“…Arabulucu filminde mesleği rehin alma olaylarında arabulucu yapmak olan bir polisin, kendi haklılığını ortaya koyabilmek için bir grup insanı rehin alması konu ediliyordu. Filmin, çok başarılı ve deneyimli bir arabulucu olan kahramanı, polis adına bu işi yürüten arabulucuyu arka arkaya yaptığı, işin özüne dönük hatalar üzerine uyarıyordu…”
Merhaba
Biraz önce elektronik posta trafiğimde sevdiğim kişiler arası iletişim sıkıntısı örneklerine bakıp bir an önce arabulucu olma isteğine kapıldım. Hemen sonrasında vazgeçtim. Sadece “duydum ve gördüm” demek için birkaç satır yazıp “biraz daha özen lütfen” derken beklemeye geçtim. Kurumsallaşmaya çalışırken kimi basit kurallara uyumda küçük sıkıntılar yaşandığına tanık oluyorum. Doğaldır. Önem ve öncelik algıları farklılıklar gösteriyor. Alışkanlıklar var; özverilerle bezenen görevler var ve sınırlar öyle yazıldığı gibi kolay görünür olmuyor. Bu şartlanışlar altında masama oturdum ve Cumartesi hazırlıklarımdan sıyrılıp bu yazıma başladım.
Yukarıdaki mavili giriş sözcükleri 16.10.2008 de Antalya’da beraber olduğumuz sevgili hocam Prof.Dr.AB’ın kitabından alıntıdır. Hocamın kitabından rastgele bir sayfa açtım ve bunu gördüm. “Görmek” deyince üçgün önce İrem’le birlikte okuma eksersizi yaptığımız “Suyun Öyküsü” kitabından bir dizeyi anımsadım. Yazarı benden on yaş büyük olunca ve bir de Köy Enstitüsü mezunu Anadolu öğretmeni olunca bu dize daha bir başka yer etti yüreğimin bir köşesinde. Yüreğimin bu köşeleri de bugünlerde hep dolu. Sevgili Ertuğrul bulunduğu köşeden inmiyor. Sevgiyle özlemle yad ediyorum her sabah yürüyüşümde. “Şırıl ve Pırıl” ile öyküleştirilmiş olan suyun serüveninin bir bölümünün başında değerli öğretmenim şu dizeyi yazmış:
“Kulak duyar, göz görmez.
Bu gözü n’eylemişem”
Son sözcüğü okumada İrem biraz zorlandı. Birlikte alıştırma yaptık bu deyişe ve anlamına. Görmeyen göze sitemi var öğretmenimin. Haklı da. Ülkemdeki kaos eşiği yaşamına bakınca, muhalefet ederek güç sahiplerini Milton’un beygiri gibi yola sokmaya etkileri olsun diye beklerken kulaklarımın duyduklarını görmeyen gözler umutlarımı kırıyor. Uzaklara gitmek istemiyorum. İlgi ve etki alanlarımdan daha çok odak noktamda gelişenleri görmeye çalışıyorum. O da beni şimdilerde “Çatışma Yönetimi”ne yoğunlaştırıyor.
Çatışma Yönetimi nasıl bir beceridir ?
