Yaşam Büfesinde “Doğal Kötülük”

“…Doğal afetler, hastalıklar, felaketler, depremler vb şeytan işidir. Cennetten kovulmuş melekler ve iblisler sürüsünün eseridir; ya da bu belalar Adem’le Havva’nın Cennet Bahçesindeki ilk günahına karşılık Tanrı’nın “adil” cezasıdır. Buna karşı olan bir diğer görüş ise; ahlaki kötülüğün ilk örneğine dayandırarak Tanrı’yı her türlü suçlamadan arındırmaya çalışır. İlk insanlar suç işledi diye onların büyük büyük torunlarını cezalandırmak Tanrı’yı adaletsiz kılmaz mı ? Peki ya bize bahşedilmiş olan özgür irade…Şans mıdır, şanssızlık mıdır ? Seçimlerimizde bizi suçlu kılar mı ? Özgürlüğü kullanarak kötülüğü seçmemiz riski, göze almaya değer mi ? Unutmamak gerekir ki bu özgürlük aynı zamanda bize kötülüğü seçmeme şansı da vermektedir ? Bu görüşleri çatıştırmak bizi nereye çıkaracaktır ?…”

PLN-D&D > PAZ 10 Hayallerinizi “TOMBUL” laştırın

Merhaba

Nihayet gerçek kış geldi İzmir’e de. Yine de yağış yok; kuru bir soğuk ve ülkemin pekçok yerinde kar var. Bugün yürüyüş yapamadım. Önce havalimanına gidiş ve sonrasında Netgillere konuk olma günüme renk kattı. Özleşmişim. Elimdeki kitabın rastgele bir sayfasını açtım. Okudum. İç bakışımla okuduklarımın uyumuna baktım. İyi gibi geldi bana ve seçim yaptım. “Doğal Kötülük” sözü bana sanki “Doğal Ürün” ya da “Organik Ürün” gibi geldi. Daha doğrusu ben böyle görmek istedim. Kitabın bu sayfasının ana fikrinin MÖ 400 yıllarında yeşermeye başladığını gördüm. Bunun öncülünde, MÖ300 yıllarında “Kötülük Problemi”nin olduğunu ve ardılı olarak da 1670 yıllarında “İman ve Akıl” kavramlarına doğru yol alındığını gördüm. Güncelimizde ise, 1976 yılında “Şanssız olmak ayıp mı ?” sorusuyla benzer çerçeve içindeki ilişkilerin güncellenip şekillendirildiğini anladım. Bu zincire bakınca dağıldığımı hissettim. Bu kararla yine doğal kötülük odağında kalıp da kendi değişim ve dönüşüm yolculuklarımda hangi doğal seçimlerin ürünü olduğumu görmeye çalıştım. Bu gelgitlerle şu soruya yanıt aradım: Kasım ayı sonlarında odağıma yerleşen sohbetin bir bölümünden neleri alırsam güncel etkileşimlerimi yansıtabilirim ?

Zayıf bir etkileşim de olsa Ocak 1999 un anılarıyla Kurbağa Fredy’nin öyküsünden medet umdum. Onyedi yıl önce yaşanan kritik bir süreçteki net mesajımdı: Kamyon üstünüze gelmeden yapılması gerekeni yapın. Değişmekse konu değişin; direnmeyin. Kaymakamlığın alemi yok. Dönüşümse dönüşün. Pes etme dereceniz yüksek diye dönüşüme gözlerinizi kapamayın. Kaparsanız eğer, sadece kendinize gündüzü gece yaparsınız. Bu noktada 1994-2004 sürecindeki üç kritik süreçte nasıl sınırları zorladığımı, üst sınırı genişletip yaratıcı enerjiyi açığa çıkardığımı anlatabileceğimi umarak yazmaı sürdürüyorum. Neler yaşadım ? Neler yaptım ? Nasıl yaptım ? Ne işe yaradı ? Ardılları nasıl şekillendi ? Hangi kalıcı etkileri oldu ?

