Yaşam Büfesinde “Doğru Yolcu”

“…Yolcu yolunda gerek (https://www.izlesene.com/liste/yolcu-yolunda-gerek ). Hepimiz yolcuyuz. O yolun yolcusu… Yollar yürümekle aşınmaz. Ey Yolcu ! Bilmeden gelip bastığın bu toprak…Ölümünün ardından öte dünyada yargılanmayı bekleyen adam, salonun önünde heyecanlıydı. Sıra kendisine gelip mahkeme salonuna girdiğinde bir de ne görsün ? Yargıç kürsüsünde bir insan oturuyor, tanık sandalyesinde ise Tanrı bekliyordu. Adam şaşkın bir biçimde “Beni senin yargılayacağını sanmıştım. Oysa orada yargıç olarak bir insan oturuyor. Aman Tanrım bu nasıl oluyor ?” diye sordu. Tanrı gülümsedi ve yanıt verdi: “Ben hiç bir zaman sizi yargılamadım. Sonsuz sevgimle, ne yapmayı seçtiyseniz, sizi seçiminizde özgür bıraktım. Ben yargılayan değil, sevenim. Çünkü ben saf sevgiyim. Ayrıca benim yargılamama ne gerek var ki ? Her şeyi bilen ben, burada yalnızca tanıklık ediyorum. Dünyada olduğu gibi burada da insanlar tarafından yargılanıyorsunuz. Birazdan salonu, hayattayken senin zarar verdiğin, hoşgörülü davranmadığın, yargıladığın, kalplerini kırdığın insanlar dolduracak. Onlara kendini affettirmeye çalış. Onlar seni affederse ne ala ! Çünkü Cennetin yolu onların affından geçiyor”.Tanrı’nın bu sözlerinin ardından adam merakla ikinci sorusunu sordu: “Peki ya affetmezlerse ne olacak ?”. Tanrı yine sevgiyle gülümsedi ve bilgelikle yanıt verdi: “Ben cenneti de cehennemi de yeryüzünde yarattım. Seni tekrar yeryüzüne göndereceğim. Orada öyle bir yaşam süreceksin ki tüm yaptığın kötülükler, verdiğin zararlar sana aynen yaşatılacak. Yani ettiğini bulacaksın. Ama bunun amacı sana ceza vermek değil. Sadece o insanların hissettiklerini bizzat yaşayıp anlaman, yaptığın kötülüklerin bilincine varman, İşte o zaman sen kendini affetmiş olacaksın”. Bu yanıt üzerinde bir süre düşünen adam “Peki cennet nasıl bir yer ?” sorusunu yöneltti Tanrı’ya. Tanrı, “Cennet bir yer değil, bir bilinç düzeyidir evladım. Dünyada mutlu, huzur ve sevgi dolu, insanlara destek olmaktan haz duyan, yarattığım canlı ve cansız her varlığa saygı göstermeyi bilen insanlar var ya; işte onlar dünyada cenneti yeniden yaratmak için geri gönderdiğim cennetliklerdir. Cennet de dünyadan başka yerde değil”. Adam “Ama kutsal kitap bana öyle öğretmedi” dedi…

C13 Plus GS Kurban Bayramı Yemeği (01.09.2017) Amca Kerem’den Bitcoin Dersi

(Not: Bu yazımın başı ile sonu arasında beş gün geçti. Bayram telaşına kapıldı. Bu nedenle kimi “dün” gibi sözcükler 30 Ağustos Zafer Bayramını ya da bir başka günü anlatıyor olabilir. Zaman kopuklukları varsa hoş görüle).

Merhaba

Dün akşam üzeri Zafer Bayramını kutlamak için bana gelen Duru (aslında 5 yaşında ama o kendini 6 olarak görüp bu konuda ısrar ediyor; inat ediyor. Sakın ona beş yaşında olduğunu söyleyip de maraza çıkarmayın, yoksa benim işim çok zor oluyor) “Montajlardan bir set istiyorum” deyince elimdeki son flash belleğe yirmiyi aşkın montaj film kaydedip verdim. Her an gerekebilir diye Ilıca Migros’a yeni bir flash bellek almaya gittim. O sırada “Bütün Dünya“nın Eylül 2017 sayısını görüp aldım. Bu kitapçığı nedense lise yıllarımda daha çok sahaflarda görüp de imrendiğim “Reader’s Diggest” in cep kitapçığına benzetirim. Benzer mi ? Bir alakası var mı ? bilmiyorum. Olması da gerekmez; bana göre öyle. Herneyse ! Demem o demek değil.

