Yaşam Büfesinden “Gölge Etkisi”

“…İmparator Spartaküs’ü esir almış, ne tür bir ceza vereceğine karar verememiş. Halkın önünde onu rezil edecek bir ceza türü aramış. Arenada aslanlara yem yapsa Spartaküs halkın nazarında daha bir kahraman olacak diye vaz geçmiş. Bunun yerine arenada yüz kadınla sevişme cezası vermiş ki başarmayacağını düşünüp rezil olacağına inanmış. Tribünler dolmuş. Halk Spartaküs lehine tezahürat yapmaya başlamış. Yüz kadın ve Spartaküs arenaya çıkmış. Spartaküs bir, iki, beş, on, elli, doksan, sayılara bakmadan işini başarıyla yaptıkça halk coştukça coşmuş. “Yaşa Spartaküs; aslan Spartaküs” haykırışları arenayı aşmış. İmparator sıkılmaya başlamış. Doksanbeşinci kadınla da seksi başarıyla tamamlayınca “Erkek Spartaküs; erkek Spartaküs” sözleri ortalığı inletmiş. Spartaküs’te yorgunluk belirtileri görülmeye başlamış. Doksandokuzuncu kadınla da seksi yaptığında herkes “Helal Spartaküs; süper Spartaküs” sözlerini herkes ayakta alkışlarla sürdürürken Spartaküs birden yere yığılmış ve yüzüncü kadınla seks yapamayınca halk yine aynı coşkuyla “İb.e Spartaküs; ib.e Sparktaküs” haykırışlarını sürdürmüş…”

Merhaba

İşte bunun adı “Gölge Etkisi (Shadow Effect)” ya da “Spartaküs Sendromu“. Ondört yıl önceydi (2001). CINOS‘un üçüncü evresine (SYN dönemi) girmiştik. İşler yolunda gitmiyordu. Henüz ikinci evrenin (NO dönemi) etkileri gitmemişti. Birleşmenin kimyası oluşmamıştı. Eski küskünlükler sürüyordu. Taşlar yerine oturmamıştı. Etkili eleman (TA) şirketten ayrılmış; yeri doldurulamamıştı. Üstelik küs gittiği yetmemiş gibi bir de yeni dönemde rakip/dost karmaşası içinde yer almıştı. Kadere bakın ki kısa süre sonra (iki yıl bile olmadan) genç oyuncu otorite olarak eli daha da güçlenmiş olarak yeniden oyuna katılmıştı. Yeni koşullarda eski otorite mücadele etmeden, etki ağını kullanmadan kolaylıkla yeni bir konuma kavuşmuş gibi görülüyordu. Meğer öyle değilmiş. Sanki ona tuzak hazırlanmış. Genç oyuncunun sessizliği sadece altı ay sürmüştü. İşte bu “kuluçka döneminde” eski otorite adeta yalvarıyordu: “Ne olur yirmibeş milyon $ lık sınırı aşalım; ben prim mirim istemem” diyecek kadar açık oynamıştı 1999 un ilk ayında yine Antalya’da yaptığımız “beyin fırtınasında” ve Tilki ekibiyle birlikte yapılan “Sinerji Arayışında“. İkibin yılı yapılanma ile geçmişti. İkibinbir yılı ise tam bir fiyasko ile başlamıştı. “Kuvvetlerin Ayrılığı Prensibi” ile oluşturulan yeni yapıda herkes, her bölüm “ben senden daha önemliyim” gayretinden öteye gitmiyordu. Kaç kez uyardım ve “mış gibi bile yapmaya” yanaşmadılar. Tıpkı bugünün CHP si gibi kendileriyle savaşmaktan rakipleri bile göremez oldular. Sıkıntıları katmerleştiren bir diğer etki de “2001 Kriziydi“. Baktılar ki olmuyor; gelişmiyor “Hadi bir motivasyon toplantısı yapalım” dediler. Aktif satış sezonunda Antalya’da profesyonel ekiplerin organizasyonunda yapılan motivasyon toplantısında paint ball oynadık; rafting yaptık; daha nice profesyonel oyunlar oynadık. Gala gecesi yaptık; dansöz oynattık. Yılların otoritesi burnundan kıl aldırmazken bu kez dansözün önünde diz çöküp para basıyordu. Bu görüntüye bakıp bakıp notlarıma “cami duvarı sendromu” yazdığımı dün gibi anımsıyorum. Bu duruma bakıp yanında gittim ve “ne olur yarın yola çıkmadan bana yarım saatlik bir sunum yapma olanağı verin” diye adeta yalvardım. Hiç umudum yokken bu yarım saati verdi. Toplanmış olan valizler lobide bekledi. Salon açıldı. Bimer projektör kuruldu.

