“…Her zaman yemyeşil kılar veya asla tozumaz da dese hazırlıksız beyinlerin ürettiği aceleye getirilmiş çözümlerin amacına ulaşması gerçekleşmedi. Ya memeler tıkandı ya Eskişehir’deki selektör operatörü hastaneye zor yetişti. Baygillerin hattında ve stoğunda en az iki yeni nesil hazırdı ve yetmişli yılların favorisi olan cıvalı çözüm eskitilmeyi bekliyordu. Tohum da bitki de rakibin sunduklarından büyüme yolunda nasibini fazlasıyla alırken bırak eskitilmeyi henüz rüştünü ispatlayamamış Syngillerin çözümleri kıskançlıktan çatlıyordu. Bu iki alt sahada usta ve uzman olamayan Syngillerin eli ayağına dolanıyordu (> tiz ile reftar olanın payine damen dolaşıyordu). Bizimkiler eskiyen ayları kırpıp kırpıp yıldız yapmaya ve cin olmadan şeytan çarpmaya çalışıyordu… Baygiller özellikle ürünlerini eskitirken Syngiller kendilerini eskitiyordu. Yerli Tangiller, Fransız GerardAndgillere ve arkadaşlarına Berlin Beşgeni kutlamasının neşeli yemek masasında Kayserilinin eşeği boyayıp da yeni diye satması öyküsünü anlatıyordu…”
PLN-D&D > KF 3 “Piramidin neresindesiniz ?”
Merhaba
Yeni yıla uyumda güçlük çekiyorum. Belki de dişe dokunur bir yenilik arayışındandır; azıcık da olsun silkinip de “oh” diyebilmek için. Gerçi 31 Aralık’tan 1 Ocak’a geçişte aklımızdaki pervazlarını boyadığımız çerçeveler ya da açtığımız pencereler dışında ne değişti ki ? Her günün rutinlerinde akarken zaman bir de Reina’daki facianın izlerine İzmir’in acılarını ekleyip de İzmir’deki ardıl korkuları yükledi yüreklerimize. Kurşun işlemese de umutlarımıza, dışarıdaki deli dalgaların duvarlara vuran gürültüsünden daha bir sindik yuvalarımızın içine. Ümit ve Pınar bugün Tacikistan’da ilk günlerini yaşarken yetmişi aşan (anneme göre Ocak ayının 17 sinde kafa kağıdıma göre 20 sinde 72 dolmuş olacak. Nasip olan, yaşanan ve asıl önemlisi yaşandığı hissedilen tüm güzellikler için minnetle, yılların yorgunluklarıyla durulan gönlümüzde her şeye rağmen şükür ve şükranlar her zaman ve her yerde ağırlığını sürdürüyor. Ben de isterdim yazımın girişindeki gibi “Kasıtlı Eskitme“ylehüzünlerimden kurtulup ruhumu ferahlatmayı. Bunları düşünürken şahsım ve ailem adına huzur ve keyifle mutluluğumuzu, akıl ve beden sağlımızı korurken ülkem için, ülkemdeki acılar ve kaos için “heyhat” anahtar sözcüğüyle dilime yine aynı şarkı düşüyor…”Mahzun gönlüm..” ( https://www.youtube.com/watch?v=SLIkVlzSoMA). Acaba biz de bir planlı eskitme programı içindeyiz de farkında mı değiliz ?