Sorusuna yanıt vermeden önce sevgili Ege Cansen’in bir köşe yazısını anımsamaya çalışıyorum. “Dedem de olsa böyle yapardı”, yönteminden “Kütüphaneden bir yol seçelim” e giden seçmeler sonrası “Sadrazam kellesini istemek” deyişi ile sevgili TA’ın 1998 Mayısında Afyonkarahisar’da sahneye çıkışını ve birkaç ay sonra da istifa edişini düşünmeden edemiyorum. Orada da göz görmüyormuş meğer kopan fırtınaları. Ardından yurt dışına çıkış; bir süre sonra rakibin başına geçiş; ikinci global birleşme süreci; çalan tamtamlar ve kulakları sağır ederken gökgürültüsü gözün göremediği şimşeklerle aydınlanan günler. Ne günlerdi ama ! Bugün çimento sektöründe başa oynarken mutlaka o günlerin duyan kulakları ve görmeyen gözleri şimdi dört açılmıştır mutlaka. Yazım ana fikirden uzaklaşmakta; buna izin vermemeliyim. Gelelim sorunu yanıtına:
En başarılı çatışma yönetimi “çatışmanın oluşmasına izin vermemektir“. Bunun anlamı konuyu halının altına süpürmek değildir; ya da halıdaki kabarıklığı ayakla bastırıp düzeltmeye çalışmak hiç değildir. Bunun için emek gerek; özen gerek; özveri gerek; sabır gerek ve iyi bir dinleyici olmak gerek. Bunun için duyan kulakla uyumlu, destekleyen ve görünmeyeni de gören göz gerek. Bunun için uyanık olmak gerek; farkında olmak gerek. Çatışmada iki kişi vardır. Kişiler “kendini gözetmek” ve “ötekini (başkalarını) gözetmek” ilişkisindeki tutumlarına göre dört rol içine girerler; tutum ve davranış sergilerler: Kaçınma, Taviz, Rekabet ve İşbirliği . Bunları ekteki görselde özetliyorum. Çok sevdiğim S.Covey olsaydı “İşbirliği” karesine “İkinci Kare Etkinliği” olarak tanımlar ve kulağın duyması, gözün görmesi için bu kareyi ısrarla vurgulardı. İster hocamın Türkçe bakışıyla isterse bay Covey’in İngilizce anlatımıyla olsun “işbirliği” için önce yapıcı bir yaklaşım başlatmak ve sürdürmek gerekir. Ancak bundan sonra hem kendini gözetmenin yüksek, hem ötekini gözetmenin yüksek düzeyde buluşacağı bu karede inançla, tutkuyla buluşmak olanaklı olacaktır.
Bir çatışma sırasında duygusal tepki vermek yerine, mantıksal tepki vermek için kişinin kendi duygularının ve bunun nedenlerinin farkında olması gerekir. Bunun için de kişinin insanlararası ortamlarda yaşadığı duyguları bilmesi önemlidir.
İnsanlararası alanlar nelerdir ?
Hocam (Prof.Dr.AB) insanlararası alanalrı beş gruba ayırır:
1.Konfor alanı: Bu alanda insanlar sakindirler. Duygularını kontrol altında tutarlar. Çatışma sırasında bu alanda iseniz kolayca etkileşime girip, rahatça bilgi alışverişinde bulunursunuz. Bu alanda olduğunuzda her iki tarafı da memnun edecek bir anlaşmaya varma şansı yüksektir.
2.Kaygı alanı: Bu alanda rahatsızsınızdır. Yaşadığınız çatışmayı, bilinçaltında geçmişteki olumsuz bir anıyla bağlantılarsınız. Savunmacı ve gergin olursunuz.Duygular çatışmanın başarıyla çözümünü engeller. Bu nedenle konfor ve kaygı alanlarınızı iyi tanıyın.
3.Değer alanı: Tutum ve tavırlarınızı bu alanda belirlersiniz. Doğru ve yanlış yargılarınız bu alan içinde yer alır. Değer alanlarınız uyumlu mu ? Aynı değer yargılarına sahip misiniz ?
4.Sosyal alan: Çatışmada ya da çözümünde seçtiğiniz tarzı belirleyen sosyal alanınızdır. İnsanlarla birlikte olmaktan hoşlanıyor musunuz ? Yoksa tercihiniz yalnız kalmak ve kendinizi geliştirmek için düşünmek mi ?
5.Zihinsel alan: Bilginin toplandığı ve eyleme dönüştüğü alandır. Sizi harekete geçirin topladığınız bilgiler mi ? Yoksa aldığınız, alacağınız geribildirimler mi ?
Çatışmayı önlerken, olduğunda yönetirken ya da çözümü oluştururken kendinizin ve ötekinin bu beş alanını düşünün. Unutmayın ki çatışma yaşamın bir gerçeğidir. Çatışmayı fırsata çevirebilirsiniz. Bunun için,
* İnsanlararası alanların farkında olun;
* Kendi kaygılarınızı fark edin,
* Tepkilerinizi mantık çerçevesinde verecek kontrole sahip olun.
Nice çatışma çözümlerinizin hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.
Öykücü