 Bütün Dünya: Dün (9/2000) ve Bugün (2017/9)

Bütün Dünya“nın bende ayrı bir yeri vardır. Keza Nezuş da çok sever. Yenisini alınca hemen çatıya çıkıp kitaplıktan eski sayılarından birini rast gele alıp aşağı indim. Elimde iki “Bütün Dünya” var; fotoğrafta görüldüğü gibi. Biri bugünün, diğeri 2000 yılının Ekim ayının. Onu da Gaziantep’ten dönüşte Ankara Esenboğa’da almışım. Üzerine düştüğüm notlar şöyle “İstanbul’la vedalaştık. Sıra Gecesi öncesi GS maçına bile geç geldiler. Son anda bir şeyler oldu ve Napolyon’u okudum ve Üç dakika sessiz kalabilmek de güzel”. Bundan önceki yazımda bahsetmiştim; Fırat’ın kenarındaki timsah gözyaşlarının o günlerde 2001 için hangi kararların alınmış olduğunu. Uzun sürmedi. “Veladdalin amin” ve 2001 ortasında yeni bir dönem başladı. Aradan 17 yıl geçmiş. Bu 17 yılda bu kitapçıkla ilk aklıma düşen Başkent Üniversitesi ve Prof.Dr.Mehmet Haberal oldu. Az çekmedi hoca “Soysuzlar Çetesi“nin çıkar savaşlarından. Hatası var mıydı ? Bilemem. Olabilir; olmaya da bilir. Gördüğüm, onyedi yıldan beri hoca kitabın sahibi olma sorumluluğunu sürdürmekte. Aynı şekilde 17 yıl önce genel koordinatör olan Gülçin Orkut bugün sorumlu yazı işleri müdürü olarak yine derginin başında. Ne güzel. Yazımın girişindeki kırmızılı Tanrı’nın tanıklığı öyküsü Bütün Dünya’nın 2017/9 sayısında Deniz Bener ismi altında yayımlanmış. Devamı da çok güzel, çok anlamlı. Meraklısı alır okur. Ben “Doğru Yolcu” ile yazıma devam edeyim. Nedir bu “Doğru Yolcu” tanımı geçen yazımdan beri dilime dolanmış ?

Yazımın başlığındaki “Doğru Yolcu” doğru anlaşılmalı. Önce vidayı saat yönünün tersine çevireyim ki diş kapmasın. Demem o ki; önce bu yolcu hangi yolcu değil… Bu yolcu Doğruyol Partisinin yolcusu değil. Bu yolcu otobüste doğru yere oturtulmuş doğru yolcu. Ben CINOS’ta tam iki düzine yıl yaşarken (1985-2009) yolcunun doğru olmasını 2005 yılında Paris’e davet edildiğimde verilen ev ödevinde öğrendim. Ben 1992 yılında işler zirve yaparken gemiyi terkedenlerin doğru yolcu olduğunu sanırdım. Yanılmışım. Her yolcu olması gereken yolcu değilmiş. Her yolcu oturduğu koltuğu hak eden ya da o koltuğun hakkını veren değilmiş. Hele hele şu günlerde “Soysuzlar Çetesi (SÇ)” nin herbiri ne koltuk bıraktılar ne de otobüs. Rahmetli Neşet Ertaş ne diyor “Yolcu” türküsünde ? (https://www.youtube.com/watch?v=880arNplBnE). Çatıya çıktım. Onaltı yıl öncesini bıraktım ve tam 25 yıl öncesini alıp geldim: 1992 Ajandam. Elim boş dönmedim. Bir daha çıktım. Bu kez Capital’den önemli saydıklarımın arşivinden bir sayfa aradım. Buldum. Alıp geldim. Tam çatıdan inmek üzereyken iki asetat gözüme çarptı: Prometheus‘un 15 ve 30 Eylül 1995 tarihlerine ait iki basın ilanı. Asetat fotokopi çekip bir de renkli kalemlerle üzerine not düşmüşüm. Neden asetat ?

