“…Boya küpüne düşüp postu boyalı olarak dışarı çıkan bir çakal, renkli tüylerine bakıp kendisinin bir tavus kuşu olduğunu iddia etmeye başlamıştı. Rengarenk ve parlak tüylerini diğer çakallara gösterip övünüyordu. Diğer çakallar ise onun bu sahte güzelliğinden dolayı çevresine toplanıp sorular sordular. “Tavus gibi gül bahçelerinde salınıp gezer misin, tavus gibi öter misin ? diye sordukça diğeri “hayır” diye cevap veriyordu. Sonunda “Öyleyse sen tavus değilsin” dediler. “Onun giysisi gökten gelir böyle sonrada boyamayla o yüceliğe sen erişemezsin“. Hani Firavunun yaptığı gibi o da tavusluğa özenmişti. Ama aslan postu gidince köpekliği çıktı ortaya…”
“Mevlana-Mesnevi’den Hikayeler”
Merhaba
Seçime dört gün kala ekranlara bakınca gözüm kararıyor; kulaklarım çınlıyor. Hiç bu kadar olumsuz etkilenmemiştim. Hatta altmışlı yılların başında siyasal idamlardan sonra bile iki tarafın çektiği kılıçlar bile bu denli yaralamamıştı yüreğimi. Dün akşam sevgili Ş.Pavey’in hazırladığı “anne belgesi”nden birkaç kare yurt dışındaki oluşumlardan umut verse de içte yaşanan akıl dışı olaylar, sahtecilikler, utanmazlıklar ve mücadelede “lig uyuşmazlığı” korkularımı artırıyor.
Yazımın başlığındaki “doyumsuzluk” sözcüğüm hem Ayakkabı Kutusu Partisine ve hem de sözde onunla yarışa girip de kendi içlerindeki parçalanmayı sürekli artıran karşı tarafın beceriksiz mensupları içindir. En yakınımdaki adam sandığım, vekil olmuş, başkan olmuş ve bayrağı bir başkasına devretmesi istendiğinde partisine, grubuna, arkadaşlarına düşman olmuş adam sandığım adama bakıyorum da ancak ajan olsa bunu yapardı diye hayıflanıyorum. Aklım almıyor. Şurası net ki bu yönetim yerel seçimlerinde sadece birinci olan kazanacak, ikinciye amorti bile yok. Buna rağmen İzmir gibi bir yerde, son kale olan yerde, gavurluğu bile kabullenmiş bir yerde diyelim ki Ayakkabı Kutusu Partisinin %40, bizimkinin %55 ve diğerlerinin de %5 oy potansiyeli var. Bizimki ne yapıyor ? Bu %55 i sanıyor ki kendi adının etrafına toplanmış. Tıpkı kendini tavus kuşu sanan çakal gibi. Parçalama sonucu ne olacak ? Bizim %55 ikiye bölünecek ve %25+%30 luk sonuçlarla o yine kendini tavus kuşu sanan çakal gibi övünmeyi sürdürürken el oğlu malı götürecek. Bunu bilmiyor mu ? Biliyor. Bunu görmüyor mu ? Görüyor. O halde…!
Çünkü adam doymadı. Adam doyumsuz. Açıkça söyleyebilse “İlk dönemde çalmayı bilmiyordum, İkincisinde çaldıklarım yetmedi. Tam şimdi usta olup çalacaktım ki beni, ustayı harcadınız” derdi. Utanmazlıklara alışan halk da artık yadırgamıyor ve adım adım yapılan algı testlerine bakıp da gerçekten kendini tavus kuşu sanan baş çakallar bile sahnede yapmaması gerekip de yaptıklarıyla övünüyorlar. Hani bir deyiş var ya (umarım doğru anımsarım): “Merdi kıpti şecaat arz ederken sirkatin söyler”. İşte tam bunun gibi ve bu kez “kıpti” ye ayıp olmasın diye kendini tavus kuşu sanan çakal olsun bunu söyleyen. Halk da “çal, bir daha çal” diyorlar sanki kemancıya seslenir gibi. Hırsızlık moda oldu. Çalanlar çaldıkları oranda itibar kazandı.”Kaos Eşiği”nde yaşamanın ne demek olduğunun kimse farkında değil. Yukarıda Kırım ve ekranlarda “Kurt Seyit”. Zamanlaması manidar (!). Güneyde Suriye ve angajman kurallarıyla rövanşı almayı mitinglere taşıyan çakallar. Sevgili Diğdem nasıl yapayım da yüreğimi karartmayayım. Tek umut ay sonunda günlük yaşamda yeniden normale (!) dönülmesidir ki bu da kendini tavus kuşu sananların çakallıklarına ses çıkarılmamasıdır. İster taşıma ister gerçek meydanlardaki kalabalığın yüzüne bakınca “Varsın çalsın abicim, bak neler yapmış ve daha neler yapacakmış ! Bana ne Twitter’dan. Ya ötekiler ! Neymiş sahneye çıkıp şarkı söylüyorlar, karın doyurmaz ki, mutlulukmuş, bilgelikmiş, yok bu dünyada kendini bilmekmiş… Geç bunları abicim. Sen şu projelere bak. Adam da 1414 proje varmış...”