Yukarıda sözü edilen on yıllık süreçte üç önemli olgu hem iş hem de kişi (ilişki) odaklı tutumlarımızı değiştirdi. Geliştirdi. Dönüştürdü. Sürecin başlangıcında (1994) ülkesel finansal kriz doruk yapmıştı. Yılın ilk aylarında (Ocak-Nisan 1994; beş nisan kararları) yüksek oranda devaluasyon olmuştu. Çok sattığına sevinen bizim gibiler en fazla zarara uğrayanlardı ve hevesimiz kursağımızda kalmıştı. Kriz yaşıyorduk. Kaos baskındı. Bu koşullardaki ilk örneğime PL94 diyorum. Neler oluyordu ?

PL94 (Ivory Load > Geleceğe Yatırım-ancak kırılgan gelişmeler)

Ülkesel krizin üstüne kurumsal ek etkiler yerleşti. Pazarın disiplini bozuldu. Bozuktu da zaten; daha bir fazla bozuldu. Müşteri ilişkilerimizde “yiv-set” kalmadı. Kampanyalar uzadı; ödemeler birbuçuk yıla yayıldı. Çürükler bile müşterinin kralı oldu. Riskler görülmezden gelindi. Verilen sözler tutulmadı. Söz verenler arazi oldu. Transferler arttı. Tam bir karmaşa yaşandı. Kimin eli kimin cebinde belli değildi. Bu koşullarda hâla boğazın serin sularına bakarak sahranın tozunu anlamaya çalışan otorite adeta kördü. Böylesi açık ve yakıcı dalgaya rağmen Singapur ve Londra gezilerindeki konsumasyonlardan medet umuluyordu. Basiret bağlanmıştı. Feraset yok olmuştu. Yapay etkilerle büyütülen bayiler batıyordu. Balon sönüyordu. Yurt dışı ana firma ilişkileri gerginleşiyordu. Zincirleme etkilerle doğal kötülükler artıyordu. Tavuk sersemken kurt puslu havayı seviyordu. Gemi su alıyordu. Gemiciler terk ediyordu. Kalanlar kendi dertlerine düşüyordu. Gittikçe zorlaşan koşullarda bölgesel satış sorumluluğu üstlenmiştim. Hem şanstı hem de şanssızlık. Şanssızlıktı; çünkü hedefler net, ölçüler kesindi ve herşeye rağmen hiçbiri tutmuyordu. Debelendikçe çukur derinleşiyordu. Ne yapsak sonuç vermiyordu. Aynı yollarda, benzer gayretler hep çıkmaz sokağa çıkıyordu. Moraller dip yapmıştı. Yanıyorduk; yazın sıcağından çok çaresizlik sürecine girmekten. Aktif sezon bitmek üzereydi. Bu gelişmeler sürpriz miydi ? Öncülleri belli değil miydi ? Tüm bunlar aniden mi gelişmişti; birdenbire mi oluşmuştu ? Ne yapılabilirdi; ne yapmalıydı ?

