımda keyif alıyorum.
Herkese keyifli öğrenme yolculuklarının hep aydınlık yollarda etkili geçmesini diliyorum.
Öykücü