Yaşam Büfesinde “Malatya Anıları”

“…Rahmetli babam “An… diye diye öldü” deyince kayısıcı “Vay be ne ilaçmış; bak adam babasıyla ilacın adını birlikte anıyor” diye gıpta etmiştim ilk anda. Biraz sonra işin esası anlaşılacaktı… “Al bunu babana ver” deyince Mustafa, ilk okul öğrencisi “yok anama vericem” dedi… “Bundan sonra gardaşız herşey ortak” sözleriyle sevgisini belirtiyordu Ahmet amca…”

Merhaba

Bu yazımı Malatya Altın Kayısı Otelinde yazıyorum (12.03.2009). Güzel bir gündü. Güzel bir toplantıydı. Katılıamcıların sayısı ve kompozisyonu mükemmeldi. Malatya benim için ayrı bir anlama sahip. Onbir yıl önce soğuk bir şubat günü ilk defa Malatya’ya geldim.  Yeni bir ilaçla bu pazara girecektik.Önceki yazılarımda dile getirdiğim gibi, o tarihta teknik müdürümüzün “bu ilaç Malatya’yı ayağa kaldırır.” sözünden heyecanlanarak gelmiştim. İklim bugünlere oranla daha bir fazla yağışlıydı. Mevcut ilaçların peformansında sorun vardı. Dağıtım kanallarındaki iş ortakların yaşadıkları sıkıntılar nedeniyle “yoğurdu üfleyerek yiyorlardı”. Korkular umutları aşıyordu. Satış grubu bundan etkileniyordu. Böyle başlayan süreç onbir yıl içinde çok güzel gelişti. Sıkıntılı ilaçlar bugün resmen yasaklanmadı ama zorunlu olarak elimine oldu. Şimdi “çiçek ilacı” alt pazarında iki grup ilacın rekabeti çok daha iyi bir zeminde sürüyor. Bence sonuçların oluşumunda “satış destek çalışmaları” ya da “sahra gücü etkinliği” belirleyici olacak. İşte bu da benim sürekli olarak dile getirdiğim “yaşam büfesinde self servis olan başarılar için sıraya geçme”nin yol göstericisi olan “SSTC Öğrenme Yolculukları”nda ustalaşmakla olacak. Bu benim inancım. Bu yolculukla öğrenmelerini sürekli olarak etkili ve güncel tutanlar sırada kalarak öne geçecekler. Bugün AgroBest Grup adına da yapmak istediğim bu.

Şimdi yazımın giriş kısmındaki sözleri açarak “öykülerle öğrenme” yi ele alayım. Onbiryıllık sürecin ilk günlerinde sevgili Mehmet’le birlikte Malatya’nın köylerini dolaşıyoruz. Birimizin elinde videoplayer diğerinde televizyon her yerde film oynatıyoruz. Amacımız öncelikle AIDA’ nın ilk iki harfinin anlamı. “Dikkat çekme” ve dikkati “ilgiye çevirmek” için uğraşıyoruz. Herşeyi kendimiz yapmalıyız. Çünkü iş ortaklarımıza diyoruz ki “toplantı yapalım” yanıtları “yapmayın abicim“. Anlamakta zorlanıyoruz. “Demolar yapalım“. Yanıtları yine aynı “yapmayın abicim”. Anladık ki iş başa düştü. Sanırım Ören’deydik. Toplantı yaptık. Bahçeleri inceledik. Bakkalın tezgahında hasta dalların desteğinde sohbet ettik. Kahveye geldik. Kalabalık bir grup var. Kayısıcının biri kalktı bir ilaç ismi söyledi ve sözlerini şöyle sürdürdü “rahmetli babam An… diye diye öldü“. İlk algım “vay canına demek ki ilacı bu kadar sevmiş ki onun hasretiyle ölmüş“. Sözünü ettiği ilaç da global birleşme sürecinde elden çıkardığımız bir ilaçtı. Üzülmüştüm. Görüşlerimi belirtmeden önce SSTC gereği birkaç soru daha sorduğumda anladım ki rahmetli babası kahrından ölmüş. Sözünü ettiği ilaçla monilya mücadelesinde başarılı olamadığı için…

Onbir yıllık Malatya’daki öğrenme sürecimin ortalarına doğru dört arkadaş kırmızı tulumlarla yine köylerdeyiz. Bu kez daha başarılı ilaçlı savaşım için yerel ve güncel önerilerle çiftçi mektupları dağıtıyoruz. Öğleden sonra okulların dağılma zamanı Dilek’teyiz. Mustafa arabayı durdurdu. İlk okul öğrencilerinin önümüzden geçmesini bekliyoruz. Camını açtı ve öğrencilerden birine bir çiftçi mektubu uzatıp “al bunu baban verirsin” dediğinde anında aldığı yanıt “yok ben anama vericem” oldu. İşte böylesine güzeldi Malatya günlerimiz.