Yirmi yıl önceydi. Tarımda verim ve kaliteyi artırma gayretlerinin özel sektör liderliğinde ilaçlı savaşımla “para kazanırken iyilik yapabilmek” çerçevesine oturtulmasında ilk adımların somutlaştığı yılları yaşıyordum sevinçle. Sanki “kazan-kaybet” etkileşimi yerini “kazan-kazan” a bırakıyordu. Kimisi etmeni esas alıp adına “IPM (Bütünleşik Zararlı Yönetimi)”; kimisi konukçuyu esas alıp daha geniş bakış açısıyla “ICM (Bütünleşik Ürün Yönetimi)” gibi isimlerle eski yöntemlerini eskitip yeni açılımlar sergiliyordu. Biz de Syngiller olarak bu kervana katılmıştık. Yirmidört yıl önce (Mart 1993) İspanya’nın Alicante Kentinde bilimsel (!) sayılabilecek kurumsal IPM Kongremize katılan yirmi ülkeden biri olan Türkiye’nin temsilcisiydim. Henüz Merih hanımla “Sunum Becerileri” öğrenme yolculuğuna çıkmamıştım (Temmuz 1997 de çıkacakmışım). Bu nedenle lohusalara maydenoz yedirerek süt verimini artırma çabalarımda tarlaya götürüp otlatmayı yeğliyordum; ya da R.Bach’ın kitabını anlatırken özellikle tüy beyaz mıydı, siyah mıydı tartışması yaratmaktan medet umuyor, keyif alıyordum. Hernekadar SSTC öğrenme yolculuğunu tamamlayıp da yardımcı eğitmen olalı altı sene geçmiş olsa da daha çok öğrenmem gerekenler olduğunu Merih hanımdan öğrenecek ve anlayacaktım (https://eksisozluk.com/merih-tangun–1383341; http://www.sinerjiegitim.com.tr/index.php/egitim/galeri). Alicante’de “Öğrenmeyi Öğrenirken” bir Amerikan şirketindeki paylaşım ağından edindiğini benimle paylaşan oğlum Ümit’in görseli olan “Horoz” sunumumun finaliydi. Onu “Alicante Horozu” na çevirmiştim ve gösterdiğim ilk anda salon buz kesmişti. Çıt çıkmıyordu. O andaki on saniye bana on saat gibi gelmişti. Daha sonra kopan alkış yirmi ülke içinde sadece bana nasip olmuştu. Toplantının gözlemcilerinden olan Dr.T.H. toplantı sonrası yanıma gelip de “Sen artist misin ?” deyişinin bir övgü mü yoksa bir yergi mi olduğunun ayırdına ne o zaman ve ne de daha sonraları tam olarak varamadım. O görselde görünenin ötesinde hangi mesaj akıllara giriş yapıyordu ve katılımcıların bu planlı eskitmeye karşı olan gizli duygularını mı yansıtıyordu çıkılan yeni yolu yadırgayan yolcuların alkışlarında ?
“Alicante Horozu”nu blogumdaki yazılarımda daha önce de gösterdim ve ana mesajını işledim. Genç pilicin (IPM ve yeni müşteriler) arkasından koşan ateşli horoz (Syngiller) ve arkada bıraktığı yere büzülmüş mutlu tavuk (eski düşünce ve geleneksel müşteriler) görüntüsü üzerindeki yazı aynen şöyleydi: “while we run after new business always satisfied old customers / yeni işlerin peşine düşerken eski müşterilerimizi her zaman mutlu kılarız”. Gerçekten yapar mıydık, yoksa lafın gelişi ya da bir özlemin ifadesi miydi ?
Anılarımın etkisinde “planlı eskitme”ye pencere açarken internette “ampul komplosu” görseline takıldım. Kasım 2016 da kitaplığıma kattığım Tim Hindle’in kitabından ilk işaretleri görüp Giles Slade’in “Made to Break” kitabına ait bilgilere göz atmama neden oldu. Ardından Dr.Slade’in “Kasıtlı Eskitme” isimli kavramının filmini (Casima D.’in yönettiği, Ampul Komplosu) izledim. Görselleştirilmiş mesajları sevdim. Anılarım daha bir fazla depreşti (https://www.youtube.com/watch?v=O1z3HUSNSyw). Daha filmin ilk sahnesinde “Fransa/İspanya” ortak isminin hemen yanında “Katalonya” sözcüğünü görünce Alicante’de birlikte olduğum bay J.P.Krotosyner’i düşündüm. Neden ?
Yukarıda linkini, verdiğim belgesel tadındaki filmi mutlaka izleyin ve kısa ömürlü ampullerden kurtulma gayretinin nasıl hapisle cezalandırıldığını; Berlin duvarı yıkıldıktan sonra uzun ömürlü ampul üreten doğudaki fabrikanın neden kapandığını; A.Miller’in “Satıcının Ölümü” filmine neden değinildiğini; “Beyazlı Adam (!)” filmiyle dayanıklı kumaş konusunun nasıl ters yüz edildiğini; Apple’in kasıtlı olarak kısa ömürlü olarak üretip de değiştirmediği pil için nasıl tazminat ödeyip yolundan döndüğünü; atıkların imha edilmesinde oynanan oyunla çöplere nasıl ikinci el etiketi yapıştırıp da Gana’nın çöplüğe çevrildiğini; Filmin başındaki Marcos’un filmin sonunda nasıl bir çözüme ulaştığını, “Kasıtlı Eskitme”nin karşısına nasıl “Mezara Kadar” kavramının geliştiğini; doğanın “Kiraz Çiçeklerini Biriktirmediği” sözünün ne anlama geldiğini (doğanın bol bol ürettiğini ve asla atık üretmediğini) ve eskiyen çiçeklerin ve yaprakların nasıl değerlendirildiğini görür ve belki de küçük bir adımla kendi odağınızda bir döngü yaratabilirsiniz. Neden olmasın ? Güç sizde ve yeter ki siz isteyin. “RAW (Cevher)” olan sizsiniz…Belki de bu gayretlerinizde yolunuz Serge Latouche ile kesişir (https://www.ayrintiyayinlari.com.tr/kitap/dunyanin-batililasmasi/260). Bir kez daha, neden olmasın ?