Bir zamanlar epidiyaskop vardı (http://www.bilgiustaniz.com/epidiyaskop-nedir/). Sunumlarda saydam olmayan kağıt gibi görseli duvara yansıtıp anlatım desteklenirdi. Materyal hazırlamak için özel bir çaba gerekmezdi. Daha çok kitap sayfalarını yansıtırdı bizden önceki kuşağın bize öğretmenlik yapan hocaları. Örneğin rahmetli Zooloji hocası Prof.Remzi Geldiay gibi. “Reptillerin kalbinde…” diye başlayan sözleri Recep Egemen Anfisinin duvarlarında çınlarken biz üç fakülteye ait, üçyüzü aşkın FKB (Fizik Kimya Biyoloji) öğrencisi olarak fıkırdardık. Liseden yeni gelmiştik (1963) ve bu kadar kalabalıkta zıpırlık daha kolaydı. Daha sonra “slayt makinası” kullanmaya başladık. Enstitü yıllarımda rahmetli ressam Sadettin Atlıhan‘ın negatif slayt filmlerine çektiği pozitif kareler gibi (bu anlatım çok doğru olmayabilir). Daha güzeldi. Daha görseldi. Daha etkiliydi. Ancak hazırlık bir ustaya bağımlıydı. Ardından “Tepegöz (Overhead Projector)” icat oldu. El hüneriniz varsa size özgün materyalle sunuları etkili kılmak yolu açılmıştı. Çok sürmedi. “LCD Projektörler” gelişti. Bilgisayar devreye girdi. Her an, her yerde hazırlamak ve sunuyu anında revize etmek gruba özel kılmak olanaklı oldu. Bu gelişme süreci kimbilir daha neler getirecek etkili olma ve kolaylık sağlama adına. Ne var ki; aletler, sistemler, yapılar, mekanlar bir yana, her zaman, her yerde, her koşulda önemli olan “Otobüse Doğru Yolcuları Oturtmak” olacaktır. Internette “yolcu” sözcüğü ile tarama yaparken karşıma çıkan bir filmin bir sahnesinde aynen şöyle diyordu erkek: “Sizinle evlenmeyeceğim. Ben de mükemmel değilim; ama siz çok otoritersiniz ( https://www.izlesene.com/video/yolcu-izle-720p-turkce-dublaj-izle-720p-film-izle/9403041)”. Otobüsteki yolcu otoriter mi olmalıydı ?

Bu soruyu yanıtlamadan önce Prometheus’un 1995 yılına ait iki ilanından birkaç pasaj aktarayım ki bakalım 22 yıl önce otobüse almak için aradıkları “Doğru Yolcu” onlara göre nasıl olmalıymış. Aynen aktarıyorum:

“…Steven Spielberg’ün filmlerini izlemiş olmak. Tezer Özlü’nün kitaplarını okumuş olmak. Vivaldi’yi dinliyor olmak. Dans edebiliyor olmak. İngilizce biliyor olmak. Seyahat edebiliyor olmak. Drucker’ın dünyasına yakın olmak. Küçük Prens’in kimler için yazıldığını biliyor olmak. Hıncal Uluç’un yaşam dolu kahkası ile gülebilmek. Merve İldeniz’in gözlerine bakabilmek. Sonbaharın da bahar olduğunu hissettmek. Kendinle barışık olmak aday olmak için yeterli…” 

Sizce bu aranan kişiyi kurumun otobüsünde hangi koltuğa oturtmak niyetindeler ? Bulabildiler mi ? Bu ilanı veren şirketin adının anlamına bakınca görebildiğim “Olympos Dağında yanmakta olan Tanrıların ateşinden bir kıvılcım çalarak karanlıktaki insanlara veren tanrı” imiş anlamı. Ve işte yine o şirketin “whenever you need a global passport” sloganı ile verdiği ikinci bir ilanda istediklerinin kısa bir özetinin aynı sözcüklerle alıntılanmış şekli: “…Okumayı okullu olma dönemi ile sınırlandırmayacak (Paul Kennedy’nin Büyük Güçlerin Yükselişleri ve Çöküşleri Kitabını okumuş ; Orhan Pamuk’un Yeni Hayat Romanına moda olmanın ötesinde ilgi duymuş). Yaratıcılık ve estetiği hisseden (Beymen Akademia Show’u heyecanla bekleyen)…” Bu nitelikte “Doğru Yolcu” hangi koltuğa oturacaktır dersiniz ?