Sunumumu yaptım. Beş slaytım vardı. Herbirine COPCU ile yaptığım akrostişle birer mesaj eklemiştim. Ana mesajım “DOD / Do Or Die / Yapmazsan Ölürsün” idi. Bütünleşmelerini istiyordum. Görünen köy kılavuz istemiyordu. Pazarlama bölümünde bugüne kadar hiçbir zaman on kişiden fazlası yokken 16 kişinin varlığını sürdüremeyeceği kesindi. Üstelik yarısından fazlası subay (yönetici) olan bu on altı kişinin kasıntılı iş anlayışları daha bir fazla göze batıyordu. Harran pamuklarında çözümlerimizle ilgili şikayetler arttığı halde Adana’da oturan iki konu sorumlusu (pazarlama ürün grup müdürü ve uzmanı) Urfa’ya kadar gitme zahmetine girmiyorlardı. Bir yanda “satışla pazarlama bütünleşsin toplantıları “yapılırken diğer yanda aynı ofiste yan yana gelemiyorlardı. Otuz yıllık arkadaştılar; ailecek görüşüyorlar ve dosttular ve buna rağmen “etkili haftalık programlar “yapabilmek için “haftalık planlama toplantısında” bir araya gelmeleri istendiğinde eski teknik müdür, şimdilerde (2001) ürün grup müdürü olmayı “tenzil-i rütbe” olarak görmesine rağmen görevi sürdüren yeni “ürün grup müdürü” aynen şöyle demekten gocunmuyordu: “O kaç paralık adam ki onunla oturup toplantı yapacağım !”. İşte bu koşullarda motivasyon toplantısı yapılmıştı. Bana göre bir haftalık kaynak kullanımı (para, emek, zaman) amaca hizmet etmemişti. Bunun yerine SSTC prensipleriyle sahneye çıkmak için karar vericiyi zorlamıştım. Eylem olarak beklentim gerçekleşti.

Grup toplantı salonuna pek mutlu olarak gelmedi. Ne var ki kaçış yolları yoktu. Emir büyük yerden gelmişti. Baş otorite ile aramdaki ilk amirimin bu çıkışımdan memnun olmadığını görüyordum. Ben bunu hep yapıyordum. Onlar hep kızıyorlardı. Ben uslanmıyordum. Bu nedenler geçtiğimiz Kasım ayının son haftasındaki “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme Yolculuğunda (YBGE)” özellikle vurguladığım bir slaytta R.Bach‘ın Martı‘sından esinlenerek demek istediğim gibi “sınamazsan gücünün sınırlarını bilemezsin” ya da “çılgınlıklarından yoksun bırakılmış insanlar, kanatları koparılmış arılara benzerler; uçamadıkları için bal yapamazlar” yazan bir diğer görselimle vurguladığım gibi ben bunu bilerek yapıyorum. Sonuçlarına razı olarak yapıyorum. Bir diğer anlatımla “Rubicon’u bilerek geçiyorum”. Zarları atıyorum. Geri dönülmeyecek sözleri söyleyip eylemlere geçiyorum. CINOS’tna önceki Enstitü yıllarımda da hep yaptım. CINOS’tan sonraki 28 aylık uzatılmış danışmanlık rolümde de yaptım. Özellikle iki düzine yıllık CINOS’un her üç evresinde de bile bile, gözlerine soka soka yaptım. Her zaman da sonuçları beklentileri aşan verimlilikte olunca onlar da göz yummayı benimsediler. Her neyse biz yine Antalya’nın DOD‘unun son gününe dönelim.

Beş slaytm vardı. G.Hammel‘in “strateji devrimdir” isimli seminerinden ve kitabından alıntılar yapıp kendimi “aktivist” olarak tanımlıyordum. Diyordum ki “aktivist de yıkar; ancak yapmak için yıkar“. Böylece attığım adımın olası yakıcı etkilerine bilerek dikkat çekiyordum. Beş slayt hazırlamıştım.