Quae nocent docent / Yaralayan şeyler öğreticidir

Yukarıdaki soruların yanıtını arayanlar kimlerdi ? Herşey adım adım gelişmişti. Pulsuz puş(t)lar pazarı tıkamıştı. Kolay yollar, aynı yöntemler müşteriyi şişirmişti. Çayın taşı ile ağacın kuşunu vurmaya alışmış; el s…le gerdeğe girmeyi hüner sayan müşteri düşen uçağın içinde de olsa çok fazla şikayetçi değildi. Sanki “düşerse düşsün, bana ne; babamın uçağı mı ?” diyen Temel gibiydiler. İş başa düşmüştü. Aylardan Temmuzdu. Pazar durgundu. Raflar dolgundu. Çekler karşılıksızdı. Pamuk en zor ve en zarar getiren ana üründü. Büyük bayilere varacak, bakacak yüzümüz yoktu. En deneyimli satışçı ilk amirine bir mektup yazdı. Mektup gecenin 22.30 da geldi. Bir umudu gösteriyordu. Mektubunda “un var, şeker var, usta var; hem de iki tane;hadi beraber helva yapalım” diyordu. Güzel bir yaklaşımdı. İlk amiri konuyu olduğundan fazla önemsedi. Buna herkesin ihtiyacı vardı. Tam zamanıydı. Silkinmek için fırsattı. Hemen partner aradı. Kamuya gitti. Kamunun sorumlu ve yetkili teknik teşkilatından hayır yoktu. Önemsemediler. Yerlerinden kalkmadılar. Bu arayış, bu başvuru tek bir işe yaradı: “Haberiniz olsun ki biz seferberlik ilan ediyoruz” (tıpkı bugün tek adamın muhtarlarla sohbetinde seferberlik sözünü dile getirmesi gibi görünse de hiç ilgisi yok. Biz daha sorumlu ve bilinçliydik) mesajı yerine gitti. Buna ihtiyacımız vardı. Yoksa yarı yolda engel çıkarıcı yargılara varabilirle ve hatta suçlayabilirlerdi de. Akhisar’da karargah kurduk. “Adil Süreç” belirledik. Kırmızı tulumları giydik. Kriz yılında sadece mesleğimizi yaptık. Gerçekten de bitki korumacı, pratik çözüm sunan, ziraatçılar olduk. Daha sonraları hızla rahatlık alanına dönecek de olsa Osman bile ziraatçı olmuştu ki Salihli’nin bir köyüne gittiğimde kahvedeki pamukçu “Osman abim geldi. Bana Beyazsineği öğretti” diyecek şekilde bizden hoşnut olmuştu. Pulcu puşlar olduk. Eylemleri bütünleştirdik. Ortak hedefimizi netleştirdik. Bir işe yaramış olmanın keyfiydi ödülümüz. Bu ödülün hazzını birlikte paylaştık. Ben bu süreci “Ortak Hedefler (OH) > Bütünleşik Eylemler (BE)> Paylaşılan Ödül (PÖ)” olarak anılarıma yazdım. Peki PLN94 gayretlerimiz ne işe yaradı ?

PLN94 ün hızlı ve kalıcı etkileri

Bu ilk “Pullu Puş” çalışmamız pamukta bir zararlı yönetimiyle ilgilidir. Daha sonra benzer ikisini Egenin Bağlarında hastalık için ve Çukurova’nın buğdaylarında yabancı ot için yapacaktık. Yine biz PL94 e dönelim. Ege’de pamuk Çukurovad’a olduğu kadar sorunlu değildir. Zararlı böcek baskısı nisbeten düşüktür. İlaçlı savaşım karmaşık değildir. Fazla ilaç kullanılmaz. Basit ve yerleşik, kabul görmüş çözümler yeter ya da yeterli görülür. Hele hele sezon sonuna doğru adeta hiç ilaç kullanılmaz. Kullanılması önerilmediği gibi; aksine kullanılmaması özellikle kamu tarafından teşvik edilir. Ta ki Temmuz 1994 de başta Gölmarmara olmak üzere Akhisar ve çevresi pamuk alanlarında ilk ciddi Beyazsinek çıkışı görülünceye kadar. Bunu ilk gören deneyimli satışçı (İU) ilk amirine bir mektup yazar. Beyazsinek çıkışına dikkat çeker. Özetle “Herşeyimiz var; hadi gelin çözüm sunalım” der. Raflar ilaç doludur. Kime, nasıl yeni bir ilaç satılabilir ki ? diye düşünmez ilk amir. Kendisi ve beraberindekilerle altı kişilik bir “İlk Yardım Ekibi (Ciba Emergency Management Team / CEMT) oluşturur. SSTC Ustalık Yolculuğu prensiplerine göre bir çalışma yöntemi oluşturur. Yeni ve zor bir ilaca yönelir. İlaç bu altbölge için yenidir. İlacın pekçok ekstra özelliği vardır ki bunlardan “Müşteriye Özelleştirilmiş Faydalar” türetirler hep birlikte. İşleri gerçekten çok zordur. Çünkü hem aracılık edecek büyük iş ortaklarına (bayilere) gidecek yüzleri yoktur (ödeme sıkıntıları da işin cabası) hem de yeni ilaç ve kullanma özellikleri yaklaşık dört kat daha fazla masrafı öngörmektedir. Bir de kriz yılında. CEMT altısılı yılmazlar. İkişerli gruplar halinde araziye yayılırlar. Köy-Kahve-Tarla ve reçete yazımlarıyla akşamı ederler. Akşam üzeri buluşup Değirmen’de Odun Köfte yerler (35likle). Başlarında iki kırmızı tulumluyla üçer kişilik iki gruba ayrılıp gece eğitimlerine giderler. Gece yarısına doğru otelde buluşup ertesi günün ilk saatlerine kadar (sabahın saat 02.00 si gibi) günü, geceyi değerlendirmeleri sürer. Ertesi günün bütünleşik eylemleri yapılandırılır. Bu böylece bir hafta sürer. Satışçıların doğrudan sorumlu oldukları alt sahalarındaki çalışmalarına boş verir ilk amir. “Tavuk sersemken…” diye düşünür ilk amir üst yönetimden gelecek ciddi eleştiri riskini üstlenirken. Bunu gören rakipler de apar topar Akhisar’a gelirler. CEMT’e bakarlar. Bir anlam veremezler. Geri dönerler. CEMT altılısı yorgundur ama çok mutludur. Mesleklerini yapmanın huzuru ile gecenin (daha doğrusu sabahın) 03.00 gibi yatağa girdiklerinde uykunun hazzını hissederler. Bu bir fantezi midir ? Bunca gayret (ve kuşkusuz kaynak kullanımı) ne işe yaramıştır ? Pusulunan kuzeyinde “set direction / yönü belirle” tamamdır. Peki ya diğer uçlarda görünüm nasıldır ?