“Ne yaptıkları belli değil”

Yukarıdaki sözü birkaç kere duydum. İlki 1994 krizinde birşeyler yapmak gerek düşüncesiyle seferberlik ilan edip de Akhisar Tütün Otelde karargah kurduğumuzda duydum. En büyük rakibin ekibi de geldiler; bir gün konakladılar ve bize bakıp “ne yaptıkları belli değil” deyip çekip geri gittiler. Bu çabayla biz 1993 de 15o kg satıp da yüzelli kere tarladan kaçtığımız PX isimli ilacımızı ardışık yıllarda 3.500 > 7.000 ve 14.000 kg satmıştık. Ne yaptıklarımızı anlamadılar. Fakat biz otobüsteki yolcularımıza baktık, onlara sahrada, sahada yatırım yaptık; istekli, inançlı ve tutkulu öğrenme ve ustalık yolculuklarına gönüllü çıkmalarını sağladık ve bu sonuca ulaştık.

Bu sözü ikinci defa 1998 yılında gemi kaptansız kalıp da öne doğru zorunlu ilerleme olduğunda grubumuza yönetici olan kişiden, kendi içimizden duydum. O da Nevşehir’de yaptıklarımıza bakıp “kahvelerde onüç kişiler ama ne yaptıkları belli değil” deme cüretini (daha doğrusu cahil cesaretini) göstermişti. Neden böyle dedi ? Çünkü “Pretty Woman” da fahişeyi (J.Roberts) operaya götüren R.Gere’nin dediği gibi “Operaya gidenler (sahrada pull yapanlar) ya severler ya nefret ederler; severlerse hep giderler, sevmezlerse farkı anlarlar ama asla ruhlarından içeri girmez” benzerini CINOS’un gelişme, değişime, dönüşme evrelerinde hep sergiledi ve sonunda sepeti koluna, herkes kendi yoluna. Hoş şimdi bakıyorum da bu ayrılış onun için de hayırlı olmuş gibi görünüyor.

Üçüncü olarak da bugün ben söylüyorum. Neden ? Dün Sözcü’ye baktım ve sağlık bakanının hekimlere 25.000 adet “Beyaz Zambaklar Ülkesinde” kitabından dağıttığını okudum. Sevineyim mi, üzüleyim mi, güleyim mi bilemedim. İlginç. O kitabı asıl Milli Eğitim okumalı ve anlamalı. Çünkü o kitaptaki en önemli konulardan birinin öğretmenin toplumdaki yeridir ki gerek öğretmen yetiştirmede ve gerekse öğretmene eğitimde yer vermede Finlandiya’nın ne denli ciddi olduğunun gerçek olarak gösterilmesidir. Beyaz Zambaklar Ülkesinde öğretmen en değerli seçilmiştir ve bu değer hak ettiği, aldığı maaşla da ortaya konmaktadır.

Bu yılın ilk günlerinde blogumda bu konuyla ilgili bir yazı yazmışım (http://www.copcu.com/2017/02/20/yasam-bufesinde-pisa-vs-pasi/). İşte o yazımdan bir pasaj: ” Prof. Sahlberg Türk eğitimcilere “…Sistemi geliştirin, işbirliğine yatırım yapın…Finlandiya’da özel okul yok ve eğitim harcamalarının tümü devlet tarafından destekleniyor. Finlandiya’da okullar birbirleriyle rekabet etmiyor, aksine dayanışıyor. Okulların hemen hemen tümünün başarı düzeyi aynı. Bu yüzden hiçbir okulun bir diğerine göre ayrıcalığı yok…”

Ülkeme baktım. Bir yanda 65.000 öğretmen açığı var; diğer yanda atanma bekleyen 450.000 öğretmen adayı. Utanır insan bu duruma. Varsa eğer bir sorumluluğu ya da yetkisi gece yatağa yattığında utanır insan uyumaya. Utanır insan kendi karnının tok olduğuna; utanır insan aynadaki yüzüne baktığında. Utanır insan otobüste o koltuğa oturduğuna. Aksırıncıya, tıksırıncaya kadar yiyen SÇnin utanması kaldı mı ki ? Yazımın girişindeki öykünün devamında yargılanmayı bekleyen adam başını öne eğip şu soruyu da sorar: “Peki dünyaya döndüğümde doğru yolu görmemde yardımcı olacak mısın ?“. Tanrı “Ben bunun için siz insanların içine vicdan denen bir pusula koydum. Eğer bu pusulanın etrafına ördüğünüz kalın bencillik duvarlarını yıkarsanız vicdanınızın yani benim sesimi kolaylıkla işitebilirsiniz” dedi.  Utanır insan pusulasız sürdüğü yaşamın bireysel hazlarına.