Gandhi ne demiş ? “Dünya herkesin ihtiyacını karşılayacak kadar büyük, bireysel açlığı gidermek için küçüktür“. En canlı örneği hergün gözümüzün önünde. O ne bitmez tükenmez bir açlıkmış ki gözlerine bürüyen kinle, ruhundaki nefretle, sözlerindeki ihtirasla doymadı gitti. Hâla doymayacak mı ? Allah gözünü doyursun. Bu temenniyi ne zaman aklıma düşürsem annesinin elinden tutmuş olan küçük Ali’nin yolun kenarında duran keyifli eşeğe bakıp da gördüğü için annesine sorduğu soru gelir. Bu diyaloga tanık olan, yoldan geçmekte olan adam da annenin yanıtını duyunca irkilir ve “Allah gözünü doyursun hanım” demekten kendini alamaz. Bakalım 1993 yılı Alicante’sinden bugüne nasıl bir mesaj uzanacak ?
Alicante Toplantısı benim ilk uluslararası arenada İngilizce ve biraz bilimsel, fazlaca profesyonel, özel-kamu sorumluluğunda dengeli bir sunum için sahneye ilk çıkışımdı. Partnerim de Belçikalı bay J.P.Krotosyner idi. Birlikte İspanya yolculuğu yapmıştık. Alicante öncesinde birkaç gün Barselona’da vakit geçirmiş ve özellikle de Sieto Portes (Yedi Kapı) Restoranında deniz ürünleri ağırlıklı bir ziyafet çekmiştik kendimize Orson Welles’in de oturmuş olduğu deri koltuklu masada. Güzel günlerdi. Daha sonra birkaç kez Barselona’ya düşecekti yolum (birisi de Nezuş’la ikinci Avrupa gezimizde). Bay Krotosyner Türkiye’deki görevi sona erdiğinde eşiyle birlikte Fransa’nın güneyinde İspanya ile ortak alan olan (!) Katalonya’da okyanusa bakan bir tepede yaşayacaktı. Sanırım bu özlemini gerçekleştirdi ve hem de bir sosyal sorumluluk projesiyle zenginleştirerek. Bengladeş anılarıyla bize bizi anlatmaya çalışan bay Kroto gerçek bir dost idi. Yolu açık ve aydınlık olsun. Nereden nereye geldi yazım ?
Barselonalı Marcos’un bozulan yazıcısını örnekleyerek başlayan filmdeki anlatım ve Apple’dan Philips’e uzanan öykülendirme 2016 yılında C4Exc den Kaktüse geçen “Kasıtlı Eskitme” yolcusu olan kendim için de aynen geçerli değil mi ? Bu yolcunun bugünlerde kendini “Prestij, Güven ve Konfor” diye etkilemeye çalıştığı “AMG Paketli M” konusuna yaklaşımında da aynı yanlışını sürdürüyor gibi gelince bana yine bir özdeyişi anımsadım: “Kekeme değilsen söylemek kolay, yapmak zordur”. Bahanemiz de hazır “Ama bu A++“. Yazın ürününü yazın, kışın ürününü kışın yemeğe razı olursan dipfirize gerek kalmaz ki plusları az ya da çok olsun ! Bugün dünyayı, yarının nesillerinden ödünç aldığını anlamayan bizlerin aymazlıklarıyla hızla bir yıkıma doğru giderken karşımdaki televizyon ekranında Kazdağlarına kurulacak olan termik santrala karşı çıkışların cılız seslerindeki yalnızlığın (ya da organize olamayışın) güçsüzlüğünde, izleyenlerin (ben dahil) vurdum duymazlığıyla uçuruma doğru savruluyoruz birlikte (hem de güle oynaya). Hepimizde “daha çok, daha çok, daha yeni, daha yeni furyası” ve yiten sınırlı “anonim kaynakların yağmalanması”… Nereye kadar ?
Allah encamımızı hayreyleysin. Umarım duvarlara vuran dalgaların uyarısında ve kurşun işlemeyen umutların limanında doğru yolu buluruz.
Öykücü