Pusulanın güneyinde “drive results” vardır ve PL94 nin ölçülebilir sonuçları

Çalışmaya konu olan çözüm Çukurova’ya özgüdür. Egeye, Ege çiftçisine ve asıl önemlisi CEMT altılısına bile yabancıdır. Bir yıl önce Ege’nin bir başka altsahasına pulsuz puşla 150 kilo satılmış ve fakat “bekleme sabrı” gösteremeyen çiftçinin tarlasından yüzelli kere kaçılmıştır. “Yaşıyorsan bitmemiştir” der R.Bach, Martı’da. CEMT Temmuz 1994 de pullu puşla ve “Customer Intimacy (Müşteriyle Sıkı Dostluk)” çerçevesinde yaptıklarımızdan roman olur. Özetle,

* 1994 yılında 500 kilo satış hedef yapılır; 450 kilo satılır.

* 1995 yılında 3.500 kilo hedef çizilir; 7.000 kilo satılır.

* 1996 yılında 7.000 kilo hedefe karşın 14.000 kilo satılır ve aynı yıl ilk global birleşme olur. CEMT ekibi dağılır. İlk amir satışın bölgesel sorumluluğundan ayrılır. Sözlerinin “Kassandra Sendromu“ndan öteye etkisi kalmaz. Puşluğun pulla desteklenmesi önemini yitirir. Konu ve asıl önemlisi konunun kritik kırılma noktası sahipsiz kalınca birleşmenin etkileri içinde sönüp gider…

Bu örnek bize neler öğretti ?

Sahip olduğumuz üç temel değerin farkına varmamızı öğretti: Kurum > Görev (veya meslek) > Birey.

Mesleğimizi pratikte yapmayı ve sahranın tozuna bulanırken keyif almayı öğretti.

Yapmakta zorlandığımız şeyleri farklı yapmanın yollarını öğretti. İnovasyonun öncülleriyle tanıştık. “MAS” kavramının ilk adımlarını yaşadık.

Kendimizi sorgulamayı öğrendik.

Zor koşullar altında bile yaptıklarımızla, aştığımız engellerle, takdirin ve haklı gururun motivasyonda ne denli önemli olduğunu anladık.

… ve asıl önemlisi “yaralayan şeylerin öğretici” olduğunu yaşayarak, hissederek, belleğimize yazarak öğrendik.

Benzer nice öğrenme yolculuklarınız hep aydınlık yollarda geçsin.

Öykücü