Yaşam Büfesinde “#HAYIR lı #HAYIR lar”

“#HAYIR da #HAYIR var diye söylene, söylene yoluna devam eden yolcu, zengin adamın kapısının önündeki dilenciye baktı. Zengin adam her yemekte kendine Kars Kazı ciğerinden ziyafet çekiyor ve üstüne kremalı pasta yiyordu. Canını sadece birşey sıkıyordu. Her gün ofisine giderken önünden geçen iğrenç görünüşlü dilenci… Üstü başı kir, pas içinde olan pis dilenci zengin adamın kapısının önüne otururdu, belki kendisine yemek artıklarından verir de karnını doyurur diye…Ne var ki zengin adam dilenci Lazarus’u görmeye bile katlanamıyordu. Ona hiçbir şey vermedi…Gel zaman git zaman, zengin adam öldü ve büyük bir şaşkınlıkla yeniden uyandığında kendini cehennem ateşinde rosto yapılırken buldu. Üstüne üstlük gözlerini kaldırdığında eski düşmanı Lazarus’un Kutsal Baba İbrahim’in kucağında oturduğunu gördü. Zengin adam haykırdı…Buna “adalet” deniyor. Peki meta-cennette (Cennetten sonraki Cennet) neler olacak ?…”

SSTC Finalinde “Etkili Görsel Kullanımı” ve “Altın Tablo (Tam Kararında)”

Merhaba

#HAYIR düşünmeye çalışarak elimdeki gazetenin manşetine baktım. Ayak altında ezilen bir yüz ve bunu vurgulayan bir sürmanşet ifade. Onyedinci gününde yakalanan Reina katilinin (veya yandaşının) ezilen başını simgeleyen görüntünün yürekleri titreten (Oh be çok şükür !) türden bir etki yapmasını beklerken ruhumda birşeylerin yeterince harekete geçmeyişinin rahatsızlığını hissettim. Görüşlerimi hemen facebook’ta da paylaştım. Yanılmamak için, doğruyu bulabilmek için başkalarının görüşlerine gereksinim duydum. Üstüne basılmış olan başın yüzündeki ifadenin renksizliği (acı yok, üzüntü yok, pişmanlık yok, öfke yok, vb pekçok yoklar) nedeniyle baktım, baktım, baktım ve rahatsızlığımı, aşamadım, gideremedim. Montaj (senaryo) ise yapanın medyaya yansıyan profesyonel beceriksizliğine üzüldüm. Gerçekse kötü adam da olsa yüzüne basan ayağın neden acı yaratan bir yüz ifadesi yarat(a)madığına üzüldüm. Fazla mı acımasızım diye bir ikilem kapladı içimi.  Sabah yürüyüşüm ve sonrasındaki Bostanlı Pazarında beklerken elimdeki kitapla, “İkilem” anahtar sözcük oldu ve “Dilenci Lazarus”un mesajına döndü ibrem. Ne anlatmaya çalışıyorum ?

#HAYIR dır inşallah diyerek sabaha karşı yoğunlaşan rüyalarımın etkisiyle bir süre kendime gelemedim. Sözlerimi # HAYIR olsun karşı dileğini aldığımı varsayarak rüyamdan kısaca söz etmek istiyorum. Sınava girmiştim. Hem de yetmişi aşan yaşamda ilk okul bitirme sınavıydı (tıpkı Konyalı Mehmet öykümdeki gibi). Ters giden ise, cevapların olduğu ve soruların olmadığı bir kaos yaşıyordum. Rüya boyunca hep soruları aradım. Ağaç kavuklarını soydum; altından milyonlarca böcek çıktı ve soruları bulamadım. Kurşun kalemle şeffaf nylon torbalara yazı yazmaya çalışarak soruları aradım. Yazamadım ve soruları bulamadım. Bir el arabası vardı. İçi torba doluydu. Yere döktüm; soruları aradım, bulamadım. Cevapları yazdım ama sorular olmayınca neyin hangi sorunun cevabı olduğunu anlayamadım. Cevapları değerlendirecek olanın da cevapları anlayamayacağını düşünüp sorular için bağırıp çağırmaya başladım. “Bu sınavda hoca yok mu ? Kim bakacak cevaplara, cevapların hangi soruların karşılığı olduğunu kim, nasıl anlayacak ?” diye bağırırken yakın dostumuz bir hanım arkadaşımız (ME) ayağa kalkıp “Ben varım. Ben sonuçları değerlendireceğim” deyince soruları istedim. Soruları vermedi. Belki elimdeki kalem sorunun kendisidir diye düşünüp kalemi cevap olarak dillendirdim. Ancak yine de sorusuzluk beni tatmin etmedi. Rüyamın tüm detaylarında sorusuz cevaplar içinde bunaldım. Neden sorular bu denli beni meşgul etmişti ki…?