“Bütün Dünya” nın Eylül 2017 sayısını alırsanız ya da verdiğim linkten izlerseniz 18 yaşındaki Enis Sipahi’ nin 20 Mayıs 2017 günü ABD de Montverde Academy‘de yaptığı konuşmadan çok şey öğrenirsiniz (http://listelist.com/enis-sipahi-alinti/ ; https://www.youtube.com/watch?v=OIP5g1HIJlk). Milli Eğitim yerine Sağlık çalışanlarına gönderilen 25.000 kitabı acaba gönderen gerçekten, inanarak okuyup anladı mı ? Verilen mesajları kabullenip gerçekleşmesi için gayret gösterdi mi ? Yoksa bir yandaş basımevi mi söz konusu ? Ne yaptıkları belli değil.

“Otobüs yolcuları binin lan arabaya … mı va çay kahve içeçek !”

Otobüsün şoföründe iş yok. Adam her yönüyle faul. Arkası basık yumurta topuk ayakkabılar. Elde tesbih. Ceket omuzda, Koltuğa da yan oturmuş ki yokuşta daha iyi çeksin diye. Yine de Cankurtaran’a geldiğinde motor su kaynatmaya başlamış. Sanki buharlı makina mübarek. Yol da az kaldı ama biraz dinlenmek gerek. Yine de bir on dakika mola verse iyi olacak. On dakika sonra topla toplayabilirsen yolcuları. Kimi tuvalette, kimi sigara içmekte, kimi de sanki pikniğe gelmiş gibi gözleme sipariş etmiş onu beklemekte. Muavinin canına tak eder ve yukarıdaki sözün noktalı kısımlarını da ustasına uyan biçimde tamamlayıp bağırır. İsterlerse binmesinler. Kim nereye oturur, kim neden orayı seçer, otobüsün sürücüsü oturma yerlerine neden karışır, nasıl karışır ? Biz “Doğru Yolcu” tanımına ulaşmak için öykümüze devam edelim.

Oniki yıl önceydi; yeni milenyumun beşinci yılında Paris’e çağrıldım. Daha sonra bunun bulunmaz bir öğrenme nimeti olduğunu anlayacaktım. Ülkemde aynısını uygulayabilmek için Çeşme, Abant, Adana, İzmir yollarında keyifle tur atacaktım. Ne değerli olduğunu anladım ve hâla çok kullanıyorum. İşte o çağrının başındaki ev ödevi Jim Collins‘in “Good to Great (G2G)” kitabını okumaktı. Üstelik henüz Türkçe baskısını da bilmiyordum. Şimdi kitaplığımda. İşte o kitaptaki “Değişim nasıl olmaz (Yumurta) ? > Değişim nasıl olur (Volan) ? >> Değişirken ne yapmalı/yapmamalı (Kirpi) ? >>> Değişimde önce hedef mi kim mi  (Otobüs) ?” dört soru ve dört metaforu öğrende gel diyordu ustalar… Ne kadar öğrenip de gittiğime, hazır olduğuma boş verin şimdi. Önemli olan daha sonra “Doğru Yolcu” arayışımda neler görebildiğim ki bunu da yine Jim Amcanın Capital’in Eylül 2006 sayısındaki “Kalıcı Başarı” köşesinde bulacağım. Özetle neler denmiş “Otobüsteki Doğru Yolcu” için ?

Önce “Kim”

Bu temel prensip 1995 de CINOS’un ilk evresi için nasıl önemli ise; 1997 de NO’laşmanın kısa ömründe de aynı önemi korudu ve 2001 den bu yana sürmekte olan Synleşmede de önemli ve öncelikli oldu. Bugün Netdirekt için de geçerli; ikinci adımı gerçekleştirme umudumu hâla koruduğum Simogiller için de. Ustalarla, ekip liderleriyle öğrenme yolculuğunu “kalem satmak” ya da “hindi gütmek” için belirleyebilseydik otobüsü, otobüsteki koltukları ve yolcuları değerlendirebilirdik. Böylece özellikle Simogillerde “Otobüste mi sorun var ? Koltuklarda mı ? Belki de doğru bir yolcudur ama yanlış koltuğa oturtulmuştur. Sorularına yanıt bulabilirdik. Yine de şu soruya yanıt bulmak şart:

Bir insanı otobüste doğru yolcu yapan nitelikler nelerdir ?

