“…Şimdi sen su olduğunu düşün. Su kadar özel, su kadar faydalı, su kadar çok…Tükenmez…Ama ister çeşmelerden dökül, ister göklerden yağ, ister nehirler dolusu ak, dibi olmayan bir kovayı dolduramazsın. Yani seni dinlemeyenlere sesini duyuramazsın… Unutma ! Daha çok bağırdığında daha çok dinlenmezsin…Gürültünün parçası olursun sadece. Suyun yanında olanlar suyu en az içenlerdir. Çünkü su nasılsa burada, ne gerek var suyu kana kana içmeye diye düşünürler. Aynen sesini sürekli duyanların seni dinlemedikleri gibi… Yine de sen hep bir su olduğunu düşün. Su gibi güzel, su gibi yararlı, su gibi vazgeçilmez…Ama rahmet ol afet değil. Su isen bir bardağa sığabil ki damarlara girebilesin…”
Merhaba
Çeşme çatıdan 2016 nın ilk yazısı olacak blogumda bu satırlar. Nezuş’un uzun süren öksürüğü ve geçen yıldan ITP odaklı sağlık korkumuzla bu yıl Çeşme’yi azıcık boşladık. Gerçi yaşlanıyoruz diye konforumuzdan vazgeçemiyor oluşumuz da etken. Mavişehir yaşamı ve çocuklarımıza yakın olmak Çeşme’ye gelişimizi geciktirdi. Dört gündür süren mevsim temizliğinden fırsat bulup çatıya çıkınca önce posta kutuma baktım. Utku’nun yedi yıl önceki yazımla kendi sesini birleştirdiği Kırlangıç Öyküsü kaydını dinledim. Sonra tuşlara basmaya başladım. Yazdıklarım yazmak istediklerimi mi ?
Yanıtım net: “Hayır”. Önce evin önündeki arabamla ve motoru çalınmış teknenin beraberliğini aynı fotoğraf karesine alıp aklımın kıvrımlarındaki “OGS” nin görselini oluşturdum. Sonra düşündüm. Baharın güzelliğinde ve bana “su gibi ol” diyen satırların öğretisinde “OGS” yaklaşımımı bugün için kendime yakıştıramadım. Bu konuyu unutmadım. Erteledim. Birgün mutlaka yazacağım. Şimdi neden yazımın başlığı 52 yıl önce bugün, diğer bir deyişle 04.04.1964 ?
“…Ağzını açıp da şelaleden dökülen suyu içmeye çalışan bir tavşan gördün mü hiç ? Ya da önüne çıkan ağaçları dahi sürükleyen bir selden susuzluk gidermeye çalışan bir ceylan gördün mü ?...” sözlerine takılsa da aklım 1963 yılında İzmir Atatürk Lisesini bitirip aynı yılın güz döneminde Ege Üniversitesi Ziraat Fakültesine girince şelaleye de azgın akan nehire de daldım, daldık beraberliğimizi kalıcı kılabilmek için. Soma ve Alaçatı’dan İzmir-Zeytinlik’te buluştuğumuzda yine bir okul başlama sezonuydu (1958 Eylülü). Bakkal Fahrettin’in oğlu Mustafa ile ondan çok daha ileride özgüveni yüksek, mücadele azmi mükemmel ve o yaşta iş dünyasının sert koşullarında dimdik durarak ilerleyen Nezahat’ın ilk bakışmalarıydı. Sanırım elele tutuşabilmek için bile en az üç yıl geçmiştir. Sabahları okul-iş yolculuklarında Tepecik’ten kalkan troleybüslerdeki beraberliklerimizin en yakın tanığı ve aile dostumuz sevgili ve rahmetli Latif’di. Elli iki yıl önce bugüne gelinceye kadar neler yaşandı su gibi olmaya çalışırken ?