#HAYIR odaklı arayışlarımda elime en yakın arşiv kaydına uzandım gecenin ilerleyen bir vaktinde. Beş yıl önce SSTC Öğrenme Yolculuğunun ikinci adımını tamamlamıştık. Finalinde el kartları dağıtırken “Etkili Görsel Kullanımı” nın pratiğini yapıyordum ve her bireye ardışık ve ilişkili farklı soru sorarak adım adım geleceğe uzanan noktalrı birleştirme sahneleri yeniden montajlıyordum. Montaja sevgili Utku’nun sertifika (katılım belgesi) verme töreninden kesitler ekliyordum. Aralarına da jpg lediğim slayt parçalarını serpiştiriyordum. Böylece Salı akşamlarının “Anne”sinin izlenmesine fiziksel olarak eşlik ederken kulağımdaki kulaklıkla bildiğimi okumayı sürdürüyordum. Nüfus kayıtları yarından sonrayı (20 Ocak) işaret etse de rahmetli annemin verdiği tarihtir benim esas doğum günüm (17.01.1945) ve dün C13XYZ nin tümünden (benden bana da dahil) aldığım kutlamalar, niyetler ve sevgilerle salimen, doyumlu olarak 72 yi tamamlamaktan mutluydum; şükür ve şükran doluydum. Bu etkileşimlere ve sevincim zirve yaparken sevgili (ve sevimli) Serdar Beyin Teknik Direktörlüğünde öğrenme yolculuğunu tamamlarken kayda geçen görüntülerin arasına “Altın Tablo” yu ekliyordum. Tüm bunların hangisi veya hangi etkileşimleri beni dün gece soruları olmayan cevaplar içinde rüyamda neden bunalttı ?

#HAYIR lı soruları bulup da eldeki cevaplarla uyumlu kılma gayretinin terleten çaresizliğinde, başına basılmış yüzdeki ifadenin tatmin etmeyen etkisizliğinde, “Altın Tablo” daki örnekleriyle erdemin, erdemli olmanın ödülü olup olmadığının gelgitlerinde, akıl karışıklığımın yarattığı akıl yorgunluklarında, açan güneşten umutlanıp da “Artık Çeşme’ye gitmeli” özlemleriyle bir önceki yazımdaki (Tanrının Dükkanı) köyün bilgesinin vasiyetini düşünüp öykünün (masalın) devamını ve ana mesajını vermek istedim. Ne işe yarayacaksa ?

#HAYIR etkisi yaratırsa belki de domuzlukta ısrar eden otoritelerin iç dünyasına bir bakış yaratabilir. Öykü (masal) şöyleydi:

“…Köyün bilgesi öğrencilerini yanına çağırıp dedi ki “On gün sonra öleceğim ve bir ay sonra ahırdaki domuzun üçüncü yavrusu olarak dünyaya geleceğim. Beni hemen kesip öldürün ki yeniden, domuz olmayarak dünyaya geleyim”. Öğrenciler kabul ettiler. Bilge on gün sonra öldü. Öğrenciler biray sonra domuzun doğumunu ahırda izlemeye başladılar. Domuz on yavru doğurdu. Ne var ki öğrenciler doğumu izlerken uyuyakaldılar ve hangi yavrunun üçüncü olduğunu bilemediler. Bir süre sonra yavruları incelemeye başladılar. Yavruların hepsi şen şakran ahırın önündeki çamurda oynuyorlardı. İçlerinden sadece birisi onlara mahzun gözlerle bakıyor ve “Ne olur beni kesmeyin. Domuz olarak yaşamı sürdürmek istiyorum. Çünkü domuzluğun bu kadar keyifli olduğunu bilmiyordum” diyordu…” Ne demek bu şimdi ?

#HAYIR bu soru sorulur mu şimdi ? Mesaj çok açık değil mi ? Bakıyorsunuz adam domuz ve domuzlukta ısrar ediyor. Siz de onun yeni bir yaşam şansı varken domuzluğuna, domuzlukta ısrar edişine şaşırıyorsunuz. Çünkü siz domuzluğun nasıl bir keyif verdiğini bilmiyorsunuz. Zengin adamı rosto yaptıran domuzluğun; pilot Paul’un anasının adını taşıyan “Enola Gay” ile attığı “Little boy” ve “Fat Man” ile yüzbinden fazla masum insanı öldüren domuzluğun bugün karşımızda sırıtan domuzluklardan ne farkı var ki ? İşte sorular ve cevaplar nerede ? Ya rüyamdaki cevaplar ve sorulmamış soruların arayışımdaki karabasanlar (hem de kendimi en mutlu hissettiğim günde). Ne yapmalı ?

#HAYIR, …”Yok öyle, umutları yitirip / karanlıklara savrulmak / Unutma, aynı gökyüzü altında / Bir direniştir yaşamak…” sözlerine sığınayım ve iyi olur inşallah.

Öykücü