“…Hoca eşeğine yüklediği satmak için pazara götürüyordu. Onu gören terzi başını işinden kaldırıp sordu: “Hoca eşeğinin yükü ne ?. Hoca “Odun” diye cevap verince terzi “Ben sana kodum” dedi ve aklınca yaptığından keyf alıp güldü. Hoca sesini çıkarmdan yoluna devam etti. Bu duruma içerlemişti. Odunları satıp akşam üzeri evine dönerken aynı terzinin önünden geçiyordu. Terzi kumaş kesiyordu. Hoca sordu: “Terzi elindeki ne ?“. Terzi “Makas” dediğinde hoca “Ben sana kodum” dedi. Terzi yine güldü ve “Uymadı ki !” deyince hoca daha bir keyiflendi ve “Uysa da kodum, uymasa da kodum“…”
Yıl sonu değerlendirme toplantısında kendini sorgulamak (30.12.2013 > GODID)
Merhaba
Bence bu öyküdeki hoca benim sevgili Narettin Hocam değildir. Olamaz. Çünkü o öyle odunlarla uğraşmaz. Bizim çaresizliklerimiz her gün her an, her kanalda odunlarla ve hatta kerestelerle yüz yüze geliyor olmamızdır. Biraz hava bahara dönünce Bostanlı sahilinde daha fazla ışıyan görüşlerle yürüyüşümüzü tamamladım. Bugün ne yazarım ? sorusuna bilinçaltımın ilk yanıtı “YAPELGÖK” oldu. Daha sonra bilincim bu kodu çözmeye çalıştı ve korkularıyla açılımının “Yalancı Pelivanın Göz Korkusu” olduğunu anladı. Korkmasaydı, daha cesur davransaydı belki daha uygun yanıtı bulurdu. Yazıma eklediğim filmde 2013 ün son günlerinde çalışanlarla teke tek görüşme yaptıktan sonra yönetim kuruluyla yaptığım görüşmeden mesajlar aktarmaya çalışıyorum. Adına “Net.GODID” dedim ki açılımı ve amacı “Good / Difficult / Different Üçlüsü“ne değinmektir. Başına ve sonuna 2016 dan birkaç kare ekledim ve “Azmin Zaferi”ni de araya sıkıştırıverdim (birkaç ayda 126 dan 80 e düşmek). Yapmakta zorlandığımız şeyin üç yıl önce “Doğruyu bulmak” olduğunu görüyoruz. Bugün de öyle; ülke olarak, birey olarak doğruyu bulmakta zorlanıyoruz. İster terzinin makası olsun ister hocanın odunları ya da karşımızdaki keresteler bu sarmalın içinde bugün güne başlarken “yönetim dinamiklerinin yörüngesini nelerin etkilediği”ni görmeye çalıştım. Elimde bir kitap, içinde bir gazete küpürü ve olası bir öğrenme yolculuğunun ilk hazırlıklarında yinelenen benzer kavramlarla sanki “kağıt, taş ve makas” oyununa dalıp gittim. Koca koca adamlar olarak J29 un popüler olduğu 2007 sonlarına doğru Prag’daki Zora’lı HR Toplantısında “Kaplan / Asker / Büyükanne” üçlüsüyle çocuklar gibiydik ve sanki satranç oynamıştık. İşi ve öğrenmeyi eğlence yapmıştık. Ne kaldı aklımda ?
“Aptalca iş yapana zeki de olsa aptal denir”
diye yazmış Ege Bey 28.01.2016 tarihli köşe yazısının bir alt bölüm başlığına. Bu sabah yürüyüş sonrası kahvaltı masasında İsmail ile İrfan arasında gidip geldi aklım dünü özetleyen haberleri yeniden izlerken. İkisi de benzer şeyleri söylüyorlardı. Yılmaz da aynı düzeyde yaklaşıyordu. Öyle bir korku oluştu ki sanki hepimizin üstünde ölü toprağı serpili. Korumaları olmadan Cumaya gidemeyen otorite ve Rusyayı muhtarlara şikayet eden bir düşünce ne kendisini sokağa atıyor ne de gazsız susuz milletin gövde gösterisi yapmasına izin veriyor. Terzi gibi uydurarak ya da hoca gibi uysa da uymasa da koyarak Ege beyin dediği gibi “kendini doğuran (self generating)” bir korku ile karşı dağın ardından yalancı pelivan gürlüyor. Bereket muhtarlardan korkan Rusya geri çekiliyor (!). Bunlar yazmak istediklerim değil. Bunlar asıl yazmak istediklerime girizgah da değil. Ne var ki ruhuma söz geçiremiyorum. Bu kadar yetsin mi ? “Adam olana sivrisinek saz, adam olmayana sazı soksan az” demişti bay Özdil birkaç sene önce. Yiv-set kalmamış olsa da hâla “Göz Korkusu” sürüyorsa “bir işe yaramayacak mı büzülmek ?”.
