“…Hırsızlık hobi haline gelmişse, ceza fobisi de yok olup gitmiş demektir. Çevresindekilerin “elinden geleni” değil, “üzerine düşeni” yapmalarını beklemek de boşunadır. Ne ayakkabı kutuları konuşulur ne de içindekilerin sahipleri. Bugün birisi “çalar saat” programına bir elektronik posta göndermiş. Diyor ki “ben koydum o paraları; o paralar benim verin benim paralarımı“. İki yaşına henüz gelmemiş olan Duru bile el hareketi yaparak “nah” çekerken, suratlarının nuru silinmiş olanlar gözümün içine baka baka “yasal olmayan yöntemler” üzerinden Dr.Gobels’in oyununu sürdürüyorlar. Bize “müstehak mı?” sorusunun yanıtını vermeye çalışırken aklım ruhuma, yüreğim hâla gelgitlerini atabilmiş, aşabilmiş değil…”
Üç yıl aradan sonra 68liler için bir çağrı yaparken (14.01.2015 den 25.05.2018 için) bu yazımı seçtim ve girişine Kutaygillerle birlikte Sakız Adasına yaptığımız keyifli seyahatten kısa video görüntüleri ekledim.
Merhaba
“Nol’cek bu havanın hali ? Yağış yok, sanki yaz, sıcaklık 20C dereceyi aşmış, bademler açmış, deniz çekilmiş,…” diye söylenirken bugün kışa döndü İzmir. Dün Sakız’dan döndük ve Çeşme’de kalmayı yemedi gözümüz, Karşıyaka’yı yeğledik. “Kış vakti bu Sakız da nereden çıktı ?” sorusuna içimden verdiğim yanıtlar birkaç türlü olsa da “oldu bir kere” ile başlayan serüven Kutay Ailesi ile gerçekten şenlendi. Özlemişiz. Grubu görünce (Korkmazgiller) kış vakti Sakız meraklısı olanlar yalnız biz değilmişiz avuntusu ile azıcık da olsa rahatladık. Limandan otele gidişte iliklerimize kadar ıslanmamızın nedeni ise sadece “beraber yürüdük biz bu yollarda” diyebilmek içindi (!). Ertesi gün Tymiana Köyünde Mostra Karnavalı ve yerel eğlenceler bizi mutlu etti. Bir gün sonra da Mesta’da “Agas Geleneği” içinde çocuklarını geleneksel konulardaki (oyunlar, eğlenceler, giysiler, şarkılar, öyküler) yetiştirmelerine bakınca ülkem adına, “kaos eşiği“ni yaşamadığı sakin dönemlerde bile yapamadıkları (yapmadıklarımız) adına üzüldüm; utandım. Yetmişe bir kala benim için de fobiler, hobilerin önüne geçiyor ve Sakız’ı bile düşünürken ürperiyorum. Aradan dört gün geçince ve birazcık geriye bakınca “iyi ki yapmışız” diyorum. Mayısta Gaziantep buluşmamız var ve sanki sözleşmişcesine İstanbul grubundan katılan yok. Sanki topluca tepkideler. Üzülmedim desem yalan olur. İzmir grubu da benzer. Elli yıllık arkadaşım EY’a telefon ettim ve yanıtı “daha geçen sene görüştük” oldu. Şaşırdım. Geçen yıl yirmiyıllık görüşmemişliğin özlemi ile doğru dürüst konuşamadık bile. Üstelik kimi aksilikler de sıkıntı yaratınca örneğin “Erdem Ailesi” ile ilişkimiz buruk kaldı (yağmurlu bir gecenin soğuk karanlığında sahile yakın konaklamanın kırgınlığı). Geçen bir dizide vardı şöyle bir söz : “Hayat geçmişe bakarak anlaşılır; geleceğe bakarak yaşanır”. Geleceğe bakınca, yetmişe erişince daha ne kadar zaman vardır “beraberliklerden haz duyulan” anları yaşayabilme şansımız için ? bilinmez. Umarım Mayısa kadar daha fazla dostla buluşma olanağımız gelişir. Umutluyum.
C13PÜMENK nedir ?
Madem ki yukarıdaki söze inanıyorum; o halde ailemde bugün “Y Kuşağı“nda 33 yaşını yaşayan Kerem’e bakarak “bugün-geçmiş-gelecek” üçlüsünde bir pencere açmaya çalıştım. Önce kendime baktım.
1. Otuzüç yaşındayken (1978) nerelerde, neler yapıyordum ?
Devlet memurluğu. Enstitü yılları. Her an Diyarbakır’a tayinim çıkabilir korkuları. Doktora çalışmasının son iki yılı. Parasal sıkıntılar. Ümit 12, Eray 9 yaşında. Talebelik yılında evlenmenin minnettarlığı ile mühendis olduktan sonra bile ebeveynlerle yaşamanın zorlukları. Tepecik yaşamı. Özlemler. Kordon gezintilerinde kafelere duyulan özlemler. On yaşında da olsa Anadol otonun yarattığı doyum. Rahmetli Fehmi beyle ek işler. Ödemiş-Kaymakçı Köyüne uzanan ek iş yolculukları. Elde torbalar. Kaldırımsız yollarda yürümeye çalışmalar. Hilal durağına gidiş ve gelişte ıslanan ayaklar. Serviste dinlenen Standart radyoda üç Bulgar Masalının öğrettikleri:
* Ayı ve Tilki : Kurnaz olmak ancak hak yememek;
* Tilkinin bağı : Her zaman bir kurtuluş yolu bulmak için çabalamak;
* Torbadaki yılan : İnsana iyilik yaramaz; dikkatli olmak.
ve 1985 de atılan adımla (istifa ve CINOS süreci) bugünlere ulaşmak. Binlerce şükür. Daha ne ister insan.
