“…Eğitmen bize nasıl ayakta kalabileceğimizi anlatıyordu. “SB’ı balta girmemiş bir orman gibi düşünün” diyordu… “ve de amirinizi ormandaki rehberiniz gibi.” Burada başarılı olup olmamanız hayatta kalma bilginizin derecesine bağlı. Bunu da amirinizden öğreneceksiniz…İşin püf noktası bu...”SB’de strajyerlik, hergün mahallenin kabadayısından dayak yemeye benziyordu. Haliyle sonunda insan hırçın ve aksi biri olup çıkıyor… Şirketinse sizi bir kenara çekip sırtınızı okşayarak yakında herşey düzelecek hiç merak etme diyeceği yoktu. Tam tersine, firma, acemilerin yerlerde sürünüp kıvranmaları gerektiğine inancına dayalı bir sistem kurmuştu…”
Merhaba
Her nedense, Ocak ayının sonuna doğru, hızı doksan kilometreyi aşan lodosun etkisinde, gri gökyüzü altında ve kabarmış denizin yanında zor bir sabah yürüyüşünden sonra Aslıhan’ın yanında otururken bu yazı için tuşlara basmaya başladım. Moduma, ruh halime bakıyorum ve hiç de yazı yazacak durumda görmüyorum kendimi. Büyük olasılıkla yarım kalacak demektir. Pakgiller “ma aile (ailecek, cümbür cemaat)” taşınmaya nezaret için hafta başında Bursa’ya gittiler. Üç tır ve altı adamla toparlanma hızlanınca geri dönüş programı erkene düştü. Bize de yardımcı olmak için yağmurlu bir gün öğle vaktinde Bursa’ya gidip gelmek düştü. Önceki yazılarımda değinmiştim. Yetmişli yıllarda garip bir 68 Anadol’la nice zor koşullarda, daha kuvvetli yağmurda, sönük, mum ışıklı farlarla, sallanan direksiyon kutusu ve kötü frenlerle çoluk çocuk yollarda düştüğümüzde hiç de böylesi korkularım yoktu. Çünkü gençtik. Gözlerim daha iyi görüyordu. Reflekslerimiz daha güçlüydü. Bu kez gün ışığında gidiş (12.00-16.00) ve yarım saat mola sonrası gece karanlığında “mecburen hızlı” dönüş (20.00 e doğru) pür dikkat ve robot gibi yola odaklı sessiz ve aşırı dikkat yoğuşmalıydı. Binlerce şükür ki dualar işe yaradı. Görevi hasarsız yerine getirdik. Yorgunluğum (sırt ağrısı) iki gün sonra kendini gösterdi. Ne var ki yetmişi aştığımızda bile işe yaramış olmanın huzuru var içimizde. Bu oluşum ve gelişim yine itiraf etmek gerekir ki Nezuş’un eseri. O her zaman sınırları zorluyor ve işe de yarıyor.
Nasıl bir hafta yaşadık ?
Bir hafta önce Cuma günü Netdirekt toplantı salonunda TR/…./0063 projemizin destekçisi iki genç arkadaşımızla durum değerlendirmesi yaptıktan sonra Yunt Dağlarına doğru yola çıktık. İki yıl nasıl da geçivermişti ! Temmuz 2013 de kabul edilen projemiz desteklemeye değer bulunmuştu. Projenin adım adım ilerlemesinde doğa ve bürokrasi adeta “force major” etkenlerin altında bocalama evreleri geçirmişti. Kanatlar ve hub Kore’den gelmişti. Yollar kardan kapanmıştı. Yeni yol açmanın süreci sıkıntılıydı. Bu bizim uzmanlığımız değildi. Gayretlerimiz hızlanmıştı. Bu kez uykusuz gecelere Seklik Köyü yamacında arabanın içi de eklenmişti. Çok şükür ki projeyi destekleyen, ihaleyi kazanan ve işin sahibi olan üç taraf da aynı kuşaktandı. Aynı dili konuşuyordu. Bu arada “şirketimizin motorunu döndüren” ana iş kolunda bir yılı dolduran çalışanlar ve yeni katılanlar yıllık maaş artışlarını heyecanla bekliyorlardı. Çantamdaki kitaplardan biri de “Kurum Kültürü” ile