Yaşam Büfesinde “Karalar Bağlamak”

“… Kargıdan tüfek / Bamyadan fişek / Keçi bokundan saçma / Maçan sıkıyorsa kaçma… Kimse üstüne alınmasın ! Kaçacak olan yine kaçsın ! Adam elindeki güçle herşeyin kılıfını hazırlarken canlılığı düşen, söylemleri cılızlaşan karşıt güçlere kızgınlıklarım artıyor ve sanki bu sözleri söylüyorlar gibi geliyor bana… Bu da taşrada geçen (Soma 1950 ler) ilk okul yıllarımdan bir deyiş ve “Maça” nın karasıdır bugün dilime düşen, yüreğimi karartan… Maçanın yeri ve rolü oyunun Briç ya da Prafe oluşuna göre önem kazanır… Pik serisinin öncelikleri ve seçime altı gün kala ülkemde gittikçe kararan gözler… Allah yardımcımız olsun…”

Merhaba

Bugün yazımın girişine bir öykü yazmak geçmedi içimden ve sevgili Diğdem “Yüreğini karartma Mustafa bey” dese de yüreğime söz geçiremiyorum. Cumartesi günü Işılay Saygun sokağında Mest’leşen Copcu Plus beraberliklerinin keyfini ertesi gün de sürdürürken dün “MCDN3” dörtlüsü olarak Foça’da çok güzel bir gün geçirdik. Sahipken, yakınken farkına varamadıklarımızı doyumsuyarak yaşama olanağından birkez daha mest olduk. Binlerce şükür. Sanırım birşeyler çözüm sürecine girdi. Biraz sabırla gün doğmadan Nezuş’un sezgileri haklı çıkıp çözümler etkinleşecek gibi görünüyor. Kırılan kalpler düzelecek mi ? Neden olmasın ? Peki, ya ülkemde haftaya bugün sular durulup, dünyaya kafa tutmanın sadece bir seçim taktiği olduğunu mu anlayacağız yoksa Suriye, Kırım derken bir kendini bilmez hoyratın kırklı yıllara benzer akılsızlıklarına mı kurban gideceğiz ? bilmiyorum. Diğdem bana kızacak; yüreğimi daha bir fazla karartıyorum diye… İnşallah korkularım boşa çıkar ve düşmanların ekmeğine yağ sürülmez, tekrar başa dönülmez !

Bir zamanlar (babam sağken) iskambil oynardık Siera marka kırklı yılların lambalı radyosundan dinleyici isteklerini dinlerken. “Ömrün şu gecen neşvesi (!) tam olsun erenler, son meclisi cam üstüne cam olsun erenler…” derken şarkıcı kırmızı kalpli kupaya yenik düşerdi kara maçanın serisi hem prafede hem de altmışaltıda… Daha sonra Komser Osmanla, rahmetli Niyazi Hocayla Enstitünün öğle yemeklerinin ardından gofretine oynanan briçte hepsinden üstün olurdu kara maçanın adını değiştirip de karşımıza çıkan pik serisi. Bu kez de körleşen kupa sonlara düşerdi. Ülkemde aynı şimdi böyle bir bakıyorum kara maça sonlardayken pik olup öne çıkıvermiş. Kırmızı kalbi değişmeden adını köre çıkaran kupanın esamesi okunmaz olmuş.

Yasaları hiçe sayan yasa koruyucusuyla pazartesi günlerinin favorisi olan, çoğu kez beceriksizlikleriyle seyirciyle alay ediyorsa da Karadayı’nın yasal temsilcileri karalar bile Karadayı’dan daha karayken pekişen korkularımla baş etmekte zorluk çekiyorum. İstifa eden bay Günay bile DSP-CHP ayrışmasından endişe duyup kalk borusu çalıyorsa ve “ben çalamadım” kavgasında öne geçmeye çalışan hırsına gem vuramayanların tercihleri parçalamasına ve Ayakkabı Kutusu Projesinin baskın gelmesine yol açmasına öfke püsküren yüreğime söz geçiremiyorum. “Hadi bir takla at bakalım” sözüyle ünlenen ve dayanamayıp istifa eden Ordu’lu vekil bile “…Memleketin bir tane Öcalan’ı vardı. Ama bir tane de öç almak için yola çıkmış birilerine ihtiyacımız yok” diyorsa varın görün halimizi !