Bu soruya yanıt arayan Jim Amca beş temel öğe üzerinde durmaktadır:

1.Doğru insan, şirketin temel değerlerine uyar: Büyük şirketler (Good to Great geçişinde “İyi’den Mükemmel”e Evrilmiş olanlar) son derece sıkı bir kültüre, neredeyse bir aşiret kültürüne sahiptir. Kurumun değerlerini paylaşmayan insanlar kendileri antikorlarla çevrili virüsler gibidirler ve bu virüs mutlaka bedenden atılır. Tutkulu bir iş etiğini temel değer olarak benimseyen NS Çelik şirketinde çalışanların, bir defasında tembel bir ekip üyesini demir bir aletle fabrikanın dışına kadar kovaladığı rivayet olunur. İnsanlar sıklıkla şunu soruyor: Çalışanları, temel değerlerimizi paylaşır hale nasıl getireceğiz ?“. Yanıt şu: “Getirmeyeceksiniz. Zaten bu temel değerlere sahip olan insanları işe alacaksınız ve onlara sıkı sıkıya sarılacaksınız”.

2.Doğru insanın sıkı bir biçimde yönetilmesi gerekmez: Birini sıkı bir biçimde yönetmeyi hissettiğiniz an, bir işe alma hatası yaptığınızı anladığınız andır. Doğru insanı sıkı sıkıya yönetmeniz gerekmez. Eğer otobüse doğru kişileri aldıysanız, onları “motive etmek” ya da “yönetmek” için bir sürü vakit harcamanız gerekmez. Onlar kendi motivasyonlarını ve disiplinlerini sağlayan, bu DNA larında yer aldığı için ellerinden gelenin en iyisini yapmaya çalışan insanlardır.

3.Doğru insan bir işi değil, sorumluluğu olduğunu anlayan kişidir: Doğru insan görev listesi ile sorumluluğu arasındaki farkı kavrayan kişidir. Yapılar ve sistemler, iş tanımları, ana sorumluluk alanları ve ana sorumluluk kriterleri ortaya konur. Yine de doğru insan iş tanımlarının öncül ve ardıllarını iyi bilir; inisiyatif alır ve değişen, beklenmeyen koşullarda sorumluluğunu gereğince yerine getirir.

4.Doğru insan “pencere” ve “ayna” olgunluğu gösterir: Doğru insanlar işler iyi gittiğinde, pencereleri açarak olumlu puanları kendileri dışındaki unsurlara da dağıtırlar. Başarıya katkısı olan diğer insanlar üzerine de ışık tutar, olumlu durumlardan kendilerine sadece küçük bir pay çıkarırlar. İşler kötüye gittiğinde ise aksilikler ve yapılan hatalar için diğer insanları ya da koşulları suçlu göstermezler ayna olup sonuçları ve sorumluluğu üstlenirler.

5.Doğru insan işi ve şirketi için tutkuludur: Tutku olmadan önemli hiçbir şey olmaz ve doğru insan şirketi için, şirketin amaçları için çok tutkuludur. Bu nedenle ben kırk yıldan damıttığım soru cümlemde “Şu GAT dünyada MASlaşmak için RAW mısınız ?” derken “İstek (W)” ten “Tutku (P)” ya uzanan üç aşamalı evrilmekten söz ederim. Ortadaki ise “istek” ten “tutku”ya geçerken önemle durulması, mola verilmesi, muavin kızsa da, otobüs beklese de şoför sinirlense de olgunlaşılması gereken evredir ki o da “İnanç (F)” tır.

Demem o ki; otobüsünüzdeki önemli koltukları belirleyin ve hedefe doğru giderken sizi yarı yolda bırakmayacak, isteği güçlü, inancı sağlam ve tutkusu zirvede otobüs yolcularını, doğru yerlere oturtun. Gözünüz pek fazla dikiz aynasına takılı kalmadan aydınlık yollarda, açık alınlarla yolunuz huzurlu, yolculuğunuz keyifli geçsin.

Öykücü