“… Başarılı satışçıya “Başarının sırrı ne ?” diye sormuşlar. O da “Yeni bir müşterimle ilk karşılaştığımda bilerek küçük bir hata yaparım” demiş. Soruyu soran şaşırmış; neden acep diye düşünürken, başarılı satışçı “Çünkü müşteri hatasız satışçı değil, hatasını görüp de düzeltmedeki hızı ve hevesi yüksek olan satışçıyı görmek ister” diye açıklamasını sürdürmüş…”
Merhaba
Kafa kağıdım üç gün sonrasını gösterse de rahmetli annem her zaman doğum günümü 17 Ocak 1945 olarak söylerdi ve biz de bugüne dek o tarihi şükürlerle hep kutladık. Dün 17 Ocaktı. Mutlu başlayan bir gündü. Tüm Copcuların özenle söylenen sözcükleri, sevgileri, varlıkları, dokunuşları ve özgün hediyeleriyle kutlandığım bir gündü. Yetmişe iki kalıyordu. Evdeki onarım işleri bu kez hiç aksamasız yolunda gidiyordu. Yine de yorulmuştuk. Akşam üzeri Bayan Esra’nın programını izlerken elimizde birer JDaniels vardı. Saat onsekizi geçiyordu. Sevgili Esra’nın eli yüzü birden değişti. Sesi titremeye başladı. Acı haberi verirken onun da yüreğinin yandığı belli oluyordu; hem de ana rakip kanalın çalışanı için İçtiğimiz boğazımıza düğümlendi. Gözyaşlarımız sel oldu. Ben son günlerde hiç böylesine tıkanarak sessiz ağlamamıştım. Nezuş yüksek sesle bağıra bağıra dakikalarca ağladı. İki saatimiz böyle geçti. Yemek zehir oldu. Gözlerimiz şişti. Erkenden yattık. Bugün hâlâ etkisindeyiz. Doğduğum gün o öldü. Daha iki gün önce Kanal D de muzip muzip (ve bence bilerek) hatalarla haberleri bize sevdiriyordu. Sevgili Mehmet Ali Birand (MAB) dün öldü ve biz onu çok sevmiştik; biz onunla haberleri çok seviyorduk. Allah gani gani rahmet eylesin, mekanı cennet olsun.
Yazımın girişindeki kısa öyküyü ben SSTC öğrenme yolculuklarında hep anlatırım ve bundan birkaç mesaj türetirim. Şimdi de burada rahmetli MAB için yazdım. Onun haber sunarken (herkesin “gaf” dediği benimse bilerek yaptığına inandığım) yaptığı gafları ben hep yukarıdaki öykünün ana fikrine benzetirim. Böyle yaptığı için, bize kendini böylesi doğal sunduğu için biz onu çok sevmiştik. Onu biz (MNC) hep muzip bir çocuk gibi gördük. Belki de ruhumda hiç eksilmeyen çocuğu hep gördük; herkes gördü. Ondan onu hep sevdik. “Çok güzel hareketler bunlar” da kendisinin de katıldığı haber programını sunuş stilini konu alan skeçte onu bir kez daha izleyince hani bize evimizdeymiş; ölmemiş gibi geldi. O yazımın girişindeki başarılı satışçı gibi yaptığı gaflarla haber süresince dikkatimizi çekmeyi, dikkatimizi ilgiye çevirmeyi çok iyi biliyordu. Böylece biz de haber izleme, dinleme isteği yaratıyordu. hatta ertesi gün de haber izlemek için bizi eyleme itiyordu. Atatürk’ün kartal bakışları, Şarlo’nun bastonu, rahmetli Özal’ın Cross kalemi. Bayan Çiller’in fuları gibi onunla bütünleşen özellikti gaf dedikleri sürç ü lisanlar. İşte SSTC Ustalık Yolculuklarının ikinci adımının tüm aşamalarını (yaklaşım teknikleri, responsların ele alınması, sinyallerin yakalanması vb) özetleyen AIDA (Attention / Interest / Desire / Action ) formülünü en iyi uygulayan “Mor İnek”lerden biriydi; bence birincisiydi. Rakip kanalı haber sunucusu olan ve bir diğer (ikinci) Mor İnek olan Sevgili Ali Kırca’nın dün haberleri sunarken paylaştığı anıların en önemli mesajı “Fair competition / Centilmence Rekabet” idi.