2. Otuzüç yaşındayken (1999) Ümit nerelerde, neler yapıyordu ?
Özel sektör yaşamım ondördüncü yılına ermişti. Benim CINOS sürecim ikinci evresine girmişti. CI’dan NO’e dönmüştük. Satış bölge müdürlüğüm kısa sürmüştü. Ümit’in askerliği bitmiş ve CC’da göreve başlamıştı. Hatta Muradiye Konsantre tesisi kapanmış; Amerikan kurum kültürüyle şekillenen, güçlenen, omurgalı bir yapıya kavuşan iş yaşamının Bursa’da yerel etabı başlamıştı. Ailemizin meleği olan Aslıhan altı yaşındaydı. Bursa’da işin zor (belirsizlik) koşullarında yerli düzene adapte olmak, umarsızlıklara ses çıkarmadan katlanabilmek kolay değildi. Tıpkı şimdi PÜ yaşamı gibi. Verimsizlikte önde olan yerel kuruluşu etkili kılabilmek için yakın yarınların nelere gebe olduğunu bilmek zordu. Ne var ki; hızlanan sürecin operasyon yönetimi ve projeli iş yaşamı ile yurt dışında kurumun geleceğini şekillendirmede baş rol üstlenmeyi düşünmek bile olası değildi. Böylece seçilen yol “yöneticilik” ve gelişen ustalıklarla yurt dışına uzanan eylemler ve etkiler…Dubai’den birkaç kez Amerika’ya uzanan “nefes alma” yolculuklarını hayal etmek bile hayal miydi acep ? diye takılır aklıma. Daha ne ister insan ? Binlerce şükür.
3. Otuzüç yaşındayken (2002) Eray nerelerde, neler yapıyordu ?
Atatürk Lisesi’nden Ege Tıp’a uzanan öğrenme yolculuğu, kısa bir İstanbul-Yedikule serüveni sonrasında yine İzmir odaklı gelişmişti. Estetikleşen meslek yaşamı Aydın’da akademik çerçevede büyüdü ve ustalıklar daha sonra profesörlükle, Kanada’dan başlayan The COPCU’s Tekniği ile genişledi. Yaş otuzüç olduğunda Aydın’da iki yaşına eren Eren’le güzelleşti. Doçentlik sürecinde eskilerin bağnazlıkları ve ayak oyunları ile zorlanan süreç ustalıkları daha da pekiştirdi. Mesleğe katkılarını daha özel kıldı. Başarı formülümün ilk iki esi olan “Self Style” ı etkili, gerçekçi ve pratik kıldı. Bugün Alsancak’ta “Mest’leşen Süreç” le daha bir özgür profesörlük ve kazanırken iyilik yapabilme becerisi, daha şimdiden gülen yüzlerle geleceğe dönük mutlu iş yaşamının müjdelerini veriyor ki binlerce şükür ve daha ne ister insan …
ve bugün…
4. Otuzüç yaşındaki (2014) Kerem nerede duruyor ve neler yapıyor ?
Teknoloji Zirvesi-Fark Yaratan Şirketler Paneli‘nde dediği gibi “yön/eylem/hız” üçlüsüyle oluşturduğu “Netdirekt Strateji Üçgeni“nde “uykusuz geceler” geçiriyor. Ne var ki; yorgunlukları yüzünde ve gözlerinde mutsuzluğa, bıkkınlığa dönüşmüyor ve dilinden de “emeksiz yemek olmaz; hiçbir emek boşa gitmez” sözlerini düşürmüyor. Hızlı büyüme, gelişme ve dönüşme sürecinde şirketler ve hedefler hem sayısal olarak artıyor hem de nitelik olarak sınırları zorluyor. Veri merkezi modernize olurken, rüzgar gülü sözleşmesi imzalanıyor ve “NetEnerji” ile tüketilen enerjiyi karşılama amaçlı organik hedeflerle “etki/ekonomi/ekoloji/emniyet” dörtlüsüne yaşam veriliyor. Geçtiğimiz yıl atılan güçlü adımlarla “söz-eylem” beraberliğine daha bir fazla önem veriliyor. Biraz daha özenli sağlık için dileklerimiz (kilo ve sigara) yetmiyor ve dualarımızdan medet umuyoruz. Sevgili Prof.Kutay’ın Sakız’da içtenlikle önerdiği sigarayı bırakma etkinliğine katılmayı zorlamak da bana düşüyor. Risk yönetimi becerilerinin sürekli güncellenip geliştirildiği “girişimci iş adamlığı ustalık yolculukları”nın ailecek verilen özverilerle pekiştirildiği sürecin hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimizle… Hadi hayırlısı derken yine dilimde aynı duygular “Daha ne ister insan ? Binlerce şükür“.
Nice öğrenme ve ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.
Öykücü