ilişkiliydi. Kitabın bir yerindeki “Yalancının Pokeri” isimli kitaba yapılan atıfta stajyerlere yapılan baskıya dikkatim gitti (http://www.goodreads.com/book/show/7865083-liar-s-poker). Seksenli yıllarda etkili yönetici olmak için henüz “kırbaç stili“nden vaz geçememiş olanları düşündüm. “Parçala ve yönet” taktiği ile dört satışçının ikişerli gruplara ayrılarak birbirlerini gözlemesinin motivasyona etkisi “oto kontrol” gibi doğal ve yararlı kabul ediliyordu. Ardından “Havuç Stili”ne geçti kimileri liderlik yolculuğuna çıkarken. Bir yanda SB gibi köklü bir finansal şirketteki acımasız iş koşulları diğer tarafta Wikipedia’nın dört temel kriteri…Wikipedia’nın gönüllülerce çeşitli dillerde kaleme alınan, ücretsiz, özgür belgelendirme lisansıyla sunulan bir ansiklopedi olduğunu düşündüğümde nasıl yola çıktıkları aklıma takılıyor ve öğreniyorum ki,
* Tarafsız bir bakış açısına sahip olmak,
* Doğrulanabilirlik ve
* Orijinal bir araştırma olmaması gibi üç temel esasa özen gösteriyorlarmış.
Bu direktiflerin dışında dört işletim ilkesi ortaya koymuşlar:
1.İyi niyetliliği varsayın
2.Cesur olun
3.Düzeltin ve
4.Acemileri harcamaya kalkmayın.
Dördünü de çok sevdim. Dördünü de Netgillerin son beş yıldaki geometrik büyümelerinde ne kadar önemli yer tuttuğunu anladım. Kimi önemli hatalar yaşadık ve kesinlikle iyi niyetten kuşku duymadık. Bilgi ve beceri sınırlarını zorlayan nice atılımlar gördük ve cesaretlerine hayran kaldık. İçten düzeltici önlemlerle niyetlerin safiyetine bir kez daha imrendik. Asıl önemlisi acemi olanların atılımlarında harcamak bir yana “yap da görelim” yaklaşımıyla ilk amirlerin inisiyatif kullanmayı teşvik ettiklerini ve gelişmeleri hızlandırdıklarını görmekten de ayrıca mutlu olduk. Kerem’in Teknoloji Zirvesi (2013) de söylediği gibi “hiç bir emek boşa gitmedi”. Geçen Kasım ayında ABG için yaptığım başlangıç testinde “İklim/Teşvik/Yetkinlik” üçlüsünün var olan değerlerinin nasıl ortaya konduğunu bilmiyorum. Ancak her üçünü de mutlak üst değere yaklaştırmanın başta HG olmak üzere orta-üst her yöneticinin “Lider Yönetici” olma yolundaki birincil görevi olduğunu hep anımsıyorum. Zor zenaat.
Bu düşüncelerle geçen hafta Işıkkent-Yunt Dağı gidiş gelişlerinde “dead-line”lar yaşarken mutluyduk. Şubat ayının ilk iş gününde beklenen nihai raporu verip elektrik hatlarını da enterkonnekte sisteme çektiğimizde ve henüz boşa giden rüzgarımızı üretken kıldığımızda inşallah ülkesel elektrik üretimine katkı sağlamış olacağız. Beklentilerimiz yıllık 2,7 milyon KW. Bu da şimdilik tükettiğimizin %30 fazlası olacak ki yeni açılımlarımıza opsiyonumuz var demektir. Netgillerde durum bu hızda sürerken Pakgillerin Bursa telaşında bir haber düştü kulaklarıma Mestgiller İstanbul’a gidip kırmızı bir BMW almışlar. Sürpriz. Dubai açılımlarında, belirsizlik ve gelgitlerinde bu gelişmenin esbab-ı mucibesi hakkında elbette vardır bir bildikleri. Görüp da “hayırlı olsun” diyemeden dün de duydum ki Antalya’da tatildeymişler. Sürpriz. Hayırlısı olsun. Fiziksel olarak yaklaştıkça (Albatros, Flamingo, Albayrak ve Armanç), elektronik iletişimiz arttıkça “sürprizlerimiz” de artıyor. Ne diyelim ? Tüm sürprizler böylesi güzellikler için olsun. Yine de izole olmamak için bir DANS etsem iyi olacak gibi geliyor bana…