Bugün de pazartesim olumsuza odaklı başladı. Halbuki gelecek ay Adana’ya yapmam olası yolculuğun amacı olan “Marka & Öykü” ikilisine kısaca değinmek istiyordum. Hep söylüyorum, CINOS’un son dört yılında görevimin kısa anlatımı “CDM/Competence Development Manager-Yetkinlik Geliştirme Müdürü” olsa da kendimi hep “STM / Story Teller Mustafa-Öykücü” olarak gördüm. Rahmetli O.Welles’in şarkısına uyup “I know what it is to be young, but you, you don’t know what it is to be old / Ben gençliğin ne olduğunu bilirim ama sen, sen yaşlılığın ne olduğunu bilmezsin” sözlerine inanarak “öykülerle öğrenmeyi” kolaylaştırmaya çalıştım. İş ortamı da global “Çerçeve Çalışmaları” ile F1 den F3 e yaptığı programlarla bu bakışıma çok uygun bir amaç ve hedef de ortaya koydu. Bu nedenle son dört yıl “öykü anlattım ve bana para verdiler“. Belki de sona ermekte olan kurumsal mesleki iş yaşamımın en mutlu sürecini yaşadım. Binlerce şükür.

Nisan ortalarında Adana’da organize bir etkinliğin görsel bir parçası olursam eğer yukarıda verdiğim  iki slaytla demek istediklerimi çerçevelendirmiş olacağım.

Demem o ki; eylem odaklı olacaksın (bugün beğenmesem de, korksam da maça papazı da öyle yapıyor). Bu nedenle “Konyalı Mehmet” gerçek öyküsüyle başlayan sözlerimin sonuna “bilmek yapabilmektir/acta non verba-laf değil eylem” ana mesajını ekleyeceğim. Nasıl bir eylem ? derseniz ;

1.Dinleycinin beklentilerine uygun (kavramın başındaki gizli “N”).

2.Dikkatini çekecek (Başarı formülümün çıktısı olan 10S in ilk iki “S”i; S1S2).

3.Dikkati ilgiye çevirecek; sürecin içine girecek ( formüldeki “S3S4S5”).

4.Dinlemeye, izlemeye, beraberliği sürdürmeye istek yaratacak; ister Çiçero gibi ateşli ol istersen… (S6S7S8) ve

5.Eyleme geçecek, aktaracak, anlatacak, virüs gibi bulaşıcı bir etki yaratacak; ister Çiçero gibi ateşli ol seni ayakta alkışlasın istersen Seneca gibi sakin ol, senin peşine takılıp eyleme geçsin (S9S10).

Gizli “N” le yola çıkmak, dört temel destekten yararlanıp yere sağlam basmak ve ardından da şöyle birazcık geriye bakıp “ben ne yaptım ? ne işe yaradı ? Sonuç nedir ? bundan sonra ne yapmalı ?” benzeri sorularla gizli “S”i de ölçmelisin ki yönetebilesin, geliştirebilsin, sürekli güncel kalasın…

İşin özü; “inanırsan inandırabilirsin”. Bu nedenle öykü toplayıcı, öykü derleyici, öykü yazıcı, öykü saklayıcı kadar önemli olan öykü anlatıcıdır. Bu nedenle “Marka & Öykü” konusunun çerçevesi çizilirken konu “Pazarlama ve Satış” prensipleriyle ele alınmalıdır.

Şimdiden başarılar dileyen öykücü böylece kara maçaların kararttığı ortamda böylesi kamusal konulara destek olmaya çalışarak deneyimlerinin paylaşılmasından medet ummakta, avunmakta ve kararan yüreğinin korkulardan kurtulmaya çalışırken teselli bulmaktadır. Nice öykülerle öğrenme yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesini diliyorum.

Öykücü