Bunlardan ilkini “COPCU“nun ilk “C”si ile ilişkilendirip “Creativity/Yaratıcılık” çerçevesinde şekillendirmiştim. Katılımcılara yaşadığımız kritik süreçte oluşum ve değişimlere herkesin kendi katkısını artırmasını ve bir iz bırakmasını istemiştim. Bunun için de “Dağı Delen Karınca” öyküsü ile uğruna ölmeye değecek bir hedef ortaya koymalarına değinmiştim. “Ölmek” biraz ağır kaçmıştı. Bunu daha sonra “Başarı Formülümdeki 3 D” nin üçüncüsü olan “Dedication/Adanmışlık” mesajına çevirmiştim. Adanacaklarına umudum var mıydı ? Pek sanmıyorum. Ne var ki bir süre sonra adananlar kendilerini gösterince “fırtına meyvelerin olgunlarını değil çürüklerini düşürdü” . Örneğin bu etkiyle pazarlama bölümü çalışanlarının sayısı onaltı kişiden yedi kişiye düşmüştü.

İkinci görselimde “COPCU” nun “O“sunu da “Opportunity/Fırsat“a çevirip “Cama konan kırlangıç” öyküsü ile akılda kalsın istemiştim. Yaşanan kriz fırsatları da beraberinde getiriyordu. Ya da en azından fırsatları ortaya çıkarmaya olanak veriyordu. Bunun için meraklı olmak, istekli olmak gerekiyordu. Arayanlar yeni projeler buldular; yeni kavramlar geliştirdiler. Kimi girişimler gelişmedi. İzleri ve etkileri kaldı. Kimileri kritik süreci hasarsız atlattı. Kimileri de 2001 in ilk yarısında CINOS‘un gelişim sürecinin dışında kaldılar.

Üçüncü slaytımı da “COPCU“nun “P” sinin karşılığı olarak “Performance” ya da “Productivity” ile sembolleştirmiştim. İşte bu kavramı anlatmaya çalışırken “Gölge Etkisini” dillendirmiştim. Yazımın girişindeki fıkrayı anlatmıştım. Daha sonra bu mesajımı “Başarı Formülümdeki 2P” ile simgeleştirecektim. Önemli olan “sabırla” sonuna kadar gidebilmekti. Çizilen hedef için sonuna kadar çaba sarfetmekti. Bugünlerde çok kullanılan “fıtrat“ın ne olduğunu o günlerde bilmezdim. Bildiğim tek şey özel sektörde minnet denen bir kavramın olmadığı idi. Bu nedenle sonuna kadar gidebilmek, sonuç almak önemliydi. Hangi dalgalarla boğuştuğunla kimse ilgilenmiyordu. Beklenen gemiyi limana yanaştırmaktı. Hani Türkçemizde kullandığımız gibi “deryayı geçip de derede boğulmamak” önemliydi. Bu nedenle yerime, rolüme ve görevlerime baktığımda “artık tamam” dediğim günlerden sonra tam sekiz yıl daha CINOS’ta yer aldım. Hem de kariyer yolculuğumda beklentilerimi aşan konumlarla.

Sonraki iki slaytımı kullanmak nasip olmadı. Yarım saatlik sürede amacım olan üç ana mesajı vermiştim. Bir işe yaradı mı ? Birilerine yaradı. Birileri ise en yakın arkadaşına “kaç paralık adam ki onunla toplantı yapıcam” anlayışını sürdürdü ve iki ay sonra CINOS sayfalarını kapattılar. Belki de iş yaşamlarında başlattıkları yeni bir dönemden daha mutlu oldular. Allah yollarını açık etsin; aydınlık kılsın.

Demem o ki; yeni yıla girdiğimiz şu günlerde gölge etkisinden sakınmak gerek. “Başarının sonuçlarına katlanmak, başarısızlığın sonuçlarına katlanmaktan daha zordur” sözüne inanıp hergün adım adım gelişmek gerek. Sürekli okuyup yenilenmek gerek.

Tüm öğrenme yolculuklarınızda gölge etkisinden sakınarak ustalıklarınızın hep aydınlık yollarda gelişmesi dileğimle.

Öykücü