Ataerkil bir ailenin tek çocuğu sayılabilecek ben (rahmetli ablam da genç yaşta babamın onaylamadığı bir aşk evliliğini gerçekleştirdiğinde 14 yaşındaydı ve yargıç aile dostumuz Ali Rıza Bey mahkeme kararıyla yaşını büyüterek bu evliliği yasal kılmıştı) ne kadar baba baskısı altındaysam Nezuş da tam bir Avrupai yaşam tarzıyla (inşallah Mayıs 2016 da onun memleketi olan Saraybosna’yı göreceğiz) çok çocuklu, neşeli bir ailenin özgür kızıydı. Buradaki “özgür” sözcüğü bugünün gençlerinin yaşadıkları özgürlükle eşdeğer değil. Küçük bir kıyaslama yaparsam; o buluşmak için evden izin alabilirken ben ancak sevgili Latif “Fahrettin amca tarihi film varmış biz Mustafayla sinemaya gideceğiz” derse ya da sevgili Yıldırım nefes nefese gelip “Fahrettin amca bugün ekskursiyon var. Mustafanın da gelmesi gerek” derse ben bakkal dükkanından ayrılıp buluşabiliyordum. Böylece Fakültenin ilk yılında daha bir özgüveni gelişen Mustafa dostlarının desteğiylebiraz daha rahat (!) buluşmaya başlamıştı. Bu beraberliği bir akşam üzeri gören Fahrettin amca önce karşı çıksa da daha sonra “Zaten bizim ailede dedeler hiç torun görmemiş. Hadi sizi evlendireyim” demesi 52 yıl önce bugün beraberliğimizi resmen tescillendirmişti. Yetişme koşullarından olsa gerek rahmetli babam huysuzdu. Ancak çocukları için fedakardı ve Nezuş’u da kızı gibi sevmişti. Peki 52 yıl önce bugün ne oldu ?
Bakkal dükkanının karşısında bir enginar bahçesi vardı. Yeni evleri yapılıyordu. Biz de oradan henüz tam bitmemiş bir ev aldık. Böylece Zeytinliğin yokuşundan Tepecik’in düz ayağına inince ve artık Fakülteli olunca babamın “Hadi sizi evlendirelim” sözünü ikiletmedik. Her ne kadar henüz talebe çocuğun önündeki beş yıllık okul özellikle Nezuşgilleri haklı olarak tedirgin etse de sevgilerimizi görünce onlar da su gibi oldular. Rahmetli Mustabey amca sözümüzü kesti ve biz de “Valla bir beş sene bekleriz; mezun olunca evleniriz”sözü verdik. Tam böylesi mutluluk adımları atılırken Nezuşun babası rahmetli oldu (Allah rahmet eylesin birbirimi tanıyamadık). Şimdi her Cumartesi Alaçatı pazarında Sabri Agadan “Kel Salih” in su gibi etrafına verdiği faydaların öyküsünü dinliyoruz. Konu dağılıyor; toparlayayım. Elli iki yıl önce bugün nişanlandık. Tepecik 1159 Sokak No 27 deki evimizin küçücük salonunda bir pikaptan çıkan “Portofino” melodisinin eşliğinde iki dönüp oturduğumuzu anımsıyorum. Elli yıldan bu yana yetmişi aşarken nelerin hangi izleriyle C13 leştik ?
Zorlukların üstesinden gelirken sevgileri perçinlemek; görsel odaklı aceleci davranışları sabırla dengelemek; bir lokmanın minnetini (mihnetini) ömür boyu şükranla taşımak; kendine dürüst davranarak özveriyi ve kendini eğitmekle gayreti yaşamın doğal akışına yerleştirmek; lokumu hemen yememek; bedel ödemeyi sürekli akılda tutmak; sevgi, saygı ve hoşgörüyü herşeyden üstün tutmak; sessizliğin gücüne değer vermek; sorumlulukları gerçek anlamda üstlenmek ve daha pekçok yazılacak var. Sözün özü; beş yıl beklemedik. Ertesi yıl (1965) evlendik. Bir sonraki yıl ilk oğlumuz oldu (1966) ve babam yaşamında üç torun gördü. Ben fakülte yaşamımda hiçbir dersten iki kere sınava girmedim. Sınıflarımı ve okulu birincilikle bitirdim. Babamın duaları ve özellikle Nezuş’un babama gösterdiği özen ve bakımın karşılığı olan ve babamın dilinden hiç eksilmeyen “Kızım Allah sana da çocuklarından göstersin” dualarının binlerce katını çocuklarımızdan gördük; görüyoruz. Binlerce şükür. Daha ne ister insan !
Ne mutlu bize ki; 52 yıl önce nişanlanarak gelişen beraberliğimiz “Copculaşmak” kavramı altında üç oğlu, üç kız ve beş torunla (ABİDE) bugün ağzımızın tadı yerinde Yunt Dağında dönen kanatların ürettiği elektriği de beklerken gözümüzde umut ve sevgi ışıklarıyla beraberiz; birlikteyiz ve bugün Çeşme’de yaza merhaba derken selam ve sevgilerimizle; “su gibi olmanız” için herkese sağlık ve esenlikler diliyoruz.
Öykücü