Şimdi aynı kitaptan bir başka öykü ile ne demek istediğimi pekiştirip yakınıma döneyim. Bugünlere bakıyorum ve kitabın 137 nci sayfasındaki öyküyü kelimesi kelimesine aynen alıyorum ki asırlar önce Mevlana ülkemin bugünlerini görüp hırsızlara methiye düzenlere seslenmiş.
“Hizmetkarına çok kızan padişah kılıcını öfkeyle çekti. Hiç kimse çıkıp da padişaha tek bir söz söylemeye cesaret edemedi. Tam hizmetkarını öldürmek üzereyken, yakınlarından biri atılıp affetmesi için padişaha ricada bulundu. Bu adam padişahın saygı duyduğu ve sevdiği bir kişi olduğu için hizmetkarı bağışladı. Ancak hayatı kurtulan hizmetkar bu olaydan sonra o adamdan yüz çevirdi. Minnet duymak bir yana, neredeyse sevgi bile duymaz oldu. Onun bu anlaşılmaz tavrı karşısında halk, hizmetkar hakkında konuşmaya başladı. “Hayatını kurtaran insana böyle mi davranılır ?” diyorlardı. Sonunda hizmetkar bu küskün ve soğuk tavırların nedenini açıkladı: “Ben canımı padişah uğruna seve seve vermeye hazırdım. Ama o araya girdi ve buna engel oldu. Padişah için ben kendi başımdan zaten vazgeçmiştim. Benim için ondan başkası yoktur.Padişah yoluna kesilen başa ne mutlu”. Padişahı gören kişinin onun çevresinde dönüp durması kahrın da üstündedir, lütfun da…”
Meydanlara bakınca ve önce kızgınlıkla çekip giden ve hemen çark eden bayrak taşıyanı anımsayınca çıkar ve soygun trafiğinde padişah gibi gördüklerine kör bağlılıklarını yadırgamamak gerekiyorsa da …
Takma kafana tokadan başka bir şey…
Tüm bu çalkantılar içinde geçen hafta Nevruz günü ABİDE‘mizin “Duru”su ikinci yaşını doldurdu. Birgün sonra hekim oğlumuz ve ailemizin estetik profesörü iki meslektaşı ile birlikte mesleğindeki “ustalık yolculuğu”nun dördüncü evresini resmi bir açılışla kutladı. Ortaokulu okuduğu yerde ve Işılay Saygın sokağında Gökdemir’in birinci katında yeni güzelliklere imza atarken, yeni limanlara açılırken dostlarıyla çok güzel bir cumartesi yaşattı hepimize. Her iki etkinliğin video karelerinde öylesine güzellikler görüyor ki gözlerim ve ruhum sadece dualarımızı daha bir fazla artırmak geliyor elimizde. Binlerce şükür. Yakınımda bunca güzel ve somut şeyler olurken aklımı, yüreğimi, emeğimi ve sağlığımı (4H/4K) SSTC temel prensiplerine inanarak “olumsuzluklardan sıyırmak” için çaba sarfediyorum. Sevgili Eray’ın ustalık yolculukları İzmir-Atatürk Eğitim Hastanesinde kazanılan uzmanlıkla yönünü çizmişti (set direction/yönü belirle). Ardından Aydın-Adnan Menderes Üniversitesindeki doçentlik ve profesörlükle sonuçlarla sonuçlarla yönetmeyi öğretmişti (drive results). Çok geçmeden İzmir’e dönüş ve MedikalPark’ta İzmir Üniversitesi bünyesinde yaratıcı enerjisi açığa çıkarmanın yollarını göstermişti (liberate potential). Süre dolmuştu. Artık demir almak zamanı gelmişti limandan ve “üst sınır oluşturmak (creating edge)” düşüncesiyle mesleki ustalık yolcuğunda dördüncü evre olan “M’est”leşme başlamıştı. Dualarımızın odağında yer alan “hayırlısı ise ve hak edilmişse” koşullu beklentiler hızla gerçekleşiyordu. Tıpkı Kerem’in panelde dediği gibi “emeklerle keyifli yemekler” hazırlamak için artık “Bilgi/Beceri/Tutum” üçgeninde taşlar yerine oturuyordu.
COPCU13 olarak yaşadığımız, mutlu olduğumuz, keyif aldığımız ve dostlarımızla tüm bunları paylaştığımız “M’est“leşme sürecinin hayırlı, uğurlu olması ve böylesi güzelliklerin herkese nasip olması için akıl, yürek, emek ve sağlıkla verilecek çalışmaların ve ustalık yolculuklarınızın hep aydınlık yollarda geçmesi dileklerimle.
Öykücü