Armanç’a yakın bir unlu mamulleri imalat ve satış yerinde servis gelecek diye bekliyorum. Servis gelip gidiyor. Rampa korkuluklarını yapanlara fırınlanmış kaşarı gevrek ve çay almak için beklerken masanın üzerindeki Milliyet Gazetesine gözüm takılıyor. Üst tarafta son beş yıldır fındık üretim, ihracat ve döviz girdisi değerlerinin analizini görüp “kasap kağıdına (sarı teksir kağıdı)” na rakamları karalıyorum. Hemen altındaki haber bir başka anıları canlandırıyor. “Alibaba” alışveriş sitesinin sahibi Ma Yun isimli Çinli kardeşimiz ~30 milyar dolarlık servetin sahibiymiş. Üç kez Harvard’da okumak için gençliğini zorlamış. Olmamış. Tıpkı rahmetli Jobs gibi. Ne var ki daha sonra Harvard’da ders vermiş. Tıpkı Jobs’un Stanford’da konuşma yapması gibi. Gençliğinde İngilizce öğrenmey ağırlık vermiş. Tıpkı ben dahil bizim gençlerimizin yapmadıkları gibi. “Forrest Gump” ı çok severmiş. Adını Ma’dan Jack’a çevirmiş. Tıpkı bizim Şükrü’nün Kanada’da Sam olması gibi…Bu bilgiler de Meral Tamer’in Davos anıları olarak basında yer almış.
Fındık konusunda dikkati çeken ne oldu ?
Beş yıl önce havalar iyi gitmiş ve 600.000 ton üretim yapmışız. Bunun 252.000 tonunu ihraç edip 1.544 milyon $ döviz girdimiz olmuş. Kilosu 2.57 $ dan gitmiş. Bir yıl sonra havalar kötü gitmiş ve üretim 430.000 tona düşmüş. Ancak ihracat çok fazla etkilenmemiş ve 243.000 ton ihracat karşılığında 1.760 milyon $ girişi olmuş. Hangi değişimler dikkatimi çekiyor ? Üretim azalışı %29; ihracat azalışı ise sadece %4 ve birim fiyatın 4,09 $ oluşuyla fiyat artışı %159. Helal olsun bize (ya da Hamburg Borsasına). Üretimin azalmış olmasını pazarı daraltmadan gelir artışı sağlayarak iyi değerlendirmişiz. Diğer yılların figürlerinden de bir takım yargılara varmak olanaklı. Uzatmamak için 2014 yılına değinmek istiyorum. Üretim gerçekten en alt düzeye inmiş: 400.000 ton ve 2010 a oranla %34 lük azalış; ihracat ise hiç değişmemiş yine 252.000 ton ve döviz girdisine bakarsak 2.315 milyon $. Wooow ! Gerçekten müthiş… Kilosu 5,79 $ dan gitmiş. Üretimi düşüren “don” kimlere yaramış ? Kuşkusuz tüccara. Yadırgamıyorum. Sistem böyle. Bu analizleri yaparken birden durdum. Tamam ülkem için iyi güzel de ben fındık yiyemiyorum. Çünkü şimdilerde kilosu elli liraya çıkmış olan fındığın yetmiş liraya doğru yol aldığı söylentisi yayıldı bile. Tıpkı zeytinyağında olduğu gibi. Sonbahar sonlarında kilosunu Sabri Agadan yedi liraya alırken aylık artışlarla sekiz ve on liraya çıkıverdi yağın. Yetmedi daha çok iletişim içinde olan Erman’da ise soğuk sıkmayı 12 liradan alıp geldim geçen hafta Çeşme’den.
Ne diyelim ? Hayırlı olsun. Bir yanda Netgillerin rüzgarı boşa esmesin, kanatlar gelir getirmek için dönsün; diğer yanda Pakgillerin İzmir’e yerleşmeleri hayırlı olsun ve Mestgillerin çabaları da beklentileri karşılasın derken seçime doğru sürüklenen ülkemdeki başı bozukluğun hepimizi sağ salim esenliklere çıkarması dileklerimle nice öğrenme yolculuklarımızın hep aydınlık yollarda geçmesini diliyorum.
Öykücü