Şu sevgili Ayşe Arman da ya çok şanslı ya da kimi güncellemeleri, seçimlerini güne oturtmayı çok iyi yapıyor. İki sene önce çok sevdiğim Prof.A.Kırım’la bir pazar sohbeti yapmıştı. Kullandığı fotoğraflarda sevgili Kırım o anda, hastane odasında papyonluydu, zarifti ve ertesi gün vefat etmişti. Bu kez de MAB la yaptığı söyleşi dün aniden aramızdan ayrılıveren muzip habercinin süregelen anılarına daha bir canlılık katmıştı. Şimdi beklentim onun haberlerinden kimi kareleri kesip bir montaj filmle bize doğal haber sunuşunun görsellerini öğretici olarak sunmaları. Bakıp da görmesini bilen gözler için öylesine sevgi yüklü ki o kareler. Ne zaman MAB’ı ana haber programında bir anchorman olarak görsem hep aklıma “Up close and Personal” filmi gelir; Robert Redford gelir. Bu filmi de SSTC Ustalık yolculuklarında iki mesajı aktarmak için kullanırım. Birincisi Bay Redford’un “yalan söyleyecek kadar cesursan gerçekleştirecek kadar da cesursun demektir” sözleridir ki bunu satışçının herhangi bir nedenle mecbur kaldığı durumda alıcıyı vaat ettiklerinde Rubicon aşılmışsa oturup düşünmesidir. “Post-call” aşamasında satışını sonlandırdığını başını ellerinin arasına alıp durumu değerlendirmesi ve kendisine önerdiğim iki yoldan birini seçmesi gerektiğidir. İlk yol müşterisine verdiği sözleri gerçekleştirmek için kurumundaki otoriteyi ikna etmesidir. Bu da kuşkusuz iknanın üçüncü aşaması olan “logos/mantık” tan önce “ethos/güven” ve “pathos/duygu” ya da “duygusal banka hesabındaki bakiye”ye göre etkili olacaktır. İkinci yol ise W.Saphire’nin bir yazısında anlattığı gibi “sözünden şereflice dönmenin kurallarını uygulaması”dır. Filmin ikinci mesajı özlediğim MAB’ın ölümüyle aklımın dolaylı olarak bağlantı kurduğu “yaşadığınız her gün hak ettiğinizin bir fazlasıdır” ki ben buna olan inancı sevgili MAB’ın gözlerinde hep gördüm. Sağlığı kritikleştiği süreçte net olarak hepimizden istediği dualara sığınmasında gördüm.
Dün saat 19.00-20.30 arasında dinmeyen gözyaşları ve boğazımıza düğümlenen hıçkırıklarla izlediğimiz hazırlıksız MAB haberleri arasında dört Mor İnek’lerin hepsini de görmek istedim; aralarında ne geçmiş olursa olsun. Haber dalında, beni haberlere yakın tutan dört Mor İnek var kabullendiğim. Tercihim hep MAB olmuş olsa da diğer üçüne zaman zaman nedenini tam bilemediğim uzak duruşlarım olsa da MAB, Ali Kırca, Uğur Dündar ve Reha Muhtar benim kendime yakın bulduğum izlemekten çoklukla keyif aldığım özgün stilleri olan Mor İnek habercilerimdi. Ben Mor İnek’liği önce rahmetli Prof.Kırım’la “Mor İneğin Akıllısı” olarak tanıdım. Daha sonra da orijinaline gidip S.Godin”in “Mor İnek” tanımı içinde yakınlaştım.
Zaman hızla akıyor. Yollar kısalıyor. Menzil net. MAB benden dört yaş büyüktü. Ben doğduğum gün o vefat etti. Bıraktığı mesajlarla yolların hep aydınlık olmasını, öğrenme yolculuklarının hep esenlikler içinde sürmesini diliyorum.
Öykücü