Tam onbir yıl önce bugünlerdi. Mart ayında tanıtım toplantısı için gelmiştik. Toplantı akşam üzereydi. Birşeyler daha yapmalıydım. Ali’ye gittim. “Bana demo için bir yer bul” dedim. Ben o gün Ali için yabancıydım. Yeni ilaç Ali için yabancıydı. Bugün Ali’yi ziyaretimde o günü ve üç ay sonraki demo bahçesini incelerken Kemal’in söylediklerini anlatırken bana işin özünü açıkladı. Ali bugün o günün perde arkasını anlattı. Bunu bilmezden önce ben SSTC öğrenme yolculuklarında o anıyı bir mesajı aktarmak için somut bir örnek olarak kullanırdım. Onbir yıl önce ne olmuştu ?. Ali bana Kemal’i buldu. Ben Kemal’le buluştum. Fırat’tan suyumuzu doldurduk; hava biraz rüzgarlı olmasına rağmen ilaçlamayı birlikte yaptık. Yaz başında gelip de bahçeyi incelerken Kemal bana dönüp dedi ki “Mustafa abi biliyor musun seni ….. korudu. Sana bahçemin en problemli yerini vermiştim. Son beş yıldır oradan hiç ürün alamıyordum. Bu yıl da almasaydım seni mahkemeye verecektim“. Bu anımı her zaman “demo teknikleri eğitimim” de katılımcılara verdiğim temel mesaj için kullanırım. Pekiştirmek için de Sezar’la Brütüs arasında geçen aşağıdaki konuşmayı anlatırım.

Brütüs Sezar’ı bıçaklamıştır ve Sezar o bilinen ünlü sözü söyler: “sen de mi Brütüs ?“. Brütüs’ün yanıtı şöyledir “hiç bir dost göründüğü kadar gerçek dost değildir Sezar”.

Bugün Ali’ye bunu anlattığımda bana dönüp dedi ki” benden demo yeri istemiştin. Kemal’i aradım ve ona aynen şöyle dedim “elinde gözden çıkardığın bir yer var mı ?” . Bu isteğimle o yeri verdi”. İzmir’den Malatya’ya geliyorsun. Yöreyi bilmiyorsun. “Güven” öyle kolay kazanılmıyor. Geçen gün arşivimdeki video kayıtlarıma baktım ve Mısır’daki 2004 yılı sunumumu yeniden kare kare inceledim. Ana mesajım “BeE” idi. Orada “tutku ve güven”i de işlemişim. Sevgili Tezer’e ve “D…” e soruyorum : “Güven nasıl kazanılır ?“. Mesajları o kadar net ki “verilen sözlerin yerine getirilmesiyle” diyorlar. İçe bakışla önce kendine sormalı insan “ne kadar yapabildim ?”. Önce kendine dürüst geribildirim vermeli insan.

Onbir yıl önceki günlerde ikinci Malatya seyahatim demo bahçelerini incelemek içindi. Bu kez arabayla ve eşimle gelmiştim. Hatta bir tıp kongresi nedeniyle otellerde yer olmadığı için Şeker Fabrikasının misafirhanesinde kalmıştık. Bu kez Kemal’in babası Ahmet amcayla tanışmıştık. Sözlerine önce bir sitemle başladı. “Biliyor musun senin yüzünden 150 t kayısı kaybettim”. Şaşırmıştım. Nedenini de hemen söyledi: “keşke sana inanıp da tüm ağaçlara senin ilaçtan atsaydım; 150 t daha fazla kayısı alacaktım.” dedi. Güzel bir sitemdi. İnanç ve güven böyle gelişti. Daha sonra diğer oğlu Basri, gelip Çeşme’de bizi ziyaret etti. İşte bu memnuniyet anlarında Ahmet amca Malatya’da birkaç gün daha kalmamız için ısrarcıydı. Ben ise İzmir’e dönmekte acele ediyordum. Birgün önce “bundan sonra gardaşız; herşey ortak” sözleriyle dostluğunu ifade eden Ahmet amca ertesi gün benim kalamayacağımı görerek “sen git; karın kalsın.Ben onun altına makina da veririm Malatya’yı gezer” diyordu. Yıllardır bu aramızda güzel bir espri konusu olarak kaldı. Bugün Ahmet amcanın eşinin bir hafta önce vefat ettiğini öğrendim. Başı sağ olsun. Allah kalanlara uzun ve sağlıklı ömürler versin. Malatya’nın bende daha pekçok anısı var.

Bugün toplantı öncesi Bitki koruma Şube Müdürlüğüne de uğradık. Son çıkan listeye göre kayısıda Avrupa Birliği ve Rusya’ya ihracat açısından emin ve sakıncalı ilaçlar konusunda bizi bilgilendiren meslektaşımız Özgül hanımın çabalarını hayranlıkla izledik. Reçeteli satış dönemine geçişin doğal sıkıntıları içinde enerjik çalışmalarından etkilendik. Bunları görebilmek de çok güzel. Sevgili Hüseyin Ata’nın Mersin’den gelip bizimle olması; Bülent’in tüm misafirlerle tek tek ilgilenmesi, Kemal’in gelişmiş ilişkileri yarınlar adına birer umut. Önemli olan bundan sonra sahra gücünü etkili kılabilmek. O da SSTC öğrenme yolculuklarıyla olacak.

Yolunuz hep aydınlık olsun sevgili Malatya’lılar.

Öykücü (mustafa@copcu.com)