Şimdi gelelim esas vermek istediğim mesaja. Elimdeki kitap Dr.Arthur R.Pell’in editörlüğünü yaptığı bir Dale Carnegie kitabı. Güncellenmiş bir baskı ve derlenmiş,toparlanmış bir çerçeve ile “Yöneticilik ve Liderlik” kıyaslamalarıyla pekiştirme gayretlerinin öğrenmek isteyenlere sunulmuş olan mükemmel bir armağan.
“…Ahmet kendisine geniş bir hedef verilmesini ve işinin ayrıntılarını kendisi bulmayı seviyordu…”
“…Ahmet’in yardımcısı Behçet, bütün ayrıntıları açıkca belirtilmeyen görevler almaktan rahatsız oluyordu…”
“…Behçet’in çalışanı Cavit, sürekli pekiştirmeye ihtiyaç duyuyordu. Cavit patronu onu denetleyip de işini iyi yaptığını söylediğinde mutlu oluyordu..”
“…Behçet’in bir diğer çalışanı olan Davut ise patronu onu çok sık kontrol ettiğinde kızıyordu. Bana “güvenmiyor mu ?” diye şikayet ediyordu…”
Herkesin kendi tarzı, kendi yaklaşımı ve kendi tuhaflıkları vardı (bu nedenle başarı formülümün çıktısı olan “10S” in ilk iki S’i “Self Style” dır). Adına “Altın Kural” denen “size davranılmasını istediğiniz gibi davranın” sözü yönetimden pek fazla bir işe yaramıyor gibiydi (hoş odunlar bunu bile yapamıyorlar). Bu nedenle “Yönetim Becerilerini Geliştirme Öğrenme ve Ustalık Yolculuklarımızı (YBGÖUY)” başlatan ilk görsellerden biri “Eşit olmayan kişiler eşit davranmak en büyük eşitsizliktir” sözlerini içermektedir. Bunun devamında “AGM (Adamına Göre Muamele)” ve “NGŞ (Nabza Göre Şerbet)” kavramları yerini almaktadır. Bunun için de başlangıçta küçük bir “Algı testi” yaparız.
Bugünlük bu kadar yetsin ve “Net.GODID” karelerinden oluşturduğum kısa bir filmle yazımı sonlandırayım. Demem o ki; kendinizi sorgulayın ve “Neyi iyi yaptım ? Neyi yaparken zorlandım ? Neyi farklı yapabilir(d)im ?” ve kendinize dürüstçe cevap verip “Kaizenvari (adım adım)” iyileşmenin yolunu bulun. Sonuçta,
* İyi yaptığınız şeyleri daha fazla yapın (MAS’ın “More” u > Kapasite kullanımızını artırın);
* Yapmakta zorlandığınız şeyleri daha farklı, daha akıllı, daha becerikli yapmanın yollarında ustalasın (MAS’ın Smarter’ı > Kapabilite kullanımı / yetkinlik geliştirme).
Sözün özü; her şey sizin elinizde; ekranlardaki odunlara boş verin; iç sesinizi dinleyin, içinizdeki ateşi yakın ve yaratıcı enerjinizi açığa çıkarın. İsterseniz, inanırsanız, emekle yoğurup tutkuyla sürdürürseniz mutlaka bir gün er ya da geç “menzil-i maksut” a ulaşırsınız. Yolunuz hep açık ve aydınlık olsun.
Öykücü